yükçü

listen to the pronunciation of yükçü
Türkisch - Englisch
porter, person who carries burdens
porter hamal
porter
yük
(Hukuk) burden

I am afraid I'll be a burden to you. - Korkarım ki sana bir yük olacağım.

He was a burden to his parents. - O, ebeveynlerine bir yüktü.

yük
charge

You'll be in charge of the women working in this factory. - Bu şirkette çalışan kadınlardan yükümlü olacaksın.

A captain is in charge of his ship and its crew. - Bir kaptan, gemisinden ve ekibinden yükümlüdür.

yük
load

He had to carry many loads from the house to station. - O, evden istasyona çok fazla yük taşımak zorunda kaldı.

The vessel was loaded with coal, lumber, and so on. - Gemi kömür, kereste, ve benzeri şeylerle yüklüydü.

yük
freight

The freight train was held up about half an hour because of a dense fog. - Yük treni yoğun sis nedeniyle yaklaşık yarım saat kadar gecikti.

A freight train has derailed just south of Stockholm. - Bir yük treni Stokholm'ün tam güneyinde raydan çıktı.

yük
burdensome or difficult task, obligation, or responsibility; burden; encumbrance; incubus
yük
cargo

A cargo vessel, bound for Athens, sank in the Mediterranean without a trace. - Atina'ya giden bir yük gemisi, bir iz bırakmadan Akdeniz'de battı.

yük
{i} onus
yük
{i} incident
yük
goods

Their goods are of the highest quality. - Onların malları en yüksek kalitedir.

Import goods are subject to high taxes. - İthalat malları yüksek vergilere tabidir.

yük
responsibility

I can't burden Tom with that responsibility. - Ben bu sorumluluğu Tom'a yükleyemem.

yük
incumbrance
yük
draft
yük
(İnşaat) force
yük
(Ticaret) cargo load
yük
(Ticaret) parcel
yük
(Bilgisayar) vol

The surface of the earth rose due to the volcanic activity. - Dünya yüzeyi volkanik aktivite nedeniyle yükseldi.

The radio is too loud. Turn the volume down. - Radyonun sesi çok yüksek. Sesi kısın.

yük
drain
yük
(Telekom) payload
yük
(Pisikoloji, Ruhbilim) cathexis
yük
load variation
yük
(Askeri) head

The loud drill gave her husband a headache. - Yüksek sesli matkap, kocasına baş ağrısı verdi.

yük
(Askeri) fright

She's frightened by loud noises. - O, yüksek seslerden korkuyor.

yük
pack

He fastened the horse's pack with a rope. - O, atın yükünü iple bağladı.

yük
(Bilgisayar) height

What's the height of the Empire State Building? - Empire State Building'in yüksekliği nedir?

To tell you the truth, I am scared of heights. You are a coward! - Gerçeği söylemek gerekirse. Ben yükseklikten korkuyorum, Sen bir korkaksın!

yük
weight

Her weight increased to 50 kilograms. - Onun ağırlığı 50 kilograma yükseldi.

The box fell apart due to the weight of the load. - Kutu yükün ağırlığı nedeniyle düştü.

yük
{i} charging

The store where we used to buy those started charging outrageous prices, so we had to find another store. - Onları satın aldığımız mağaza, aşırı yüksek fiyat koymaya başladı, o yüzden başka bir mağaza bulmak zorunda kaldık.

yük
impedimenta
yük
encumbrance

Since the temperature has warmed, my coat has become an encumbrance. - Sıcaklık arttığından beri, ceketim bir yük oldu.

yük
freightage
yük
carload
yük
load with
yük
fardel
yük
load; burden; cargo, freight, goods; the onus, responsibility; charge
yük
shipment
yük
stowage
yük
sumpter
yük
cargo; freight; lading
yük
bulk
yük
strain

Air traffic controllers are under severe mental strain. - Hava trafik kontrolörleri ağır zihinsel yük altındadırlar.

Tom's expensive tastes put a strain on the family's finances. - Tom'un pahalı zevkleri ailenin mali durumuna bir yük oluyordu.

yük
plummet
yük
pile
yük
lading
yük
load; burden
yük
tax

He said Bill Clinton would raise taxes. - Bill Clinton'un vergileri yükselteceğini söyledi.

It is the obligation of every worker to pay taxes. - Vergi ödemek her işçinin yükümlülüğüdür.

yük
imposition
yük
large cupboard (where bedding is stored during the day)
yük
haul
yük
electric charge, charge
yük
loading

They are loading oil into the ship. - Onlar gemiye petrol yüklüyorlar.

They are loading coal into a ship now. - Şimdi gemiye kömür yüklüyorlar.

yük
shipload
yük
impost
yük
accoutrements
yük
tote
yük
out

Tom laughed out loud. - Tom yüksek sesle güldü.

The wall wasn't high enough to keep dogs out. - Duvar köpekleri dışarıda tutacak kadar yüksek değildi.

yük
accouterments
Türkisch - Türkisch
Ücretle yük taşıyarak geçinen kimse, taşıyıcı, hamal
Yük
(Osmanlı Dönemi) HAML
Yük
himl
Yük
(Osmanlı Dönemi) ZİFR
Yük
hamule
Yük
bar
yük
Araba, hayvan vb.nin taşıyabildiği miktar
yük
Yüz bin kuruşluk mal veya tutar
yük
Eşya
yük
Araba, hayvan vb.nin taşıdığı şeylerin hepsi
yük
Tedirginlik veren şey, engel
yük
Yüklük: "Haydi şu yüke giriver!.."- S. F. Abasıyanık
yük
Yüz bin kuruşluk mal veya tutar: "Mademki öyledir, bir yük getirip satan herkes iki akçe versin."- T. Buğra
yük
Araba, hayvan vb.nin taşıdığı şeylerin hepsi: "Çölde yük götüren vasıta develer, insan taşıyan vasıta hecinlerdir."- F. R. Atay
yük
Yüklük
yük
Doğacak bebek, cenin
yük
Bir cismin yüzeyinde biriken elektrik miktarı, şarj
yük
Birinin üzerine almak zorunda kaldığı ağır görev
yük
(Osmanlı Dönemi) bûr
yükçü
Favoriten