vermek

listen to the pronunciation of vermek
Türkisch - Englisch
give

I would like to give him a present for his birthday. - Ona doğum günü için bir hediye vermek istiyorum.

She bought him a dog. However, he was allergic to dogs, so they had to give it away. - Ona bir köpek aldı. Ancak, o köpeklere alerjisi vardı, bu yüzden birine vermek zorunda kaldı.

issue
confer
dedicate
to give (something) to
hand over
bestow
put up
transmit
submit
expend
lodge
supply
emit
offer

I'm here to give you a special offer. - Size özel bir teklif vermek için buradayım.

We have three hours to decide whether we're going to accept their offer. - Onların teklifini kabul edip etmeyeceğimize karar vermek için üç saatimiz var.

serve

This serves to show how honest she is. - Bu onun ne kadar dürüst olduğunu göstermek için hizmet vermektedir.

The recipe serves six people. - Yemek tarifi altı kişiye hizmet vermektedir.

bend
entrust
give something away
mete out
impart

He wants to impart his wisdom to you. - O, bilgeliğini sana vermek istiyor.

sell
pony up
award
(Dilbilim) give out
resign to
endue
hold out
favour
fix up
supply with
impart to
attribute
pay

I don't want to pay through the nose for a hotel room. - Bir otel odasına dünya kadar para vermek istemiyorum.

Tom's boss appreciates his work, but he doesn't want to give him a pay raise. - Tom'un patronu onun çalışmasını takdir ediyor fakat ona zam vermek istemiyor.

provide
dispense
favour with
come at
indue
bring forth
confer on
present

Tom has to give a presentation. - Tom bir sunum vermek zorunda.

Tom wanted to give a very special present to his girlfriend. - Tom kız arkadaşına çok özel bir hediye vermek istedi.

generate
confer upon
bestow on
bestow upon
marry
surrender

Layla didn't want to surrender her virginity. - Leyla bekaretini vermek istemedi.

inject
When suffixed to another verb it can indicate a polite request: Oğlum bana bir çay getiriver! Bring me a glass of tea, there's a good lad! Ver elini .... So then I went to ..../And then I'll go to ...: Ankara'ya gideceğim, orada üç gün kaldıktan sonra ver elini Kayseri! I'll go to Ankara; then three days later I'll head for Kayseri. Vermeyince Mabut, ne yapsın Mahmut? (Atasözü) If God doesn't grant you prosperity and skill, what can you do? Verip (de) pişman olmaktan, vermeyip (de) düşman olmak yeğdir. (Atasözü) It is better to refuse to give someone something and make an enemy of him than to be generous and regret it later. verip veriştirmek to give (someone) a good dressing down, give (someone) down the country
come across with
(ödül vb.) adjudge
give away

Why must you give away all of my secrets? - Neden bütün sırlarımı dışarı vermek zorundasın?

Maybe they don't want to give away their positions. - Belki de onlar pozisyonlarını vermek istemiyorlar.

distribute
to attribute (something) to (someone's state of mind)
(Hukuk) to confer, to entrust, to deliver, to grant
to abandon (oneself) to, give (oneself) over to (a pursuit)
bear
to give (oneself) over to (doing something deleterious)
(ilan) insert
dispose of
(örnek) adduce
to lean (something) against (something)
hand in
endow
to give (a daughter) in marriage (to)
bring in
allow

Tom stepped aside to allow Mary to pass. - Tom Mary'nin geçmesine izin vermek için kenara çekildi.

You have to allow for the boy's age. - Çocuğun yaşı nedeniyle izin vermek zorundasın.

donate

Instead of giving each other Christmas presents this year, we donated the amount we would have spent on presents to a charity. - Bu yıl birbirimize Noel armağanları vermek yerine hediyeler için harcayacağımız miktarı hayır kurumuna bağışladık.

to hand (something) to
dert vermek
bother
değer vermek
value
sipariş vermek
place an order
yeniden güven vermek
reassure
öğüt vermek
advise
haber vermek
let know
teklif vermek
offer

I'm here to give you a special offer. - Size özel bir teklif vermek için buradayım.

ara vermek
have a break
bilgi vermek
inform

Television is a very important medium for giving information. - Televizyon bilgi vermek için çok önemli bir araçtır.

cesaret vermek
encourage
cevap vermek
answer

Tom didn't want to answer the question. - Tom soruya cevap vermek istemedi.

It's difficult to answer this question. - Bu soruya cevap vermek zor.

izin vermek
allow

You have to allow for the boy's age. - Çocuğun yaşı nedeniyle izin vermek zorundasın.

Tom stepped aside to allow Mary to pass. - Tom Mary'nin geçmesine izin vermek için kenara çekildi.

oy vermek
vote

It is their right to vote. - Oy vermek onların hakkı.

He is not old enough to vote. - O, oy vermek için yeterince yaşlı değil.

selam vermek
salute
söz vermek
promise

It is one thing to promise, and another to perform. - Söz vermek bir şeydir, ve diğeri yerine getirmektir.

They had to promise to obey the laws of Mexico. - Meksika yasalarına uymak için söz vermek zorunda kaldılar.

avans vermek
advance
ders vermek
teach

I killed him to teach him a lesson. He talks too much. Next time he will keep his words to himself. - Bir ders vermek için onu öldürdüm. O çok konuşuyor. Bir dahaki sefere sözlerini kendisine saklayacak.

My daughter wants to teach in high school. - Kızım lisede ders vermek istiyor.

konferans vermek
lecture
mola vermek
stop over
ruhsat vermek
warrant
sert cevap vermek
retort
son vermek
end

Sami wanted to end his life. - Sami kendi hayatına son vermek istedi.

Scientists are working hard to put an end to AIDS. - Bilim adamları AIDS'e son vermek için harıl harıl çalışıyorlar.

yetki vermek
authorise
önem vermek
care
şekil vermek
give shape
ödünç vermek
lend

Tom was kind enough to lend me the money I needed. - Tom ihtiyacım olan parayı bana ödünç vermek için yeterince nazikti.

I had to lend Tom money so he could pay his rent. - Kirasını ödeyebilsin diye Tom'a parayı ödünç vermek zorunda kaldım.

haber vermek
inform
sipariş vermek
order

Would you like to order? - Sipariş vermek ister misiniz?

Waitress, I'd like to order. - Garson, sipariş vermek istiyorum.

önem vermek
attach importance to
ara vermek
pause
selam vermek
greet
son vermek
terminate
ders vermek
give a lesson
izin vermek
warrant
oy vermek
ballot

Today we went to the ballot box to vote for the European Parliament. - Bugün Avrupa Parlamentosu ile ilgili oy vermek için seçim sandığına gittik.

yetki vermek
warrant
şekil vermek
mould
haber vermek
report
izin vermek
permit
yetki vermek
authorize
sipariş vermek
give an order
son vermek
cease
şekil vermek
shape
son vermek
put an end

I want to put an end to the quarrel. - Ben tartışmaya bir son vermek istiyorum.

He tried in vain to put an end to their heated discussion. - Onların hararetli tartışmaya bir son vermek için boşuna uğraştı.

izin vermek
let

I had to let Tom win. - Tom'un kazanmasına izin vermek zorunda kaldım.

I opened the window to let in some fresh air. - Biraz temiz havanın girmesine izin vermek için pencereyi açtım.

şekil vermek
mold
haber vermek
tell
vermek (ceza)
impose on
vermek (hüküm)
deliver
vermek (meyve)
bear
vermek (meyve/sebze)
produce
vermek örnek
adduce
vermek (sorumluluk/yetki)
invest with
velveleye vermek
to rock the boat
veresiye vermek
trust
vekalet vermek
(Kanun) extend
vekalet vermek
Give the procuration
vergi vermek
Pay tax
veda öpücüğü vermek
kiss smb. goodbye
vekaletname vermek
entrust the procuration
vekaletname vermek
(Kanun) give the procuration
vekâlet vermek
to give (someone) the power to act in one's stead
vekâlet vermek
to give the procuration
velveleye vermek
to set (a place) in an uproar, cause pandemonium to break loose in (a place)
veresiye vermek
sell on credit
veresiye vermek
(Ticaret) give on credit
vesayetini vermek
to give sb custody of
imkan vermek
(Hukuk) enable
değer vermek
treasure
vermek
employ

The company employs 22 full-time staff. - Şirket tam gün çalışan 22 personele iş vermektedir.

zarar vermek
impair
değer vermek
cherish

You must cherish your freedoms. - Özgürlüklerine değer vermek zorundasın.

acı vermek
afflict
cevap vermek
respond

The president was nice enough to respond to my letter. - Başkan benim mektubuma cevap vermek için yeterince kibardı.

Do you not want to respond? - Cevap vermek istemiyor musun?

keyif vermek
please
kulak vermek
hear
hizmet vermek
serve

The recipe serves six people. - Yemek tarifi altı kişiye hizmet vermektedir.

This serves to show how honest she is. - Bu onun ne kadar dürüst olduğunu göstermek için hizmet vermektedir.

izin vermek
consent
para cezası vermek
fine
ceza vermek
sentence
cevap vermek
reply

Being too nervous to reply, he stared at the floor. - O, cevap vermek için çok fazla sinirli olduğu için yere baktı.

You don't have to reply today. - Bugün cevap vermek zorunda değilsin.

gözdağı vermek
threaten
karşılık vermek
respond

Don't bother to respond. - Karşılık vermek için rahatsız olma.

patlak vermek
erupt
özel ders vermek
tutor
karar vermek
make a decision

We have to make a decision soon. - Yakında bir karar vermek zorundayız.

I have to make a decision. - Bir karar vermek zorundayım.

güç vermek
sustain
hüküm vermek
sentence
imkân vermek
allow
olanak vermek
allow
ilan vermek
advertise

I don't have enough money to advertise. - İlan vermek için yeterli param yok.

kabak tadı vermek
bore
ara vermek
suspend
değer vermek
dignify
ele vermek
betray
güvence vermek
reassure
imkan vermek
permit
kulak vermek
listen carefully
salık vermek
recommend
söz vermek
make a commitment
sıkıntı vermek
annoy
talimat vermek
instruct
vaaz vermek
preach

To preach is easier than to practice. - Vaaz vermek uygulamaktan daha kolaydır.

yön vermek
to give (someone) some guidance; to give a direction to, direction (an effort/undertaking)
zarar vermek
to damage, to harm, to injure, to impair
ödünç vermek
to lend
ara vermek
interrupt

I didn't want to interrupt the discussion. - Görüşmeye ara vermek istemedim.

el vermek
serve
haber vermek
advise
biçim vermek
forge
can vermek
perish
kulak vermek
hark
toprağa vermek
bury
yol vermek
yield
akıl vermek
advise
aynen karşılık vermek
retort
değer vermek
appreciate
zarar vermek
do harm
bilgi vermek
state
destek vermek
identify
acı vermek
harrow
akşam yemeği vermek
dine
ara vermek
space
ağzına vermek
give smb. head
başbaşa vermek
confabulate
bilgi vermek
charge
bilgi vermek
acquaint
cesaret vermek
sustain
ceza vermek
punish
değer vermek
prize
değer vermek
to esteem, appreciate
dikkatini vermek
concentrate
enerji vermek
energize
esin vermek
reveal
eski görevine vermek
reinstate
fazla değer vermek
over estimate
haber vermek
1. to tell, let (someone) know, inform. 2. to indicate that ..., show that ..., be a sign that
haber vermek
herald
haber vermek
acquaint
haber vermek
apprise
hakkını vermek
to give sb his due
hayat vermek
vitalize
hesap vermek
account for
hesap vermek
explain
hüküm vermek
judge
ifade vermek
testify

Layla entered the courtroom to testify. - Leyla ifade vermek için mahkeme salonuna girdi.

Sami was there to testify against Layla. - Sami, Leyla'ya karşı ifade vermek için oradaydı.

imkan vermek
make it possible
isim vermek
dub
izin vermek
enable
işaret vermek
cue
Türkisch - Türkisch
Tespit etmek
Birisine eriştirmek, iletmek
Etki yapmak, biçimini değiştirmek
Ondan bilmek, atfetmek
Dayamak
Bırakmak veya bağışlamak
Döndürmek, çevirmek, yöneltmek
Kök veya gövdelerin sonuna -ı (-i, -u, -ü) zarf-fiil eki ile eklendiğinde tezlik bildirir
Satmak
Herhangi bir duruma yol açmak: "Kendilerine iyi bir çalışma fırsatı verdim."- Y. K. Karaosmanoğlu
Herhangi bir şey ortaya çıkarmak, oluşturmak: "Kendisi de muhakkak artistlerden, güzel eser veren, güzel konuşan, hayalleri işlek adamlardan hoşlanıyor."- R. H. Karay
Bir şey üzerinde etki yapmak, biçimini değiştirmek
Dilek bildiren birleşik fiiller yapar
Ödemek
Bırakmak veya bağışlamak: "Hırsımdan bazılarına bedava verdim, alın götürün, diye bağırdım."- H. C. Yalçın
Topluluk önünde sanatını göstermek, icra etmek
Herhangi bir duruma yol açmak
Yaymak
Ürün üretmek
Hepsini herhangi bir duruma sokmak
Eğlenceli toplantı düzenlemek, konuk çağırıp ağırlamak
Düşünce veya bilgi anlatan şeyleri başkalarına iletmek, bildirmek: "Geçenlerde bir derginin, eski ünlüler ne yapıyor? adlı bir röportajına verdiği cevapları okudum."- H. Taner
Ondan bilmek, atfetmek: "Bilgin'in bu çekingen tavırlarını kusurlu ve zayıf oluşuna verdi..."- F. R. Atay
Yaymak. Ürün üretmek: "Dal budak saldı, yemiş vermeye başladı."- R. E. Ünaydın
Başkalarına iletmek, bildirmek
Biriyle evlendirmek
Ayırmak, harcamak
Sahip olmasını sağlamak
Biriyle evlendirmek: "Uzun Osman, Zeynep'le Süleyman'a, ikisini birbirine vereceğini söylediği zaman şaşmadılar."- H. E. Adıvar. Ödemek: "Haydi ... arabaya atlayın
Herhangi bir şey ortaya çıkarmak, oluşturmak
Kazandırmak, katmak
Üzerinde, elinde veya yakınında olan bir şeyi birisine eriştirmek, iletmek: "Okumadığım zaman tavukların bahçesindeyim, yemlerini ben veririm."- Ö. Seyfettin
Döndürmek, çevirmek, yöneltmek: "Arabanın burnunu, en tenha kahvelerden birinin önünde, rıhtıma verdiler."- A. İlhan
Düzenlemek, konuk çağırıp ağırlamak
uçlanmak
etmek
(Osmanlı Dönemi) İTYAN
görmek
(Osmanlı Dönemi) MUATAT
toslamak
toka etmek
sundurmak
selam vermek
Selamlamak
VER
(Osmanlı Dönemi) f. "Sahib, mâlik; anlamlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Dâniş-ver $ : Âlim. Suhan-ver $ : Edip, şâir
VER
(Osmanlı Dönemi) (-) f. "Sahib, mâlik; anlamlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Dâniş-ver Âlim. Suhan-ver Edip, şâir
Verme
(Osmanlı Dönemi) TAATTUF
verme
Vermek işi
Englisch - Türkisch

Definition von vermek im Englisch Türkisch wörterbuch

ver
(Bilgisayar) sürüm

Tatoeba'nın yeni sürümünü görmeye çok sabırsızlanıyorum. - I'm very impatient to see the new version of Tatoeba.

Bu kitabın hem sert hem de yumuşak kapak sürümleri mevcuttur. - The book is available in both hard and soft-cover versions.

vermek
Favoriten