20. yüzyılın ortalarından beri Pekin'de su kuyusu sayısı önemli ölçüde düşmüş ve yeni yol ve binalar için bir yol yapmak için yıkılmışlardır.
- Since the mid-20th century, the number of hutongs in Beijing has dropped dramatically as they are demolished to make way for new roads and buildings.
İngilizce konuşurken hata yapmaktan korkmayın.
- Don't be afraid to make mistakes when speaking English.
Hatalar yapmak her zaman yanlış değildir.
- To make mistakes is not always wrong.
Ben bu küçük odayla ilgili en iyisini yapmak zorundayım.
- I have to make the best of that small room.
Fiyatlar düştüğünde hâlâ kâr elde etmek mümkündür.
- It is still possible to make a profit when prices are falling.
Kâr elde etmek için mücadele eden komisyoncular her zaman kitabına göre oynamıyorlar.
- Brokers struggling to make a profit don't always play by the book.
Nasıl şekerleme yapılacağını bilir.
- She knows how to make candy.
Nasıl bir radyo yapılacağını bilir.
- He knows how to make a radio.
Bununla ilgili bir sorun yaratmak istemiyorum.
- I don't want to make an issue of it.
O bir fark yaratmak zorunda.
- That's got to make a difference.
O, yüz çeşitten fazla ekmek yapmasını bilir.
- She knows how to make more than a hundred types of bread.
Tom işini nasıl daha başarılı yapacağına dair çeşitli fikirler ileri sürdü.
- Tom came up with various ideas on how to make his business more successful.
Sanırım Tom'un ev yapımı kurabiyeleri Mary'nin yaptıklarından daha iyi.
- I think Tom's homemade cookies are better than the ones Mary makes.
Tarihin gerçek yapımcıları kitlelerdir.
- The true makers of history are the masses.
Nasıl çalıştığını anlamak için ayrı şeyler almayı isterim.
- I like to take things apart to see what makes them tick.
Bazen iyice anlamak için hata yapmalısın.
- Sometimes you should sometimes make a mistake to be properly understood.
Tom kendi öğle yemeğini hazırlamak için yeterli zamanını olmadığını söyledi.
- Tom said that he didn't have enough time to make his own lunch.
Akşam yemeği hazırlamak zorunda mısın?
- Do you have to make dinner?
Kasımda yağ üretimi için zeytinler hasat edilir.
- In November, olives are harvested from the trees to make oil.
İşleri düzeltmek için ne gerekiyorsa yapacağım.
- I'll do whatever it takes to make things right.
Onu düzeltmek için ne gerekiyorsa yapacağım.
- I'll do whatever it takes to make it right.
Tutmak niyetinde olmadığın sözler verme.
- Don't make promises that you don't intend to keep.
Doğum gününde dilek tutmak bir Amerikan geleneğidir.
- It's an American tradition to make a wish on your birthday.
Japon marka bir saatim var. Çok dakiktir.
- I have a watch of Japanese make, which keeps very good time.
Araban hangi markadır? O bir Forddur.
- What make is your car? It is a Ford.
Ben bu kararı kolay bir biçimde vermedim.
- I didn't make this decision lightly.
Bebek uyuyor. Gürültü yapmayın.
- The baby is asleep. Don't make a noise.
Yapabileceğini biliyorum.
- I know you can make it.
İnsanlara şirketinin kazançlı olduğunu düşündürmek için tek ihtiyacın olan şey muhasebende küçük bir el çabukluğu.
- All you need is a little sleight of hand in your accounting to make people think your company is profitable.
İnsanlara şirketinin kazançlı olduğunu düşündürmek için yapman gereken tek şey küçük bir hokkabazlık.
- All you need is a little legerdemain in your accounting to make people think your company is profitable.
O iyi bir yaşam sağlamaktadır.
- She makes a good living.
Onun teoriyi anlamasını sağlamak imkansızdır.
- It is impossible to make her understand the theory.
Rezervasyon yaptırmak zorundasın.
- You have to make a reservation.
Yarın golf oynamak için bir rezervasyon yaptırmak istiyorum.
- I'd like to make a reservation to play golf tomorrow.
Verimli bir FBI ajanı görevlerini yürütme hakkında bir şey söylemiyor.
- An efficient FBI agent does not make any bones about carrying out his duties.
Amerika Birleşik Devletleri'nde, elektriğimizin % 39'unu kömür sağlar.
- In the United States, coal makes 39% of our electricity.
Bu elektrikli süpürge çok gürültü yapıyor.
- This vacuum cleaner makes a lot of noise.
Tom Boston'da iken Mary'yi ziyaret etmek için zaman ayırmış olabilir.
- Tom managed to make time to visit Mary while he was in Boston.
Kaybı telafi etmek zorundaydım.
- I had to make up for the loss.
I made over twenty miles that day, for I was now hardened to fatigue and accustomed to long hikes, having spent considerable time hunting and exploring in the immediate vicinity of camp.
To make like a deer caught in the headlights.
His past mistakes don’t make him a bad person.
What make of car do you drive?.
She married into wealth. She has it made.
This makes the third infraction.
The camera was of German make.
David Sinclair: (walking) Almost at Seventh; I should have a visual any second now. (rounds a corner, almost collides into Kaleed Asan) Damn, that was close.Don Eppes: David, he make you?David Sinclair: No, I don't think so.
Th'Elfe therewith astownd, / Vpstarted lightly from his looser make, / And his vnready weapons gan in hand to take.
I was made to feel like a criminal.
We should make Cincinnati by 7 tonight.
Scotch will make you a man.
We’ll make a man out of him yet.
Henry Hill: Paulie's gonna make you?.
The ship could make 20 knots an hour in calm seas.
... Achievements are virtual trophy walls that make it ...
... provide us with a plan to make sure that children are going to ...