Onu ağaçtan indirmek imkânsızdı.
- Es war unmöglich, sie vom Baum herunterzuholen.
Hayat böyledir işte! Hiçbir şey kolay değil ve hiçbir şey imkansız değil.
- Das Leben ist so! Nichts ist einfach und nichts ist unmöglich.
Amerikalılar için seni seviyorum demek çok kolay ama Çince'de bunu yapmak olanaksızdır.
- It's so easy for Americans to say I love you and it's impossible to do this in Chinese.
Bu görevi tamamlamak benim için olanaksız.
- This task is impossible for me to accomplish.
Zamanda geçmişe seyahat etmenin imkansız olduğu düşünülüyor.
- It is considered impossible to travel back to the past.
Onun sorularını anlamak imkânsızdı.
- It was impossible to understand his questions.
The Bible is clearly a complex piece of writing, that impossibly could have been written by a single author.
- Die Bibel ist ein derart vielschichtiges Schriftwerk, dass sie unmöglich von nur einem Autor geschrieben worden sein kann.