There is a small garden in front of my house.
- Evimin önünde ufak bir bahçe var.
During the vacation my sister and I stayed at a small village at the foot of Mt. Fuji.
- Kız kardeşim ve ben tatilde Fuji Dağı'nın dibindeki ufak bir köyde kaldık.
I have a little present for you.
- Sana ufak bir hediyem var.
There is little hope that he will succeed.
- Onun başarılı olacağına dair ufak bir umut var.
Tom was involved in a minor accident.
- Tom ufak bir kazaya karıştı.
Don't worry about the minor details.
- Ufak detaylar hakkında endişelenme.
I am grudged even the least bit of happiness.
- En ufak mutluluk bile bana çok görülüyor.
Tom is petty, isn't he?
- Tom ufak tefek, değil mi?
Without the slightest doubt, the dream was a memory from a previous life.
- En ufak bir şüphe olmadan, rüya daha önceki hayattan bir hatıraydı.
He's offended at the slightest thing, he takes exception to nearly everything we say to him.
- O en ufak bir şeye darılıyor, ona söylediğimiz yaklaşık her şeye itiraz ediyor.