Saatimi bir saat ileri aldım.
- I set my watch ahead one hour.
İleride başka bir gemi gördük.
- We saw another ship far ahead.
İz başta kaba görünüyordu.
- The trail ahead looked rough.
Önceden telefon etmeliydik ve bir masa ayırtmalıydık.
- We should have phoned ahead and reserved a table.
Keşke önceden arasaydın.
- I wish you had called ahead.
İlerlemenin sırrı başlamaktır.
- The secret of getting ahead is getting started.
Önden buyuralım ve yiyelim.
- Let's go ahead and eat.
Öndeyken vazgeçmemeliydin.
- You should've quit when you were ahead.
Bir kilometre ileride bir benzin istasyonu var.
- There is a gas station is one kilometer ahead.
Zor kararlar ileride yatar.
- Tough decisions lie ahead.
Kahkaha bir cam sileceği gibidir. Yağmuru durduramaz, ancak seni ileri doğru hareket ettirir.
- Laughter is like a windshield wiper. It can't stop the rain, but it lets you move ahead.
Herkes hız limitine uyuyordu, bu yüzden ilerde muhtemelen bir hız tuzağı olduğunu biliyordum.
- Everybody was obeying the speed limit, so I knew there was likely a speed trap ahead.
Programdan ilerdeyiz.
- It's ahead of schedule.
Onlar yavaşca ileriye doğru hareket etti.
- They moved ahead slowly.
Biz önden gittik ve Tom olmadan yedik.
- We went ahead and ate without Tom.
Sen önden git. Ben yakında sana yetişirim.
- Go on ahead. I'll catch up with you soon.
It appeared best to remain in front.
- Es schien der beste Weg nach vorne zu sein.
A chauffeur sat in front.
- Ein Fahrer saß vorne.
The results of the ballot are a foregone conclusion.
- Die Abstimmungsergebnisse stehen praktisch von vornherein fest.