Pencereler bir şeyi tanıyamayacak kadar çok buğulanmıştı.
- The windows were too steamed up to be able to recognize something.
Tom Mary'yi ona gönderilen bir zarfı açmak için buğulama yapmaya çalışırken yakaladı.
- Tom caught Mary trying to steam open an envelope addressed to him.
Bir buhar tıslaması vardı.
- There was a hiss of steam.
Buhar benim gözlüğümü buğulandırdı.
- The steam has fogged my glasses.
Bir bulut, yoğunlaşmış subuharıdır.
- A cloud is condensed steam.
Biz şafak vakti buharlı lokomotif düdüğü ile uyandırıldık.
- We were wakened by the whistle of the steam locomotive at dawn.