O, onun ne söylediğini anlamayı olanaksız buldu.
- She found it impossible to understand what he was saying.
Gelecekte ne olacağını bilmek olanaksızdır.
- It is impossible to know what will happen in the future.
Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.
- Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
Zamanda geçmişe seyahat etmenin imkansız olduğu düşünülüyor.
- It is considered impossible to travel back to the past.
I've wanted to tell you this for a long time: Your cynical jokes are unbearable.
- Eine Sache wollte ich dir schon seit Langem sagen: Deine zynischen Witze sind unerträglich.
The pain was almost unbearable.
- Der Schmerz war fast unerträglich.