uçmak

listen to the pronunciation of uçmak
Türkisch - Englisch
fly

It takes eight hours to fly from Zurich to Boston, but only six for the return trip. - Zürih'ten Boston'a uçmak sekiz saat sürer, ancak dönüş için sadece altı.

Driving in the dark feels like flying! - Karanlıkta araba sürmek uçmak gibidir.

evaporate
sail
to blow away, be blown away
barrel
(for a color) to fade
to evaporate, vaporize, volatilize
(araba vb.) scorch
to vanish, disappear
to fall off, fall from (a high place)
(araba) belt
to be wild with (joy)
fade
flush
(motorsuz) plane
slang to get/be high (on drugs). Uç baba torik! slang My, my!/Well, well! (said sarcastically). uçan kuşa borcu/borçlu olmak to be in debt to everybody. uçan kuştan medet ummak to be ready to accept help from absolutely anyone that offers it
to fly; to evaporate, to vaporize; (renk) to fade; to vanish, to disappear; to be wild with joy, etc.; to have a trip; to go very fast, to travel, to tell lies, to fabricate stories; to go off the wall, to go bananas; to be starry-eyed
wing

Birds flap their wings to fly. - Kuşlar, uçmak için kanatlarını çırparlar.

If humans were meant to fly, they would have wings. - İnsanlar uçmak için amaçlansalardı kanatları olurdu.

to fly; to fly away, take wing
freak out
soar
disappear
hurtle
go off the wall
trip

It takes eight hours to fly from Zurich to Boston, but only six for the return trip. - Zürih'ten Boston'a uçmak sekiz saat sürer, ancak dönüş için sadece altı.

blow
flight

I'd like to take a 9:30 flight. - 9:30 uçağı ile uçmak istiyorum.

belt
scorch
flutter
trip out
take wings
float
fly up
fly on
winnow
flit
take wing
{i} point

The plane was on the point of taking off. - Uçak kalkış noktasındaydı.

From a statistical point of view, a plane flight is much safer than a car trip. - İstatistiklere göre uçakla gitmek, arabayla gitmekten çok daha güvenlidir.

end

Tom and Mary sat at opposite ends of the couch. - Tom ve Mary koltuğun zıt uçlarında oturdular.

After tying up loose ends on the house, the carpenter gave the painter approval to begin work. - Evde gevşek uçları sabitledikten sonra, marangoz ressamın işe başlaması için onay verdi.

uçma
{i} flying

Flying is the quickest way to travel. - Uçmak seyahat etmek için en hızlı yoldur.

Human beings succeeded in flying into space. - İnsanoğlu uzaya uçmayı başardı.

{i} tip

Tom tiptoed out of the room. - Tom parmak uçlarına basarak odadan çıktı.

Tom closed the door quietly and tiptoed into the room. - Tom sessizce kapıyı kapattı ve parmak uçlarına basarak odaya girdi.

edge

Tom pushed Mary off the edge of the cliff. - Tom Mary'yi uçurumun kenarından itti.

Tom went to the edge of the cliff. - Tom uçurumun kenarına gitti.

uçmak işi veya biçimi
Flying business or format
extreme

He fell from one extreme to the other. - O bir uçtan diğerine düştü.

Fadil went to extremes to cover up his greed. - Fadıl açgözlülüğünü örtmek için uçlara gitti.

bit

Our flying time tonight will be just under 6 hours, but I'll see if I can speed things up a bit. - Bu gece uçuş saatimiz 6 saatin altında olacak, ancak bazı şeyleri biraz hızlandırabilip hızlandıramayacağımızı göreceğiz.

coast

The plane rose sharply before leveling off as it left the coast. - Uçak sahilden ayrılırken düz uçuşa geçmeden önce hızla yükseldi.

{i} top
{s} peak
motorsuz uçmak
glide
closing
{i} pole
lip
{f} fly

Bats usually fly in the dark. - Yarasalar genelde karanlıkta uçar.

Words fly, texts remain. - Söz uçar, yazı kalır.

uçma
{i} flight

I'd like to take a 9:30 flight. - 9:30 uçağı ile uçmak istiyorum.

(Gıda,Teknik) nozzle
(Dilbilim) margin
(Biyokimya) ultimate

His Noodliness, the Flying Spaghetti Monster is the ultimate truth in the universe. - Onun Noodliness'i, Uçan Spagetti Canavarı evrende nihai gerçektir.

lead

Tom wanted a pencil with a softer lead. - Tom daha yumuşak uçlu bir kurşun kalem istedi.

(Otomotiv) pin

You could hear a pin drop. - Sinek uçsa duyabilirsin.

It was so quiet you could hear a pin drop. - O kadar sessizdi ki sinek uçsa duyabilirdın.

extremal
(Argo) hardcore
nose
terminus
tail end
(Denizbilim) boundry
pen-nib
(İnşaat) blade
(Askeri) point bar
summit
nib
{i} butt

A bat flying in the sky looks like a butterfly. - Bir yarasa gökyüzünde bir kelebek gibi uçuyor.

Brilliant butterflies flew hither and thither. - Parlak kelebekler oradan oraya uçtu.

{f} flown

Have you ever flown in a blimp? - Hiç zeplinle uçtun mu?

This is the second time I've flown. - Bu ikinci kez uçuşum.

{f} flying

If it hadn't been for Lindbergh's luck and his knowledge of flying, he could never have succeeded in crossing the Atlantic. - Lindbergh'in şansı ve uçuş bilgisi olmasaydı, Atlantiği geçmeyi asla başaramazdı.

The cost of flying overseas has risen with the cost of fuel. - Yakıt maliyetinden dolayı deniz aşırı ülkelere uçuş maliyet arttı.

spout
limit
flew

She flew to Europe by way of Siberia. - Sibirya yoluyla Avrupa'ya uçtu.

We flew from London to New York. - Londra'dan New York'a uçtuk.

tipping
mutluluktan uçmak
Be over the moon
barb
uçma
fly

These birds don’t fly well but they are excellent runners. - Bu kuşlar iyi uçmaz ama harika koşuculardır.

This bird's large wings enable it to fly very fast. - Bu kuşun büyük kanatları onun çok hızlı uçmasını sağlar.

uçma
freak-out
yakında uçmak
soon off

yakında istanbul a uçuyorum.

alçaktan uçmak
fly a plane at low altitudes
alçaktan uçmak
buzz
alçaktan uçmak
fly at a low altitude
alçaktan uçmak
hedgehop
balonla uçmak
balloon
benizi atmak/ağarmak/uçmak
to grow pale
daireler çizerek uçmak
wheel around
daireler çizerek uçmak
wheel about
daireler çizerek uçmak
stack
havalara uçmak
crow
havaya uçmak
blow up
havaya uçmak
a) to blow up, to explode b) to go up in smoke
havaya uçmak
to be blown up, be blown sky-high
havaya uçmak
go up
helikopter ile uçmak
helicopter
jet ile uçmak
jet
kanatlanıp uçmak
flush
mutluluktan havalara uçmak
to be bursting with happiness
planörle uçmak
to glide
planörle uçmak
sailplane
radyo sinyallerine göre uçmak
ride the beam
renki atmak/kaçmak/uçmak
1. (for someone) to go pale. 2. (for something's color) to fade
sevincinden havalara uçmak
to go to raptures, to be on cloud nine
sevincinden uçmak
to exult, to walk on air
sevinçten havalara uçmak
leap for joy
sevinçten havalara uçmak
walk on air
sevinçten havalara uçmak
be riding on air
sevinçten havalara uçmak
tread on air
sevinçten uçmak
jubilate
sevinçten uçmak
to be over the moon, to exult (at/in sth)
terminal
end, extremity; tip
tip; point; extremity, end; pen-nib; reason
toe
tail

The International Sun-Earth Explorer 3 (ISEE-3) spacecraft made the first ever direct cometary measurements on September 11, 1985 as it flew through the tail of Comet Giacobini-Zinner. - Uluslararası Sun-Earth Explorer 3 uzay gemisi kuyruklu yıldız Giacobini-Zinner'in kuyruğu boyunca uçarken 11 Eylül 1985'te ilk doğrudan kuyruklu yıldız ölçümleri yaptı.

The tail at the rear of the plane provides stability. - Uçağın arkasındaki kuyruk denge sağlar.

the extreme

The town is located in the extreme north of Japan. - Kasaba Japonya'nın en uç kuzeyindedir.

point (of a sharply pointed instrument)
hist. march, borderland
extremity
apex
tab
cusp
ending

Wash eggplants and cut their endings. - Patlıcanları yıkayın ve onların uçlarını kesin.

endpiece
uçma
volatilization
uçma
wing

I wish I had wings to fly. - Keşke uçmak için kanatlarım olsa.

This bird's large wings enable it to fly very fast. - Bu kuşun büyük kanatları onun çok hızlı uçmasını sağlar.

uçma
freak out
uçma
high

No bird soars too high if he soars with his own wings. - Hiçbir kuş gereğinden çok yükseğe uçmaz, eğer ki kendi kanatlarıyla uçuyorsa.

uçma
getting high
uçma
(uyuşturucu ile) trip
yere yakın uçmak
taxi
yüksekten uçmak
to pursue the impossible, chase rainbows
yüksekten uçmak
fly high
yıldız akmak/kaymak/uçmak
for a shooting star to fall
öteye uçmak
overfly
üstünde uçmak
hover
üzerinden uçmak
overfly
Türkisch - Türkisch
özel mekanizma ile yerden yükselmek, havada yol almak
Keyif verici veya uyuşturucu madde aldıktan sonra hayal âlemine dalıp gitmek
Ruh ölümden sonra göğe yükselmek
Çok sevinmek
Aşırılmak
Yüksek yerden düşmek veya yuvarlanmak
Çok hızlı gitmek
Solarak yok olmak
Uçar gibi dalgalanmak: "Elleri trençkotunun cebinde, gözlerini karşı kıyıya dikmiş, saçları savrulurcasına geriye uçuyor."- A. İlhan. Çok hızlı gitmek: "Hele bir asfalta çıkalım görürsünüz bey, derdi
Uçar bu bizim külüstür."- R. N. Güntekin
Patlayıcı madde ile parçalanmak
Hareketli kanatları yardımıyla havada düşmeden durmak, havada yol almak
Uçak vb
Belirmek
Belirmek: "Sakalı yeni çıkmış, yüzünde çocukça ifadeler uçuyordu."- S. F. Abasıyanık
Uçar gibi dalgalanmak
Solarak yok olmak: "Rengi birdenbire uçtu."- P. Safa
Hava yolu ile gitmek
Gaz veya buhar durumuna geçmek
Yok olmak, ortadan kaybolmak
Dinî inanışa göre ruh ölümden sonra göğe yükselmek
Cennet
Rüzgâr veya başka bir itici güçle yerinden ayrılıp uzağa gitmek
Yok olmak, ortadan kaybolmak: "Bütün kararları uçmuştu.Yüzünde iradesiz hatlar belirdi."- S. F. Abasıyanık
Cennet, behişt
Kuş, kanatlı böcek vb. hareketli kanatları yardımıyla havada düşmeden durmak, havada yol almak: "Biraz havalanıp bir başka kayaya kadar uçtu."- S. F. Abasıyanık
kalkmak
(Osmanlı Dönemi) TAYRURE
(Osmanlı Dönemi) TATAYYUR
(Osmanlı Dönemi) TAYİR
cunda
gunçul
Genellikle uzun bir nesnenin incelerek biten son ve sivri noktası: "Bu resmin iki gözü bir makasın ucu ile oyulmuştu."- A. Gündüz
Bir yerin en kenarda kalan bölümü
Bir şeyin kenarı: "Kırk kişilik bir masanın bir ucunda, üç kişiyiz."- R. H. Karay
Sınır boyu
Sebep
Genellikle uzun bir nesnenin incelerek biten son ve sivri noktası
Bir şeyin kenarı
Uzun bir şeyin baş veya son noktası
Bir uzaklığın son noktası: "İstikbal bu yolun ucundan bir güneş gibi doğuyor."- F. R. Atay
Bir şeyin başı, tepesi
Bir uzaklığın son noktası
Türk devletlerinde genel olarak sınır boylarındaki eyalet ve sancaklara verilen ad
Bir şeyin başı, tepesi: "Ayaklarının ucuna basarak beşiğin yanına geldi."- H. E. Adıvar
Amaç, gaye
uçma
Uçmak işi
uçmak
Favoriten