Hızlı koşmak zorunda değilsiniz.
- You do not have to run fast.
Tom otobüsü yakalamak için koşmak zorunda kaldı.
- Tom had to run to catch the bus.
Tom geç kalmak istemiyor.
- Tom doesn't want to be late.
Yalnız kalmak istiyorum.
- I don't like to be alone.
O, bana göre üç yıl kıdemli.
- She is senior to me by three years.
Sen bana göre her şeysin.
- You are everything to me.
Tom Mary ile yarın saat ikide parkta buluşmak zorunda.
- Tom has to meet Mary in the park tomorrow at 2:30.
Tom Mary ile buluşmak için Boston'a gitti.
- Tom went to Boston to meet Mary.
Kanatlarım olsa, sana uçarım.
- If I had wings, I would fly to you.
Bir kuş olsam, sana uçabilirim.
- If I were a bird, I would have been able to fly to you.
Bay Hasimoto bize karşı adil.
- Mr. Hashimoto is fair to us.
Avukat yeni yasayı bize açıkladı.
- The lawyer explained the new law to us.
Şüphesiz iyi bir fikir ama uygulamaya koymak zor.
- It's a good idea, to be sure, but it's hard to put it into practice.
O iyi bir insan, şüphesiz, fakat çok akıllı değil.
- He is a nice person, to be sure, but not very clever.
O ünlü bir adam, elbette ben ondan hoşlanmıyorum.
- He is a famous man, to be sure, but I don't like him.
O elbette toplantıdaydı ama uyuyordu.
- He was at the meeting, to be sure, but he was asleep.
Hiç sorun çıkmayacağından emin olmak istiyorum.
- I want to be sure that there will be no problems.
Ne olacağını anladığından emin olmak istiyorum.
- I want to be sure you understand what's going to happen.
Yine de en kötüsü gelecek.
- The worst is still to come.
O muhtemelen gelecek.
- She is likely to come.
Onun açıklaması tam isabetliydi.
- Her explanation was to the point.
Onun söylediği kısa ve isabetliydi.
- What he said was brief and to the point.
Onun konuşması tam yerindeydi.
- His speech was to the point.
Bu iş için başvuruda bulunmak size kalmış.
- It is up to you to apply for the job.
Ben size yazabildiğim kadar kısa sürede yazacağım.
- I will write to you as soon as I can.
Bir ölçüde söylediklerine katılıyorum.
- I agree with what you say to some extent.
Bir ölçüde Psikoloji öğrenimi yaptım.
- I have studied Psychology to some extent.
Söylenti bir dereceye kadar doğru.
- The rumor is true to some extent.
Bir dereceye kadar ona güvenirim.
- I trust him to some extent.
Ekoloji dünyamızı güvende tutmak için çok önemlidir.
- Ecology is very important to keep our world safe.
Ayaklarımızı sıcak tutmak için ayaklarımızı yer değiştirmek ve hareket ettirmeye devam etmek zorunda kaldık.
- In order to keep our feet warm we had to shift from one foot to another and keep moving.
İngilizce bir kitap okurken bilmediğin her kelimeye sözlükten bakmak pek harika bir fikir değil.
- When you're reading an English book, it isn't a great idea to look up every word you don't know.
Sabah güneşi bakmak için çok parlak.
- The morning sun is too bright to look at.
Tom Mary'yi severdi fakat yıllar önceydi.
- Tom used to love Mary, but that was years ago.
Diğerlerini sevebilmeden önce, kendini sevebilmelisin.
- Before you can love others, you need to be able to love yourself.
Onları özlemeyecek misin?
- Aren't you going to miss them?
Kız arkadaşımı özlemeye başlıyorum.
- I'm beginning to miss my girlfriend.
Bir yere kadar bu problemi anlayabilirim.
- I can understand this problem to some extent.
Bir yere kadar seni anlayabilirim.
- I can understand you to some extent.
Onun sorunla başa çıkmak için yeterli deneyimi yoktu.
- He didn't have enough experience to cope with the problem.
Bugüne kadar dokuz ülkeden daha fazlasını ziyaret ettim.
- I have visited more than nine countries to date.
Mariah Carey bugüne kadar kaç tane şarkı yazmış?
- How many songs has Mariah Carey written to date?
Şeyleri düzine ile sipariş etmek daha ucuzdur.
- It's cheaper to order things by the dozen.
Bir pizza sipariş etmek istiyorum.
- I'd like to order a pizza.
Onu bu hastaneye koymak gerekli değildir.
- It's not necessary to put him in the hospital.
İyi bir video kamera alır almaz, online koymak için videolar yapmaya başlayacağım.
- As soon as I can get a decent video camera, I'll start making videos to put online.
İlk kek parçasını kime vereceksin?
- To whom will you give the first piece of cake?
Müfettiş kimin neyi kime, nerede, ne zaman ve niçin yaptığını bilmek istiyor.
- The investigator wants to know who did what to whom where, when, and why.
I gave the book to him.
His face was beaten to a pulp.
ten to ten = 9:50; We're going to leave at ten to (the hour).
We are walking to the shop.
If he hasn't read it yet, he ought to.
They drank to his health.
Three to the second is nine.
Please would you push the door to.
similar to ..., relevant to ..., pertinent to ..., I was nice to him, he was cruel to her, I am used to walking.
Odds are, BP to get new CEO this year.
Stay where you're to and I'll come find you, b'y.
To date, they have sold only 500 copies of the book.
Right now, out of four bicycles, that's two down and two to go.
I'd like two burgers, two small orders of fries and two shakes, to go.
J to the L-O.
Ten to the zero (1).
His letter was short and to the point.
That is what I want to know.
- That's what I want to know.
I'm glad to know you.
- I am glad to know you.
I'm very glad to see you.
- I am very happy to see you.
I'm very happy to see you.
- I am very happy to see you.