uçlu

listen to the pronunciation of uçlu
Türkisch - Englisch
tipped
pointed; tipped
pointed
(something) which has a point or tip; pointed; tipped
edged
(Konuşma Dili) filter-tipped cigarette, filter tip
{i} point

He uses a pencil with a fine point. - O güzel uçlu bir kurşun kalem kullanır.

From a statistical point of view, a plane flight is much safer than a car trip. - İstatistiklere göre uçakla gitmek, arabayla gitmekten çok daha güvenlidir.

end

Wash eggplants and cut their endings. - Patlıcanları yıkayın ve onların uçlarını kesin.

Tom and Mary sat at opposite ends of the couch. - Tom ve Mary koltuğun zıt uçlarında oturdular.

sivri uçlu çubuk
spike
{i} tip

Tom tiptoed out of the room. - Tom parmak uçlarına basarak odadan çıktı.

Tom slipped quietly into his clothes and tiptoed out of the room. - Tom sessizce elbiselerini giydi ve ayak uçlarına basarak odadan çıktı.

edge

Are you sure it's safe to stand that close to the edge of the cliff? - Uçurumun kenarına bu kadar yakın durmanın güvenli olduğundan emin misin?

Tom pushed Mary off the edge of the cliff. - Tom Mary'yi uçurumun kenarından itti.

uçlu kalem
pencil
uçlu yazıcı
stylus printer
extreme

Fadil went to extremes to cover up his greed. - Fadıl açgözlülüğünü örtmek için uçlara gitti.

The town is located in the extreme north of Japan. - Kasaba Japonya'nın en uç kuzeyindedir.

bit

Our flying time tonight will be just under 6 hours, but I'll see if I can speed things up a bit. - Bu gece uçuş saatimiz 6 saatin altında olacak, ancak bazı şeyleri biraz hızlandırabilip hızlandıramayacağımızı göreceğiz.

coast

The plane rose sharply before leveling off as it left the coast. - Uçak sahilden ayrılırken düz uçuşa geçmeden önce hızla yükseldi.

{i} top
{s} peak
closing
{i} pole
lip
{f} fly

Words fly away, the written remains. - Söz uçar, yazı kalır.

Bats usually fly in the dark. - Yarasalar genelde karanlıkta uçar.

elektriksel iki uçlu
electric dipole
keskin uçlu
pointed
kıvrık uçlu kısa kılıç
cutlass
sivri uçlu
(Askeri) cusp
sivri uçlu
taper
sivri uçlu
jagged
sivri uçlu
pierce
sivri uçlu
keen
(Gıda,Teknik) nozzle
(Dilbilim) margin
(Biyokimya) ultimate

His Noodliness, the Flying Spaghetti Monster is the ultimate truth in the universe. - Onun Noodliness'i, Uçan Spagetti Canavarı evrende nihai gerçektir.

lead

Tom wanted a pencil with a softer lead. - Tom daha yumuşak uçlu bir kurşun kalem istedi.

(Otomotiv) pin

It was so quiet you could hear a pin drop. - O kadar sessizdi ki sinek uçsa duyabilirdın.

You could hear a pin drop. - Sinek uçsa duyabilirsin.

extremal
(Argo) hardcore
nose
terminus
tail end
(Denizbilim) boundry
pen-nib
(İnşaat) blade
(Askeri) point bar
summit
nib
{i} butt

Brilliant butterflies flew hither and thither. - Parlak kelebekler oradan oraya uçtu.

She observed how butterflies fly. - O, kelebeklerin nasıl uçtuğunu gözledi?

{f} flown

An airplane had flown over the mountain. - Bir uçak dağ üzerinden uçtu.

Have you ever flown in a blimp? - Hiç zeplinle uçtun mu?

{f} flying

The cost of flying overseas has risen with the cost of fuel. - Yakıt maliyetinden dolayı deniz aşırı ülkelere uçuş maliyet arttı.

I saw a flock of birds flying aloft. - Havada uçan bir kuş sürüsü gördüm.

spout
limit
flew

This pigeon flew from San Francisco to New York. - Bu güvercin San Francisco'dan New York'a uçtu.

Timuçin flew from Yozgat to Warszawa with Ryan Air. - Timuçin, Yozgat'tan Varşova'ya Ryan Air ile uçtu.

tipping
barb
ara uçlu direnç
tapped resistor
ara uçlu transformatör
tapped transformer
açık uçlu
open-ended
balon uçlu
balloon tipped
demir uçlu dağcı sopası
alpenstock
demir uçlu golf sopası
mashie
dik uçlu
(yaka) scraggy
elmas uçlu aygıt
diamond tool
elmas uçlu delici
diamond drill
elmas uçlu keski
diamond-pointed chisel
igne uçlu
needlelike
iki uçlu
double-edged
kalkık uçlu
snub
kesici uçlu tarak
cutter-dredger
kesik uçlu kanat
(Havacılık) clipped wing
kıvrık uçlu aplikatör
doe foot applicator
kıvrık uçlu aplikatör
doe-foot applicator
kıvrık uçlu fırça
doe-foot applicator
savaşta yere atılan dört uçlu demir
caltrop
sivri uçlu
cuspidal
sivri uçlu
cusped
sivri uçlu
cuspidate
sivri uçlu
pointed
sivri uçlu
spicular
sivri uçlu alet
prong
sivri uçlu bir biçimde
spikily
sivri uçlu demir
spike
sivri uçlu kare rondela
square taper washer
sivri uçlu kazık
tapered pile
sivri uçlu kumsal yapı
(Askeri) gilant cusp
sivri uçlu mala
(İnşaat) pointed trowel
sivri uçlu mızrak
jerreed
sivri uçlu objelerden korkma
(Pisikoloji, Ruhbilim) enetophobia
sivri-uçlu
(Jeoloji) acicular
terminal
end, extremity; tip
tip; point; extremity, end; pen-nib; reason
toe
tail

The tail at the rear of the plane provides stability. - Uçağın arkasındaki kuyruk denge sağlar.

The International Sun-Earth Explorer 3 (ISEE-3) spacecraft made the first ever direct cometary measurements on September 11, 1985 as it flew through the tail of Comet Giacobini-Zinner. - Uluslararası Sun-Earth Explorer 3 uzay gemisi kuyruklu yıldız Giacobini-Zinner'in kuyruğu boyunca uçarken 11 Eylül 1985'te ilk doğrudan kuyruklu yıldız ölçümleri yaptı.

the extreme

The town is located in the extreme north of Japan. - Kasaba Japonya'nın en uç kuzeyindedir.

point (of a sharply pointed instrument)
hist. march, borderland
extremity
apex
tab
cusp
ending

Wash eggplants and cut their endings. - Patlıcanları yıkayın ve onların uçlarını kesin.

endpiece
yuvarlak uçlu
round nosed
Türkisch - Türkisch
Ucu olan, ucu çıkan
Filtreli (sigara)
Ucu olan, ucu çıkan: "Bu iki uçlu davanın ise bence bir tek hedefi vardı."- Y. K. Karaosmanoğlu
iki uçlu duygudurum bozukluğu
(Tıp, İlaç) Bipolar bozukluk veya iki üçlü duygudurum bozukluğu, eskiden manik depresyon, manik atak veya manik depresif bozukluk olarak bilinen hastalıktır. Bipolar bozukluk, kişinin depresyon ve/veya mani, hipomani, ve/veya karışık durumlar geçirdiği duygudurum bozuklukları sınıfını tanımlayan tanısal kategoridir. Kişinin, depresif eğilimlerin yoğun yaşandığı dönemlerle, taşkınlık, coşkunluk olarak tanımlanabilecek mani dönemleri yaşadığı, bu bağlamda Bipolar Bozukluk ya da Manik Atak olarak tanımlanan bir rahatsızlıktır. DSM-İV adlı tanı ve istatistik kriteri ile teşhis konur
cunda
gunçul
Genellikle uzun bir nesnenin incelerek biten son ve sivri noktası: "Bu resmin iki gözü bir makasın ucu ile oyulmuştu."- A. Gündüz
Bir yerin en kenarda kalan bölümü
Bir şeyin kenarı: "Kırk kişilik bir masanın bir ucunda, üç kişiyiz."- R. H. Karay
Sınır boyu
Sebep
Genellikle uzun bir nesnenin incelerek biten son ve sivri noktası
Bir şeyin kenarı
Uzun bir şeyin baş veya son noktası
Bir uzaklığın son noktası: "İstikbal bu yolun ucundan bir güneş gibi doğuyor."- F. R. Atay
Bir şeyin başı, tepesi
Bir uzaklığın son noktası
Türk devletlerinde genel olarak sınır boylarındaki eyalet ve sancaklara verilen ad
Bir şeyin başı, tepesi: "Ayaklarının ucuna basarak beşiğin yanına geldi."- H. E. Adıvar
Amaç, gaye
uçlu
Favoriten