tut!

listen to the pronunciation of tut!
Englisch - Türkisch
hay aksi!
tüh!
vah!
cik cik
tut! Vah
{ü} Tut, tut! Bir şeyin onaylanmadığını vurgulamak için söylenir: Tut, tut, you shouldn't be reading other people's mail! A, başkalarının
Sus! Adam sen de! Tut
Türkisch - Türkisch
(Osmanlı Dönemi) f. Dut
Eski Mısır'da kullanılan Kıpti takviminin ilk ayı
Englisch - Englisch
A tutorial
To make a tut tut sound of disapproval
{e} expressing dislike
See tut tut
Be still; hush; an exclamation used for checking or rebuking
A word used in Lincolnshire for a phantom, as the Spittal Hill Tut Tom Tut will get you is a threat to frighten children Tut-gotten is panic-struck Our tush is derived from the word tut
If you tut, you make a sound with your tongue touching the top of your mouth when you want to indicate disapproval, annoyance, or sympathy. He tutted and shook his head. tut-'tut tutted tutting to express disapproval by making a tut sound
Tut is used in writing to represent the sound that you make with your tongue touching the top of your mouth when you want to indicate disapproval, annoyance, or sympathy
Society Alt Ntul
A hassock
An imperial ensign consisting of a golden globe with a cross on it
Türkisch - Englisch
held

He held a pen in his hands. - O, elinde bir kalem tutuyor.

They held her in high esteem as their benefactor. - Onlar, hayırseverleri olarak onu yüksek itibarda tuttu.

{f} fix

They fixed the sign to the wall. - Onlar tabelayı duvara tutturdular.

cost

How much does a beer cost? - Bir bira ne kadar tutar?

This diamond costs a fortune. - Bu elmas servet tutar.

hold down

Tom can't hold down a job. He's always getting fired. - Tom bir mesleği tutamaz. O her zaman kovuluyor.

got hold of
{f} restrained

I barely restrained myself from vomiting. - Kusmamak için kendimi zar zor tuttum.

{f} sustaining
{f} hold

Hold your tongue, or you'll be killed. - Dilini tut, yoksa öldürüleceksin.

Hold the vase with both hands. - Vazoyu iki elinle tut.

choke back
{f} withholding
{f} withheld
restrain

I barely restrained myself from vomiting. - Kusmamak için kendimi zar zor tuttum.

He could no longer restrain himself. - O artık kendini tutamadı.

retain

We had to retain a lawyer. - Biz bir avukat tutmak zorunda kaldık.

get hold of

Tom and Mary's new puppy chews up everything he can get hold of, including Tom's new slippers. - Tom ve Mary'nin yeni köpeği, Tom'un yeni terlikleri de dahil olmak üzere, elinde tuttuğu her şeyi çiğnemektedir.

Sami tried to get hold of his brother. - Sami erkek kardeşini tutmaya çalıştı.

{f} retained
maintain at
{f} holding

He was holding a large box in his arms. - O, kollarında büyük bir kutu tutuyordu.

To put it bluntly, the reason this team won't win is because you're holding them back. - Açık söylemek gerekirse, bu takımın kazanamayacak olmasının sebebi onları geride tutmanızdır.

withhold
hold back

Tom couldn't hold back his tears. - Tom gözyaşlarını tutamadı.

The girl tried hard to hold back her tears. - Kız gözyaşlarını tutmak için çok gayret etti.

held down
held back

The police held back the protesters. - Polis protestocuları geri tuttu.

The police held back the crowd. - Polisler kalabalığı geride tuttu.

{f} seizing
heldback
helddown
support

Reason promises us its support, but it does not always keep its promise. - Sebep bize destek sözü verir ancak her zaman sözünü tutmaz.

chokeback
tut!
Favoriten