Definition von vurmak im Türkisch Englisch wörterbuch
- hit
Tom said he didn't mean to hit me.
- Tom amacının bana vurmak olmadığını söyledi.
Tom wanted to hit Mary, but John stopped him.
- Tom Mary'ye vurmak istedi fakat John onu durdurdu.
- knock
We were just about to knock.
- Biz vurmak üzereydik.
- struck
- impinge
- shoot
I don't want to shoot you.
- Seni vurmak istemiyorum.
I don't want to shoot you, but I will if I have to.
- Seni vurmak istemiyorum, fakat zorunda kalırsam, vururum.
- deal
- wing
- inject
- batter
- rap
- swipe
- shot
- be reflected
- flick
- slap
- birch
- fall
- hurt deeply
- be reflected on
- chafe
- make ill
- drive
- crack
- lash
- pulsate
- jog
- thump
- flap
- thwack
- reflected on
- wound
- reflected
- to be reflected on
- feign
- slam
The judge was forced to slam her gavel down multiple times in order to restore order to the court.
- Hakim mahkemeye düzeni sağlamak için birkaç sefer tokmağı aşağı vurmak zorunda kaldı.
- fake
- biff
- apply
- fustigate
- beat
- land
- (topa) bat
- to knock on; to tap on
- (golf) putt
- nail
- to drive (a nail, etc.) into
- to strike out along, head out along (a road); to head for
- slog
- plant
- (for something) to make (someone) sick; (for something) to make (itself) felt in (a part of one's body)
- to multiply: Onu ona vurursan yüz eder. If you multiply ten by ten, you get a hundred
- pummel
- pound
- shoot off
- (kuş) grass
- (muayene) percuss
- to slam (something) shut
- catapult
- (for a clock) to strike (the hour)
- to put (one thing) on (another): Dudu bohçayı sırtına vurdu. Dudu put the large bundle on her shoulder. O kola bir yama vuracağım. I'll put a patch on that sleeve. Polis, Enver'in ellerine kelepçe vurdu. The policeman handcuffed Enver. Ön kapıya kırmızı boya vurmak istiyor. He wants to paint the front door red. Ağrıyan koluna hardal yakısı vurdu. She put a mustard plaster on her aching arm
- to hit, strike
- gun
They used their guns to hit each other.
- Birbirlerini vurmak için silahlarını kullandılar.
- inflict
- bruise
- plonk
- slang to *screw, have sex with. Vur abalıya! Jump on someone who's weaker than you are! (said reproachfully). Vur dedikse öldür demedik ya! (Konuşma Dili) I didn't ask you to go that far! vur deyince öldürmek (for someone) to tend to carry things to extremes. vur patlasın, çal oynasın
- clap
- smash
Tom raised the crowbar intending to smash his attacker's head.
- Tom saldırganın kafasını vurmak niyetiyle kazayağı kaldırdı.
- to hit (a target)
- to steal
- eyer vurmak
- saddle
- sekte vurmak
- interrupt
- semer vurmak
- saddle
- sertçe vurmak
- bash
- vurma
- {i} dash
- vurmak kuş
- grass
- vurmak topa
- bat
- vurgun vurmak
- clean up
- vurgun vurmak
- make a killing
- vurgun vurmak
- profiteer
- vurgun vurmak
- to make a killing, to rake it in, to clean (sth) up, to profiteer
- vurgun vurmak
- hit the jackpot
- vurgun vurmak
- to pull a deal, make a killing (by swindling someone)
- açığa vurmak
- yield
- açığa vurmak
- reveal
Tom didn't want to reveal more than he had to.
- Tom zorunda olduğunun daha fazlasını açığa vurmak istemedi.
I can't stop you from revealing my secrets. However, I beg you not to.
- Seni sırlarımı açığa vurmaktan vazgeçiremem. Ancak, yapmaman için yalvarıyorum.
- açığa vurmak
- utter
- dışa vurmak
- register
- sekte vurmak
- impede
- vurma
- {i} shoot
I don't want to shoot you, but I will if I have to.
- Seni vurmak istemiyorum, fakat zorunda kalırsam, vururum.
Tom wants you to shoot Mary.
- Tom Mary'yi vurmanı istiyor.
- astar vurmak
- to prime
- açığa vurmak
- betray
- açığa vurmak
- evince
- dışa vurmak
- externalize
- fiske vurmak
- flip
- hafifçe vurmak
- rap
- kilit vurmak
- 1. to lock (a door). 2. to attach a lock (to). 3. to close down (a business)
- vurma
- knock
We were just about to knock.
- Biz vurmak üzereydik.
Did you hear a knock?
- Bir vurma sesi duydun mu?
- vurma
- {i} hit
I really need to hit somebody.
- Ben gerçekten birine vurmalıyım.
I never for a moment imagined we wouldn't get home before the storm hit.
- Fırtına vurmadan önce eve varmayacağımızı asla bir an düşünmedim.
- vurma
- {i} swat
- vurma
- plug
- vur
- struck
Lightning struck the tower.
- Yıldırım kuleyi vurdu.
He had just finished his homework when the clock struck ten.
- Saat onu vurduğunda, o ev ödevini henüz bitirmişti.
- adam vurmak
- commit murder
- boynuz vurmak
- gore
- damga vurmak
- print
- damga vurmak
- brand
- dizgin vurmak
- bridle
- el ile vurmak
- smack
- elle hafifçe vurmak
- pat
- elle vurmak
- clap
- elle vurmak
- pat
- gem vurmak
- put a bridle on
- gem vurmak
- hamshackle
- gem vurmak
- restrain
- gem vurmak
- (deyim) bridle one's tongue
- gem vurmak
- check
- güm güm vurmak (kalp)
- thump
- hedefi on ikiden vurmak
- get home
- kilit vurmak
- lock
- makas vurmak
- cut
- sekte vurmak
- (Kanun) disrupt
- sopa ile vurmak
- club
- sopa ile vurmak
- bat
- sopa ile vurmak
- bludgeon
- tarak vurmak
- comb
- tokat vurmak
- slap
- topu geri vurmak
- (Spor) return
- vurma
- bump
- vurma
- stroking
- vurma
- striking
- vurma
- hitting
I swerved to avoid hitting a skunk.
- Bir kokarcayı vurmayı sakınmaktan caydım.
Ow! Yukiko! That hurts! Quit hitting me with your fists!
- Ooo! Yukiko! O acıtıyor! Bana yumruklarınla vurmaktan vazgeç!
- yumruk vurmak
- box
- zincir vurmak
- fettered
- zincir vurmak
- fetter
- açığa vurmak
- disclose
- vur
- {f} shot
The policeman was off duty when he was shot to death.
- Polis vurularak öldürüldüğünde izinliydi.
The man shot three birds with a gun.
- Adam bir silahla üç kuşu vurdu.
- vur
- {f} smitten
He was smitten with your mother.
- O senin annene vurulmuş.
Dan was immediately smitten with Linda.
- Dan hemen Linda'ya vuruldu.
- vur
- {f} pounding
I asked Tom to stop pounding on the wall.
- Tom'un duvara vurmasını bırakmasını istedim.
The manager reprimanded the man by pounding on the table.
- Müdür masaya vurarak adamı azarladı.
- vur
- {f} slap
- vur
- {f} hit
A massive earthquake of magnitude 8.8 hit the Japanese islands today.
- 8.8 büyüklüğündeki büyük deprem bugün Japon adalarını vurdu.
We were afraid that we might be hit by a bullet, so we ran downstairs.
- Biz bir mermi tarafından vurulabileceğimizden korkuyorduk, bu yüzden aşağıya koştuk.
- vur
- {f} beating
The rain was beating against the windows.
- Yağmur pencerelere vuruyordu.
The rain is beating against the windows.
- Yağmur pencerelere vuruyor.
- vur
- {f} batting
He has a high batting average.
- Onun yüksek bir topa vuruş averajı vardır.
- vur
- {f} flick
- vur
- {f} knock
The couple was quarrelling and Chris knocked Beth down.
- Çift tartışıyordu ve Chris Beth'e vurup yere devirdi.
Tom knocked him down.
- Tom ona vurup yere yıktı.
- vur
- {f} thwack
- vur
- {f} striking
It was a bright cold day in April, and the clocks were striking thirteen.
- Nisanda aydınlık soğuk bir gündü ve saat on üçü vuruyordu.
- vur
- {f} clout
- vur
- {f} smote
- vur
- {f} swipe
- vur
- {f} beaten
Have you ever beaten your dog?
- Hiç köpeğine vurdun mu?
I've never beaten Tom.
- Ben hiç Tom'a vurmadım.
- vur
- {f} thump
- vur
- {f} hitting
Tom didn't blame Mary for hitting John.
- Tom, John'a vurduğu için Mary'yi suçlamadı.
I don't blame you for hitting him.
- Ona vurduğun için seni suçlamıyorum.
- vur
- {f} sock
- vurma
- {i} battering
- vurma
- strike
- vurma
- percussion
Tom formerly played percussion.
- Tom daha önce vurmalı çaldı.
- vurma
- beat
I've never beaten Tom.
- Ben hiç Tom'a vurmadım.
Tom began to beat his daughter.
- Tom kızına vurmaya başladı.
- vurma
- impingement
- vurma
- {i} batting
- vurma
- bat
Tom is the on-deck batter.
- Tom sopa vurmaya hazır.
- diz ile vurmak
- knee
- ayakla vurmak
- feet to hit
- ayakla vurmak, tepmek
- feet to hit, kick
- hedefe vurmak
- To hit the target
- kaşe vurmak
- Stamp
The documents are to be stamped before distribution.
- kızgın bir demirle hayvan derisine damga vurmak
- anchored to an angry stamp of animal skins
- neşter vurmak
- scalpel to hit
- usa vurmak
- usa hit
- afyonu başına vurmak
- to fly into a rage, to go berserk
- ateşi başına vurmak
- to explode with anger, blow one's top
- ayaz vurmak
- (for the weather) to freeze (a crop)
- açığa vurmak
- vent
- belden aşağı vurmak
- hit below the belt
- beyinine vurmak
- (for drink) to go to one's head
- boya vurmak
- apply paint
- cila vurmak
- 1. to varnish; to wax; to polish. 2. to finish, shine
- damga vurmak
- 1. to stamp (with a seal, stamp, etc.). 2. to cancel (a stamp). 3. to brand (an animal)
- damgasını vurmak
- to label
- darbe vurmak
- (deyim) get a blow in
- darbe vurmak
- hit somebody for six
- dışarı vurmak
- 1. to show, manifest. 2. (for a spot) to show on the outside; (for an illness) to appear, become manifest
- fiske vurmak
- fillip
- güneş vurmak
- 1. to have a sunstroke. 2. for the sun to shine on
- hızlı vurmak
- slog
- kalenderlike vurmak
- to take (something) philosophically, not to be bothered by (a difficulty)
- kantara çekmek/vurmak
- 1. to weigh (with a steelyard). 2. to weigh in one's mind
- kuvvetle vurmak (yağmur)
- slash against
- kılıç vurmak
- to wield a sword
- lapa vurmak
- to apply a poultice or blister (to); to poultice; to blister
- para vurmak
- 1. to make money by illegal means. 2. to luck into a lot of money
- pat küt vurmak
- thwack
- payanda vurmak
- shore
- rasgele vurmak
- slash
- smaç vurmak
- to smash
- voli vurmak
- slang to make some money by swindling someone
- volta vurmak
- wear
- volta vurmak
- beat
- volta vurmak
- cast about
- vur
- whacked
Tom whacked the dog with his cane.
- Tom bastonu ile köpeğe vurdu.
- vur
- whacking
- vur
- battering
- vur
- {f} beat
Why did your father beat you?
- Neden baban sana vurdu?
The rain beats against the window pane.
- Yağmur pencere camına vuruyor.
- vurma
- pounding
I asked Tom to stop pounding on the wall.
- Tom'un duvara vurmasını bırakmasını istedim.
Tom started pounding on the door.
- Tom kapıya vurmaya başladı.
- vurma
- strike, bump
- vurma
- percussive
- vurma
- pound
I asked Tom to stop pounding on the wall.
- Tom'un duvara vurmasını bırakmasını istedim.
Tom started pounding on the door.
- Tom kapıya vurmaya başladı.
- vurma
- knocking
I don't want you knocking on my door at two in the morning.
- Sabah ikide benim kapıya vurmanı istemiyorum.
- vurma
- blip
- vurma
- saltation
- yakı vurmak/yapıştırmak
- to treat (an area) with a plaster, plaster; to blister; to cauterize
- yalpa vurmak
- 1. (for a ship) to roll or lurch. 2. (for someone) to lurch, stagger
- yere çalmak/vurmak
- to throw or hurl (something) to the ground
- yüzsüzlüğe vurmak
- to brazen it out
- zincire vurmak
- to put (someone) in chains; to put a pranga on (someone)