Tom smiled hesitantly.
- Tom tereddütle gülümsedi.
Tom nodded hesitantly.
- Tom tereddütle başını salladı.
Without hesitation, he told his wife the truth.
- Tereddüt etmeden karısına gerçeği söyledi.
His hesitation made me doubt.
- Tereddütü beni şüpheye düşürdü.
He wavered between going home and remaining at work in the office.
- Eve gitmek ve ofiste işte kalmak arasında tereddüt etti.
Tom's confidence is wavering.
- Tom'un güveni tereddütlü.