You've got to warn Tom.
- Tom'u uyarmak zorundasın.
We've got to warn Tom.
- Tom'u uyarmak zorundayız.
He quit without notice.
- O, uyarmadan ayrıldı.
Tom and Mary were too busy yelling at each other to notice that I'd entered the room.
- Odaya girdiğimi uyarmak için Tom ve Mary birbirlerine bağıramayacak kadar çok meşguldü.
Knowledge of foreign languages stimulates brain activity.
- Yabancı dil bilgisi, beyin etkinliğini uyarır.
Ladies and gentlemen, please notify the people to stop contributing to global warming and use nature-friendly equipment.
- Bayanlar ve baylar, lütfen insanları küresel ısınmaya katkıda bulunmayı bırakmaları ve doğa dostu ekipmanlar kullanmaları için uyarın.
I find it very stimulating.
- Onu çok uyarıcı buluyorum.
I had a very stimulating conversation with Tom.
- Tom'la çok uyarıcı bir konuşma yaptım.
A very brief warning or explanation is enough for an intelligent person.
- Çok kısa bir uyarı veya açıklama akıllı bir kişi için yeterlidir.
I wish I had listened to your warnings.
- Keşke uyarılarını dinleseydim.
Tom alerted the authorities.
- Tom yetkilileri uyardı.
The tsunami alert was cancelled.
- Tsunami uyarısı iptal edildi.
High school students who flagrantly smoke in class and the teachers who can't caution them will be punished.
- Sınıfta aşikar bir şekilde sigara içen lise öğrencileri ve onları uyaramayan öğretmenler cezalandırılacak.
He cautioned me against being careless of my health.
- O beni benim sağlığıma karşı dikkatsiz olmama karşı uyarıda bulundu.
The policeman let him off with a warning.
- Polis onu uyarmadan serbest bıraktı.