Yürümek için ideal bir gündü.
- It was an ideal day for walking.
O saatlerdir yürümekteydi.
- He had been walking for hours.
Parkta dolaşmaktan hoşlanıyor.
- He likes to walk about in the park.
On dakikalık bir başka yürüyüş bizi kıyıya getirdi.
- Another ten minutes' walk brought us to the shore.
Yürüyüş yapmaya ne dersin?
- How about going for a walk?
Senin yaşındayken, okula yürüyerek gitmek zorundaydım.
- When I was your age, I had to walk to school.
Okula yürüyerek gitmek yarım saatimizi alıyor.
- It takes us half an hour to walk to school.
O yalnız yürümeyi sever.
- She likes walking alone.
O yalnız yürümeyi sever.
- She likes to walk alone.
O tek başına yürümeyi sever.
- She likes to walk alone.
Ayrıca o çok yoruldu, yürüyemiyor.
- She was so tired that she couldn't walk.
Caddede amaçsızca gezindim.
- I walked about aimlessly on the street.
Adam köşenin çevresinde gezindi.
- The man walked around the corner.
Sonunda, hastalıktan dolayı yürüyemez hale geldi ve gezinmek için motorlu tekerlekli sandalye kullanmak zorunda kaldı.
- In the end, because of the disease, he became unable to walk and had to use a motorized wheelchair to get around.
Sen tamamen hareketsiz olmalısın ve parmak uçlarında yürümelisin. Bebek uyuyor.
- You must be completely still and walk on your tip-toes. The baby is asleep.
İşe git, çocuklarını okula gönder. Modayı takip et, normal hareket et, kaldırımda yürü, televizyon izle. Yaşlılığın için para biriktir. Kanunlara uy. Benimle birlikte tekrarla: Ben özgürüm.
- Go to work, send your kids to school. Follow fashion, act normal, walk on the pavements, watch TV. Save for your old age. Obey the law. Repeat with me: I am free.
Sahilde gezinti yaptık.
- We went for a walk on the beach.
Buz üzerinde yürümek için yeteri kadar kalın.
- The ice is thick enough to walk on.
Göl donmuştu ama buzun üzerinde yürümek için yeterince güçlü olduğundan emin değilim.
- The lake has frozen over but I'm not sure the ice is strong enough to walk on.
Tom ön yürüyüş yoluna yaklaşıyor.
- Tom is coming up the front walk.
Onlar yol boyunca üçü yan yana yürüdü.
- They walked along the road three abreast.
Tren olmadığı için, tüm yolu yürümek zorunda kaldık.
- There being no train, we had to walk all the way.
If you leave your wallet lying around, it’s going to walk.
I carefully walked the ladder along the wall.
If we don't offer him more money he'll walk.
Debugging this computer program involved walking the heap.
The Ministry of Silly Walks is underfunded this year.
The museum’s not far from here – you can walk it.
Will you walk me home?.
The pitcher now has two walks in this inning alone.
It’s a long walk from my house to the library.
The county had a successful defense only because the judge kept telling the jury at every chance that the cyclist should have walked his bicycle like a pedestrian.
... so you can walk me to my bike ...
... All right. I'm going to walk over to the other side of the stage. The next thing I'd like ...