Siyah insanlar otobüsün arkasında oturmak ya da doluysa ayakta durmak zorunda kaldılar.
- Black people had to sit in the back of the bus, or stand if the back was full.
O, trende ayakta durmak zorundaydı.
- She had to stand in the train.
Tren o kadar kalabalıktı ki Osaka'ya giden bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda bırakıldık.
- The train was so crowded that we were obliged to stand all the way to Osaka.
Tren o kadar kalabalıktı ki ben bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda kaldım.
- The train was so crowded that I had to keep standing all the way.
Duruşumu netleştireyim.
- Let me make my stand clearer.
Tom cesur bir duruş aldı.
- Tom took a courageous stand.
Tom hâlâ ayakta duruyor.
- Tom is still standing.
Binanın hâlâ ayakta durduğuna şaşırdım.
- I'm surprised that building is still standing.
Aynaya bakmadan tıraş olabilirim! Bu iyi ama İran halımın üzerinde dayanma. Kanlısın!
- I can shave without looking in a mirror! That's good, but do not stand over my Persian carpet. You're bloody!
Böylesine bir muameleye katlanmazlar.
- They will not stand for such treatment.
Buna katlanmayacağım.
- I will not stand for this.
Olduğun yerde kal yoksa seni öldürürüm.
- Stand where you are or I'll kill you.
Durduğum yerden kuleyi görebiliyorum.
- I can see the tower from where I stand.
Ayağa kalkmak için zahmet etmeyin.
- Don't bother standing up.
Amy ayağa kalkmak için bir çaba sarfetti.
- Amy made an effort to stand up.
Tren o kadar doluydu ki tüm gezi boyunca ayakta kalmak zorunda kaldım.
- The train was so packed that I had to stand up during the whole trip.
Biri odasının önünde duruyor.
- Somebody is standing in front of his room.
Ayaklarımın üzerinde güçlükle durabiliyordum.
- I could scarcely stand on my feet.
Tren o kadar kalabalıktı ki yolculuk boyunca ayakta durmak zorunda kaldım.
- The train was so crowded that I had to stand up the whole trip.
Tren çok kalabalık olduğu için Uone'ya kadar bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda kaldım.
- Since the train was very crowded, I had to stand all the way to Ueno.
Ben her zaman sorun durumunda hep yanında olacağım.
- I'll always stand by you in case of trouble.
Yapabildiğim bütün şey ayakta durmaya devam etmekti.
- It was all I could do to keep standing.
Bizim politik doğruluğa karşı koymaktan korkmayan güçlü liderlere ihtiyacımız var.
- We need strong leaders who are not afraid of standing up to political correctness.
Bana bir dayanak noktası verin, Dünya'yı yerinden oynatayım.
- Give me somewhere to stand and I will move the earth.
O, sana destek olmaya isteklidir.
- He is willing to stand by you.
Ne olursa olsun sana destek olacağım.
- I'll stand by you no matter what happens.
Bütün gün ayakta durduğum için yoruldum.
- I'm worn out, because I've been standing all day.
Tren o kadar kalabalıktı ki ben bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda kaldım.
- The train was so crowded that I had to keep standing all the way.
Öğrenmeniz gereken ilk şey, kendi fikirleriniz üzerinde durmak.
- The first thing you must learn is to stand on your own ideas.
Bilet almak için sırada durmalısınız.
- You must stand in a line to buy the ticket.
Tren doluydu, bu yüzden o ikinci mevkide seyahat etmek zorunda kaldı ve yol boyunca ayakta durmak zorunda kaldı.
- The train was full, so she was obliged to travel second-class, and had to stand all the way.
Orada duran adam dükkanının sahibidir.
- The man standing over there is the owner of the store.
Bizim politik doğruluğa karşı koymaktan korkmayan güçlü liderlere ihtiyacımız var.
- We need strong leaders who are not afraid of standing up to political correctness.
Orada duran adam dükkanının sahibidir.
- The man standing over there is the owner of the store.
Binlerce destek çığlıkları tribünlerden duyulabildi.
- Thousands of supporting cries could be heard from the stands.
Bu lamba sehpası dalgaların karaya attığı odunlardan yapılır.
- This lamp stand is made from driftwood.
Oraya gitmek için yol boyunca ayakta kalması söylendi.
- He was told to remain standing all the way to go there.
Kendi ayakların üzerinde durmak bağımsız olmak anlamına gelir.
- To stand in your own feet means to be independent.
Biz zamanında orada olmak zorundayız, bu yüzden yarın beni bekletme.
- We have to be there on time, so don't stand me up tomorrow!
Tom tanık kürsüsünde.
- Tom is on the witness stand.
Sami tanık kürsüsüne çıktı ve ifade verdi.
- Sami took the stand and testified.
They took a firm stand against copyright infringement.
He set the music upon the stand and began to play.
She took the stand and quietly answered questions.
I can’t stand her.
Do not leave your car standing in the road.
Here I stand, wondering what to do next.
The police and troops captured eleven thousand stand of arms, including muskets and pistols, together with several thousand bludgeons and other weapons.
To repaire his defects, hee stood for the coast of Calabria, but hearing there was six or seven Galleyes at Mesina hee departed thence for Malta .
Stand up, walk to the refrigerator, and get your own snack.
They spent the summer touring giving 4 one-night stands a week.
Antonia's patience now was at a stand— / Come, come, 't is no time now for fooling there, / She whispered .
He is standing for election to the local council.
This stand of pines is older than the one next to it.
... stand together to take a picture. ...
... given your history, seeing you stand here before this group, ...