Bütün bu dertleri başına açtığım için üzgünüm.
- I'm sorry to cause you all this trouble.
O her zaman başı dertte olan insanlara yardım etmeye hazırdı.
- She was always willing to help people in trouble.
Onların sorunlarıyla ilgili yapacak bir şeyim yok.
- I have nothing to do with their troubles.
Zenginlerin fakirler kadar sorunları vardır.
- The rich have troubles as well as the poor.
Benim her zaman başım belada.
- I am forever in trouble.
Patronu gerçeği öğrendiğinde yalan onun başını belaya soktu.
- The lie got him in trouble when his boss found out the truth.
O, arkadaşını havaalanında karşılama zahmetine katlandı.
- She took the trouble to meet her friend at the airport.
Lezzetli yemeklerinizi hazırlama zahmetine girdiğiniz için teşekkür ederim.
- Thank you for taking the trouble to prepare your delicious meals.
Benim her zaman başım belada.
- I am forever in trouble.
O pastayı yediysen başın belada!
- You're in trouble if you ate that cake!
Bana daha fazla sıkıntı verme.
- Don't give me any more trouble.
Kesinlikle sıkıntılarımız olacak.
- We'll have troubles for sure.
İşle ilgili biraz sorunum var.
- I had some trouble with the work.
Karanlıktı, bu yüzden Tom cadde işaretini okumada sıkıntı çekti.
- It was dark, so Tom had trouble reading the street sign.
O, burada karışıklık çıkarmaya çalışıyor.
- He's here trying to stir up trouble.
Bakar bakmaz bir sıkıntısı olduğunu anlamıştım.
- I could tell at a glance that she was in trouble.
Onlar bize çok az sıkıntı verdi.
- They gave us very little trouble.
Jamal tehlikeli bir haydut. Her zaman başı beladadır.
- Jamal is a dangerous thug. He always gets in trouble.
Tom'un uyumada problemi olduğunda, o kakımları saymaya başlar.O, onu çabucak sakin bir hale getirir. Ve o kakımları elliye kadar sayabilmeden önce derin uykuya dalar.
- When Tom has trouble sleeping, he starts counting stoats. That quickly brings him into a peaceful mood, and he is fast asleep before he could count the stoats to fifty.
Problem, arabayı nereye park ettiğimi hatırlayamıyor olmam.
- The trouble is that I can't remember where I parked the car.
Sana zorluk çıkarmak istemiyorum.
- I don't want to trouble you.
Nefes almada zorluk çekiyorum.
- I've been having trouble breathing.
O kelimeyi telaffuz etmede her zaman güçlük yaşıyorum.
- I always have trouble pronouncing that word.
Köpeğimi hangi marka köpek yiyeceği ile besleyeceğime karar vermede güçlük çekiyorum.
- I had trouble deciding which brand of dog food to feed my dog.
Her zor durumda olduğunda o yanında oldu.
- She stood by him whenever he was in trouble.
Patronu gerçeği öğrendiğinde yalan onun başını belaya soktu.
- The lie got him in trouble when his boss found out the truth.
O pastayı yediysen başın belada!
- You're in trouble if you ate that cake!
Tom bela aramak için bugün buraya geldi.
- Tom came here today looking for trouble.
O bela aramak için geldi.
- He came to look for trouble.
Bir sürü üzücü şey yaptım.
- I do a lot of worrying.
Bu endişe verici bir problem.
- It's a worrying matter.
Bu son derece endişe verici.
- This is extremely worrying.
He was brought down to earth in Georgetown, however, ten days later, suffering the indignity of being run out without troubling the scorers in the victory over British Guiana.
... of the things I find most troubling is that when you go out and talk to small businesses ...
... And the thing I find the most troubling about Obama Care, well it's a long list, but one ...