Belki de bir anlaşma yapabiliriz.
- Maybe we can make a deal.
Bu büyük bir anlaşma değil. Onun hakkında endişelenme.
- It's not a big deal. Don't worry about it.
Kanser hastaları sıklıkla bulantı nöbetlerini azaltmakla uğraşmak zorundadır.
- Cancer patients often have to deal with debilitating bouts of nausea.
Şu an bu sorunla uğraşmak istemiyorum.
- I don't want to deal with this problem now.
Kartları dağıtmak için Tom'un sırası.
- It's Tom's turn to deal the cards.
Kartları dağıtmak için kimin sırası?
- Whose turn is it to deal the cards?
Tom bit pazarında birkaç iyi alışveriş buldu.
- Tom found a few good deals at the flea market.
O, çocuklarının para ile alışveriş etmelerine yardım ederek çok zaman harcar.
- She spends a lot of time helping her children learn to deal with money.
Ahmet is not going to deal with this situation/problem - Ahmet bu durumla/sorunla ilgilenmeyecek.
Tom'un o tür bir sorunla ilgilenmek için yeterli deneyimi yoktu.
- Tom didn't have enough experience in dealing with that kind of problem.
Tom şu anda bu sorunla ilgilenmek istemiyor.
- Tom doesn't want to deal with this problem now.
İş yapmak için kimin sırası?
- Whose turn is it to deal?
Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.
- The soul of commerce is upright dealing.
Oldu (tamam, anlaştık) hadi hemen işe koyulalım - Deal, let's get down to work.
Tom onun öyle büyük bir anlaşma olduğunu düşünmüyor.
- Tom doesn't think it's such a big deal.
O araba satıcısı bu kullanılmış Toyota'nın iyi durumda olduğunu söylediğinde bana yanlış bilgi vermiş.
- That car dealer gave me a bum steer when he told me this used Toyota was in good condition.
Sana bir miktar alabilirim.
- I can get you a deal.
Proje büyük miktarda para gerektiriyor.
- The project requires a great deal of money.
Tom'a kesinlikle haksız muamele gördü.
- Tom definitely got a raw deal.
Lütfen kartları dağıt.
- Please deal the cards.
Tom ilaçları dağıtıyor.
- Tom is dealing drugs.
Tom bir sanat tüccarı.
- Tom is an art dealer.
Tüccar onun cehaletinden faydalandı ve resmi çok ucuz aldı.
- The dealer took advantage of her ignorance and bought the picture very cheap.
Tom babasının ölümüyle çok iyi ilgilenmiyor.
- Tom isn't dealing with his father's death very well.
Dan psikolojik savaşla başa çıkmayı çok iyi bilir.
- Dan knows very well how to deal with psychological warfare.
Tom bir mahkum edilmiş zehir taciri.
- Tom is a convicted drug dealer.
Tamam, bir anlaşmamız var.
- OK, we've got a deal.
Onlar yazılım ürünleri ticareti yapıyorlar.
- They deal in software products.
Onlar ne ticareti yapıyorlar?
- What do they deal in?
İlgilenmem gereken çok işim var.
- I have a lot of things that I must deal with.
Kısa bir süre içinde tekrar gelmek zorunda kalacaksın: o işle ilgilenen adam az önce dışarı çıktı.
- You'll have to come back in a while: the man dealing with that business has just gone out.
Sizinle uğraşacak vaktim yok.
- I have no time to deal with you.
Kanser hastaları sıklıkla bulantı nöbetlerini azaltmakla uğraşmak zorundadır.
- Cancer patients often have to deal with debilitating bouts of nausea.
Polis isyanla başa çıkmak için hemen harekete geçti.
- The police took immediate action to deal with the riot.
Durum ile başa çıkmak için gerçekten zordu.
- The situation was really difficult to deal with.
Elbise çok pahalı. Pazarlığı biraz cazip hale getiremez misin?
- The dress is too expensive. Can't you sweeten the deal a little?
O bir hayli sabır gösterdi.
- He displayed a great deal of patience.
Tom'a bir hayli hayranım.
- I admire Tom a great deal.
Away, proud woman! said the Lady; who ever knew so well as thou to deal the deepest wounds under the pretence of kindness and courtesy?.
The cards were shuffled and dealt by the croupier.
He made a deal with the devil.
There is a deal of obscurity concerning the identity of the species thus multitudinously baptized.
She deals in gold.
In Deheubarth that now South-wales is hight, / What time king Ryence raign'd, and dealed right .
Wel said syr Uwayne go on your waye, and lete me dele.
The whole crowd waited for him to deal a real humdinger.
A plain deal table.
You also have to look at the kind of mortgage deals available to you and whether you will be able to trade up to the kind of property you are looking for.
We gave three deals of grain in tribute to the king.
The fighting is over; now we deal out the spoils of victory.
I believe it's your deal.
What's the deal?.
This club takes a dim view of members who deal drugs.
... Generations of students learned that demand had a great deal to do with what happened ...
... one which I learned a great deal about, particularly as I was serving as governor of my state, ...