Ben treni yakalamak için gerçekten koşmak zorunda kaldım.
- I really had to run for it to catch the train.
Ben istasyona kadar koşmak zorunda kaldım.
- I had to run to the station.
Yalnız kalmak istiyorum.
- I don't like to be alone.
Tom'un niyeti o kadar geç kalmak değildi.
- Tom didn't mean to be so late.
O bana göre iki yıl kıdemli.
- She is senior to me by two years.
Sen bana göre her şeysin.
- You are everything to me.
Tom ve Mary, ertesi hafta yine orada buluşmak için karar verdi.
- Tom and Mary decided to meet there again the following week.
Seninle gerçek hayatta buluşmak harikaydı.
- It was awesome to meet you in real life!
Bir kuş olsam, sana uçabilirim.
- If I were a bird, I would have been able to fly to you.
Sana hikayeyi kim anlattı?
- Who told the story to you?
Tom bize yazacağını söyledi.
- Tom said he would write to us.
Bay Hasimoto bize karşı adil.
- Mr. Hashimoto is fair to us.
O şüphesiz zengin ama onun çok akıllı olduğunu sanmıyorum.
- She is rich, to be sure, but I don't think she's very smart.
Şüphesiz iyi bir fikir ama uygulamaya koymak zor.
- It's a good idea, to be sure, but it's hard to put it into practice.
O elbette toplantıdaydı ama uyuyordu.
- He was at the meeting, to be sure, but he was asleep.
O ünlü bir adam, elbette ben ondan hoşlanmıyorum.
- He is a famous man, to be sure, but I don't like him.
Tom'un ne yapması gerektiğini bildiğinden emin olmak istiyorum.
- I want to be sure Tom knows what he's supposed to do.
Tom'un burada olmayı planladığından emin olmak istedim.
- I wanted to be sure Tom was planning to be here.
O muhtemelen gelecek.
- She is likely to come.
Yine de en kötüsü gelecek.
- The worst is still to come.
Onun konuşması kısa ve isabetliydi.
- His speech was short and to the point.
Onun açıklaması tam isabetliydi.
- Her explanation was to the point.
Onun konuşması tam yerindeydi.
- His speech was to the point.
Siz sadece onu istemek zorundasınız ve o size verilecektir.
- You have only to ask for it and it will be given to you.
Üzgünüm size yazmam uzun sürdü.
- Sorry it took me so long to write to you.
Bir ölçüde söylediklerine katılıyorum.
- I agree with what you say to some extent.
Tom bir ölçüde Fransızca konuşur.
- Tom speaks French to some extent.
Bir dereceye kadar ona güvenirim.
- I trust him to some extent.
Bir dereceye kadar bir kızak arabasını kontrol edebilirsiniz.
- To some extent, you can control the car in a skid.
Ekoloji dünyamızı güvende tutmak için çok önemlidir.
- Ecology is very important to keep our world safe.
Lojban'ın geliştirilmesinde, dili ilk aşamasından beri tarafsız tutmak için çabalar tutarlı olarak yapılmıştır.
- In the development of Lojban, efforts were consistently made since the initial phase to keep the language culturally neutral.
İnsanlar diğerlerine ön yargı ile bakmak eğilimindedir.
- People tend to look at others with bias.
İngilizce bir kitap okurken bilmediğin her kelimeye sözlükten bakmak pek harika bir fikir değil.
- When you're reading an English book, it isn't a great idea to look up every word you don't know.
Onu severdim fakat artık sevmiyorum.
- I used to love her, but not anymore.
Tom Mary'yi severdi fakat yıllar önceydi.
- Tom used to love Mary, but that was years ago.
Onu özlemeyecek misin?
- Aren't you going to miss her?
Tom'u özlemeyecek misin?
- Aren't you going to miss Tom?
Bir yere kadar seni anlayabilirim.
- I can understand you to some extent.
Bir yere kadar bu problemi anlayabilirim.
- I can understand this problem to some extent.
Onun sorunla başa çıkmak için yeterli deneyimi yoktu.
- He didn't have enough experience to cope with the problem.
Bugüne kadar Periyodik elementler tablosunda kaç element vardır?
- How many elements are there in the Periodic Table of Elements to date?
Bu kitap, bugüne kadar onun en iyi çabası.
- This book is his best effort to date.
Sipariş etmek istediğiniz şeye karar verdiniz mi?
- Have you decided what you want to order?
Bir sandviç sipariş etmek istiyorum.
- I would like to order a sandwich.
Arada sırada kendinizi başkasının yerine koymak iyidir.
- It's good to put yourself in someone else's place now and then.
Tom'u hapishaneye koymak için yapmak zorunda olduğum her şeyi yapacağım.
- I'll do whatever I have to do to put Tom behind bars.
Müfettiş kimin neyi kime, nerede, ne zaman ve niçin yaptığını bilmek istiyor.
- The investigator wants to know who did what to whom where, when, and why.
İlk kek parçasını kime vereceksin?
- To whom will you give the first piece of cake?
I gave the book to him.
His face was beaten to a pulp.
ten to ten = 9:50; We're going to leave at ten to (the hour).
We are walking to the shop.
If he hasn't read it yet, he ought to.
They drank to his health.
Three to the second is nine.
Please would you push the door to.
similar to ..., relevant to ..., pertinent to ..., I was nice to him, he was cruel to her, I am used to walking.
Odds are, BP to get new CEO this year.
Stay where you're to and I'll come find you, b'y.
To date, they have sold only 500 copies of the book.
Right now, out of four bicycles, that's two down and two to go.
I'd like two burgers, two small orders of fries and two shakes, to go.
J to the L-O.
Ten to the zero (1).
His letter was short and to the point.
You're old enough to know better.
- You are old enough to know better.
I'm glad to know you.
- I am glad to know you.
I am very glad to see you.
- I am very happy to see you.
I'm very glad to see you.
- I am very happy to see you.