Bir hırsızın yöntemini sadece bir hırsız bilir.
- Only a thief knows the ways of a thief.
Bunu yapmamız gereken yöntemin bu olmadığını biliyorsun.
- You know this isn't the way we should be doing this.
O, bu proje için en iyisidir.
- He is the best for this project.
Yeteneğimin en iyisine göre görevimi yapacağım.
- I will do my duty to the best of my ability.
Merakım gelecekte çünkü hayatımın geri kalanını orada geçireceğim.
- My interest is in the future because I'm going to spend the rest of my life there.
Benim sandviçin geri kalanını istiyor musunuz?
- Do you want the rest of my sandwich?
Ana ve çocuk özel ihtimam ve yardım görmek hakkını haizdir. Bütün çocuklar, evlilik içinde veya dışında doğsunlar, aynı sosyal korunmadan faydalanırlar.
- Motherhood and childhood are entitled to special care and assistance. All children, whether born in or out of wedlock, shall enjoy the same social protection.
Eyfel Kulesi, Louvre Müzesi ile aynı şehirdedir.
- The Eiffel Tower is in the same city as the Louvre Museum.
Bir sürü insan Tom'un hissettiği aynı şekilde hissediyor.
- A lot of people feel the same way Tom does.
Hegel'le aynı şekilde, Panovsky'nin diyalektik kavramı tarihe önceden belirlenmiş bir rotayı izlettirir.
- In the same way as Hegel, Panovsky's notion of the dialectic makes history follow a predetermined course.
Şeytanın var olmadığını düşünüyorum, bence insanlık onu yarattı,kendi hayalinde ve tasvirinde
- I think the devil doesn't exist, but man has created him, he has created him in his own image and likeness.
Gelecek yıldan bahsedersen şeytan güler.
- Speak of the next year, and the devil will laugh.
Joan ve Jane kız kardeş. Birincisi bir piyanisttir.
- Joan and Jane are sisters. The former is a pianist.
Fransızlar ve İngilizler içki içmeyi severler ama birincisi kırmızı şarap için içeriye girerken ikincisi birayı tercih eder.
- The French and the English like drinking, but the latter prefer beer whereas the former go in for red wine.
Şimdiki durumdan bir çıkış yolu arıyoruz.
- We are groping for a way out of the present situation.
Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.
- In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future.
Artanını ona bıraktım ve dışarı çıktım.
- I left the rest to him and went out.
Tom yarım şeftali yedi ve artanını bana uzattı.
- Tom ate half the peach and handed me the rest.
Tom günün geri kalan kısmında dışarıda olacak.
- Tom will be out for the rest of the day.
Günün geri kalan kısmında uyudum.
- I slept the rest of the day.
Acelesi olmayan insanlar yürüyen merdivenin sağ tarafında durur.
- The people who are not in a hurry stand on the right side of the escalator.
Taro, annesinin sağ tarafında.
- Taro is on the right side of his mother.
Yolun sağ çatalına gittim.
- I took the right fork of the road.
Amerika'da arabalar yolun sağ tarafını kullanırlar.
- In America cars drive on the right side of the road.
Tom bütün gece tamamen uyanık kaldı.
- Tom remained wide awake the whole night.
O, dokuz yardın tamamını satın aldı.
- He bought the whole nine yards.
Sürücülerin uyması gereken kurallar şunlardır.
- The rules drivers should obey are the following.
Bu geçen gün kaybettiğim kalemin aynısı.
- This is the same pencil that I lost the other day.
O, geçen gün konuştuğumuz çocuktur.
- He is the boy of whom we spoke the other day.
Geçenlerde konuştuğumuz çocuk odur.
- He's the boy we spoke about the other day.
Tom sadece geçenlerde bir konsere gitti.
- Tom went to a concert just the other day.
Ona mutlak hakikat dışında hiçbir şey söyleme.
- Don't tell her anything except the absolute truth.
Tom Mary'ye mutlak gerçeği söyledi.
- Tom told Mary the absolute truth.
Tom kargaya bir atış daha yaptı ama ıskaladı.
- Tom took another shot at the crow, but missed again.
Tom kargaları korkutup kaçırıyor.
- Tom is scaring the crows away.
Onun meşgul olduğu gerçeğine rağmen, o beni görmeye geldi.
- In spite of the fact that she was busy, she came to see me.
O, yorgun olduğu gerçeğine rağmen çalışmaya devam etti.
- In spite of the fact that he was tired, he continued working.
Yulaf ezmesini sadece bol şekerli yiyebilirim.
- The only way I can eat oatmeal is with a lot of sugar.
Niçin onların şikâyet ettikleri sadece benim? Onlar sadece beni örnek veriyorlar ve beni bir günah keçisi olarak kullanıyorlar.
- Why am I the only one they complain of? They're just making an example out of me and using me as a scapegoat.
Sipariş çok geç geldi.
- The order came too late.
Siparişi iptal ettim.
- I canceled the order.
Tom'un eserlerde çok sayıda projesi var.
- Tom has a lot of projects in the works.
Van Gogh'un eserlerini taklit etti.
- He imitated the works of Van Gogh.
Onlar müttefikleri destekledi.
- They supported the Allies.
Müttefikler denizde kazanıyorlardı.
- The Allies were winning at sea.
Doğru akıl bir yerde kalmayan akıldır.
- The right mind is the mind that does not remain in one place.
Her şahıs, doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtasıyla, memleketin kamu işleri yönetimine katılmak hakkını haizdir.
- Everyone has the right to take part in the government of his country, directly or through freely chosen representatives.
10 a 1 ölçeğinde, lütfen aşağıdaki dillerdeki yeterliliğini sınıflandır.
- On a scale of 1 to 10, please rate your proficiency in the following languages.
Aşağıdaki malzemelere ihtiyacım var.
- I need the following items.
O, ertesi gün eve gideceğini söyledi.
- He said that he was going home the following day.
Tom pazartesi günü geldi ve ertesi gün eve geri gitti.
- Tom came on Monday and went back home the following day.
Sevgi paranın üstündedir. Sonraki önceki kadar çok mutluluk veremez.
- Love is above money. The latter can't give as much happiness as the former.
Hem balık hem de et besleyici fakat sonraki öncekinden daha pahalı.
- Fish and meat are both nourishing, but the latter is more expensive than the former.
Birini tanıyorum da ötekini değil.
- I know one of them but not the other.
Birinin çözümü, ötekinin çözümünü kanıtlayabilir.
- The solution of one may prove to be the solution of the other.
Tom öbür odada uyudu.
- Tom slept in the other room.
Ben öbür yola bakmaktan kendimi tutamadım.
- I can't keep looking the other way.
Tom, hayatının geri kalanını Mary ile geçirmek istedi.
- Tom wanted to spend the rest of his life with Mary.
Geri kalanları alabilirsin.
- You can have the rest.
Tam sonuna kadar vazgeçme.
- Never give up till the very end.
Bu tam aradığım video.
- This is the very video I have been looking for.
Tom, Mary'yi bunu yapma şeklinden dolayı eleştirdi.
- Tom criticized Mary for the way she was doing that.
Tom, Mary'nin kahve yapma şeklini sever.
- Tom likes the way Mary makes coffee.
Bütün öğleden sonrayı arkadaşlarla sohbet ederek geçirdim.
- I spent the whole afternoon chatting with friends.
Her cumartesi bütün evi temizleriz.
- Every Saturday we clean the whole house.
That is the hospital to go to for heart surgery.
The cat is a solitary creature. (= “All cats are solitary creatures.”).
Feed the hungry, clothe the naked, comfort the afflicted, and afflict the comfortable.
I'm much the wiser for having had a difficult time like that.
That apple pie was the best.
It looks weaker and weaker, the more I think about it.
A stone hit him on the head. (= “A stone hit him on his head.”).
Why the devil have you got my pizza?.
Here is the one I want to buy.
I was in San Francisco just the other day.
You are teh haxor!.
Ye Olde Medicine Shoppe.
J to the L-O.
Ten to the zero (1).
I was in Boston almost all summer.
- I was in Boston for almost the whole summer.
He ate all of the apple.
- He ate the whole apple.
The time will come when you will regret it.
- The time will come when you will regret this.
Some people have compared Esperantism to a cult, but soon there will come a time when Zamenhof returns and punishes them for this sacrilege.
- Some people have likened Esperantism to a cult, but soon the time will come when Zamenhof returns and punishes them for this sacrilege.