Suicide is a desperate act.
- İntihar umutsuz bir eylemdir.
Tom wanted desperately to believe what Mary said was true.
- Tom Mary'nin söylediğinin gerçek olduğuna umutsuzca inanmak istedi.
Tell them this is hopeless.
- Onlara bunun umutsuz olduğunu söyle.
It's all so hopeless.
- Onun hepsi çok umutsuz.
Despite concerted effort by the government and private actors, the language's future is bleak.
- Hükümet ve özel aktörlerin çok güçlü çabalarına rağmen dilin geleceği umutsuzdur.
Your students have given us new hope.
- Öğrencileriniz bize yeni umut verdi.
I hope for your success.
- Ben sizin başarınız için umutluyum.
I had great expectations for Tom.
- Tom için büyük umutlarım vardı.
I feel hopeful about the future.
- Gelecekle ilgili umutlu hissediyorum.
There are numerous reasons to be hopeful.
- Umutlu olmak için çok sayıda sebep var.
They were sanguine about the company's prospects.
- Onlar şirketin umutları hakkında iyimserdi.
The prospects aren't very bright.
- Umutlar çok parlak değil.
I guess it was too much to hope for.
- Sanırım bu umut etmek için çok fazlaydı.
To hope is better than to despair.
- Umutlanmak umutsuzluktan iyidir.