Yalnızca birkaç kişi vaktinde geldi.
- Only a few people showed up on time.
Yalnızca kütüphanede çalışırım.
- I only study in the library.
Etli pilav sekiz yuan. Vejetaryen pilav sadece dört yuan.
- The pilaf with meat is eight yuan. The vegetarian pilaf is only four yuan.
Etli pilav sekiz yuan. Vejetaryen pilav sadece dört yuan.
- The pulao with meat is eight yuan. The vegetarian pulao is only four yuan.
Geçmiş sadece bilinir, değişmez. Gelecek ise sadece değişir, bilinmez.
- The past can only be known, not changed. The future can only be changed, not known.
İstasyondan yürüyerek eve gitmek sadece beş dakika.
- Walking from the station to the house takes only five minutes.
Partide yalnızca altı kişi vardı.
- Only six people were present at the party.
Yalnızca birkaç kişi vaktinde geldi.
- Only a few people showed up on time.
Biricik kızımız kanserden öldü.
- Our only daughter died of cancer.
O, biricik oğlunu gömdü.
- She has buried her only son.
Bir tek geleceğe şu inananlar, o ana inanır.
- Only those who believe in the future believe in the present.
Bir tek ben mi partiye gideceğim?
- Will I be the only one going to the party?
O tür bir şeyi yapmaya ancak Tom'un cesareti vardı.
- Only Tom would have the guts to do that kind of thing.
Zürih'ten Boston'a uçmak sekiz saat sürer, ancak dönüş için sadece altı.
- It takes eight hours to fly from Zurich to Boston, but only six for the return trip.
Kabul ediyorum, ama sadece tek bir şartla.
- I accept, but only under one condition.
Sadece tek ağzım ama iki kulağım var.
- I only have one mouth, but I have two ears.
Biraz daha sabırlı olsaydın, bulmacayı yapabilecektin.
- You'd be able to do the puzzle if only you had a little bit more patience.
Tek oğlu olduğu için, baba, Ken'i daha çok seviyordu.
- Ken's father loved Ken all the more because he was his only son.
my heart is hers, and hers only.