Tom otobüsü yakalamak için koşmak zorunda kaldı.
- Tom had to run to catch the bus.
Hızlı koşmak zorunda değilsiniz.
- You do not have to run fast.
Tom amacının geç kalmak olmadığını söyledi.
- Tom said that he didn't mean to be late.
Tom geç kalmak istemiyor.
- Tom doesn't want to be late.
Bana göre bir anlamı yok.
- It doesn't make sense to me.
Sen bana göre her şeysin.
- You are everything to me.
Tom Mary ile yarın saat ikide parkta buluşmak zorunda.
- Tom has to meet Mary in the park tomorrow at 2:30.
Tom Mary ile buluşmak için Boston'a gitti.
- Tom went to Boston to meet Mary.
Bu kitap sana epey faydalı olabilir.
- This book may well be useful to you.
Mayuko'yu sana tanıtmama izin ver.
- Allow me to introduce Mayuko to you.
Niçin geç kaldığını bize açıklamasını talep ettik.
- We demanded that he explain to us why he was late.
Tom bize yazacağını söyledi.
- Tom said he would write to us.
O iyi bir insan, şüphesiz, fakat çok akıllı değil.
- He is a nice person, to be sure, but not very clever.
O şüphesiz zengin ama onun çok akıllı olduğunu sanmıyorum.
- She is rich, to be sure, but I don't think she's very smart.
O elbette toplantıdaydı ama uyuyordu.
- He was at the meeting, to be sure, but he was asleep.
O ünlü bir adam, elbette ben ondan hoşlanmıyorum.
- He is a famous man, to be sure, but I don't like him.
Bunu yapmak istediğin için yaptığından emin olmak istiyorum.
- I want to be sure that you're doing this because you want to.
Tom'un ne yapması gerektiğini bildiğinden emin olmak istiyorum.
- I want to be sure Tom knows what he's supposed to do.
Hayalinin gerçekleşeceği gün kesin gelecek.
- The day is sure to come when your dream will come true.
O muhtemelen gelecektir.
- He is likely to come.
Onun söylediği kısa ve isabetliydi.
- What he said was brief and to the point.
Onun konuşması kısa ve isabetliydi.
- His speech was short and to the point.
Onun konuşması tam yerindeydi.
- His speech was to the point.
Bu iş için başvuruda bulunmak size kalmış.
- It is up to you to apply for the job.
Siz sadece onu istemek zorundasınız ve o size verilecektir.
- You have only to ask for it and it will be given to you.
Bir ölçüde söylediklerine katılıyorum.
- I agree with what you say to some extent.
Tom bir ölçüde Fransızca konuşur.
- Tom speaks French to some extent.
Söylenti bir dereceye kadar doğru.
- The rumor is true to some extent.
Fadıl, bir dereceye kadar Leyla'ya olanlardan sorumluydu.
- Fadil was responsible to some extent to what happened to Layla.
Tom öfkeyi kontrol altında tutmak için elinden geleni yaptı.
- Tom did his best to keep temper under control.
Lojban'ın geliştirilmesinde, dili ilk aşamasından beri tarafsız tutmak için çabalar tutarlı olarak yapılmıştır.
- In the development of Lojban, efforts were consistently made since the initial phase to keep the language culturally neutral.
Tom Mary'ye bakmak zorunda.
- Tom has to look after Mary.
Her ikisi de dışarıya bakmak için pencereye gitti.
- Both of them went to the window to look outside.
Onu severdim fakat artık sevmiyorum.
- I used to love her, but not anymore.
Tom Mary'yi severdi fakat yıllar önceydi.
- Tom used to love Mary, but that was years ago.
Onları özlemeyecek misin?
- Aren't you going to miss them?
Onu özlemeyecek misin?
- Aren't you going to miss her?
Bir yere kadar bu problemi anlayabilirim.
- I can understand this problem to some extent.
Bir yere kadar seni anlayabilirim.
- I can understand you to some extent.
Onun sorunla başa çıkmak için yeterli deneyimi yoktu.
- He didn't have enough experience to cope with the problem.
Mariah Carey bugüne kadar kaç tane şarkı yazmış?
- How many songs has Mariah Carey written to date?
Bugüne kadar Periyodik elementler tablosunda kaç element vardır?
- How many elements are there in the Periodic Table of Elements to date?
Tom pizza sipariş etmek isteyen tek kişi değil.
- Tom isn't the only one who wants to order a pizza.
Şeyleri düzine ile sipariş etmek daha ucuzdur.
- It's cheaper to order things by the dozen.
Arada sırada kendinizi başkasının yerine koymak iyidir.
- It's good to put yourself in someone else's place now and then.
Tom'u hapishaneye koymak için yapmak zorunda olduğum her şeyi yapacağım.
- I'll do whatever I have to do to put Tom behind bars.
İlk kek parçasını kime vereceksin?
- To whom will you give the first piece of cake?
Müfettiş kimin neyi kime, nerede, ne zaman ve niçin yaptığını bilmek istiyor.
- The investigator wants to know who did what to whom where, when, and why.
I gave the book to him.
His face was beaten to a pulp.
ten to ten = 9:50; We're going to leave at ten to (the hour).
We are walking to the shop.
If he hasn't read it yet, he ought to.
They drank to his health.
Three to the second is nine.
Please would you push the door to.
similar to ..., relevant to ..., pertinent to ..., I was nice to him, he was cruel to her, I am used to walking.
Odds are, BP to get new CEO this year.
Stay where you're to and I'll come find you, b'y.
To date, they have sold only 500 copies of the book.
Right now, out of four bicycles, that's two down and two to go.
I'd like two burgers, two small orders of fries and two shakes, to go.
J to the L-O.
Ten to the zero (1).
His letter was short and to the point.
You are old enough to know better.
- You're old enough to know better.
You're old enough to know better.
- You are old enough to know better.
I'm very happy to see you.
- I am very happy to see you.
I'm very glad to see you.
- I am very happy to see you.