Tom Mary'nin omzuna dokundu.
- Tom touched Mary's shoulder.
O asla şaraba dokunmadı.
- He never touched wine.
Tom müteessir görünüyordu.
- Tom seemed to be touched.
Tom, Mary'nin onun hakkında üzgün olmasından etkilenmişti.
- Tom was touched that Mary was worried about him.
Küçük çocuklar her şeye dokunmak ister.
- Little children like to touch everything.
Tom Mary'ye dokunmak için uzandı.
- Tom reached out to touch Mary.
Yaşlı Alman posta taşıyıcı hediye işaretli pakete dokunmak istemedi.
- The old German mail carrier did not want to touch the package marked gift.
Seninle nereden iletişime geçebilirim?
- Where can I get in touch with you?
O, onun mümkün olan en kısa sürede onunla iletişim kurmasını istiyor.
- She'd like him to get in touch with her as soon as possible.
Benim soğuk bir dokunuşum var. Bu çok kötü.
- I've a touch of a cold. That's too bad.
Tom'la temas kurmaya çalışacağım.
- I'll try to get in touch with Tom.
Kız kardeşiyle temasa geçmeye çalışıyorum.
- I'm trying to get in touch with her sister.
Bu bir dokunmatik ekran, onun üzerinde görüntülenen kontrolleri çalıştırmak için parmaklarını kullanabilirsin.
- This is a touchscreen, so you can use your fingers to operate the controls which are displayed on it.
O tavaya dokunmayın! O çok sıcak.
- Don't touch that pan! It's very hot.
Liköre dokunan dudaklar benimkine dokunmayacaklar.
- Lips that touch liquor shall not touch mine.
Bu eve kadın eli değmesi lazım.
- This house needs a feminine touch.
Tom, Mary ile e-posta vasıtasıyla bağlantı kurabilir.
- Tom can get in touch with Mary by email.
Ebeveynlerimle posta yoluyla bağlantı kuruyorum.
- I keep in touch with my parents by mail.
Mümkün olduğunca kısa sürede onunla temas edeceğim.
- I will get in touch with him as soon as possible.
Ben seninle temas kuracağım.
- I will get in touch with you.
Liköre dokunan dudaklar benimkine dokunmayacaklar.
- Lips that touch liquor shall not touch mine.
Tom öğle yemeğine dokunmadı.
- Tom didn't touch his lunch.
Ben şimdi son rötuşları yapıyorum.
- I'm adding the finishing touches now.
Birkaç son rötuş eklerim.
- I add a few finishing touches.
Her parents had caught her touching herself when she was fifteen.
He performed one of Ravel's piano concertos with a wonderfully light and playful touch.
Clever touches like this are what make her such a brilliant writer.
With the lights out, she had to rely on touch to find her desk.
He promised to keep in touch while he was away.
Move it left just a touch and it will be perfect.
Suddenly, in the crowd, I felt a touch at my shoulder.
There was his mistress, Maria Morano. I don't think I've ever seen anything to touch her, and when you work for the screen you're apt to have a pretty exacting standard of female beauty.
... building up on some of the points that we touched upon ...
... has touched all of our lives, and that is the electromagnetic force. ...