tepelik

listen to the pronunciation of tepelik
Türkisch - Englisch
the hills
hood
cap stone
button (to which the tassel of a fez is attached)
finial
hilly (area)
crest, topknot (of a bird)
comb
hilly

Austria's hilly landscapes reminded Mr. Bogart of The Sound of Music. - Avusturya'nın tepelik manzaraları Bay Bogart'a Müziğin Sesini hatırlattı.

Chongqing is a hilly city with winding streets. - Chongqing dolambaçlı sokaklarıyla tepelik bir şehir.

hillier
(Mimarlık) amortizement
tepe
hill

The royal palace was built on a hill. - Kıraliyet Sarayı bir tepenin üstüne yapıldı.

The person with the dog was so slow on the hill. - Köpekli birisi, tepede bayağı yavaştı.

tepe
peak

Mount Everest is the world's highest peak. - Everest Dağı Dünyanın en yüksek tepesidir.

Can you see that mountain with the snow-covered peak? - Tepesi karla kaplı olan şu dağı görebiliyor musun?

tepe
top

She's too short to reach the top. - O, tepeye ulaşamayacak kadar çok kısa.

He lives at the top of the hill. - O, tepenin üst kısmında yaşıyor.

tepelik alan
hills
tepelik arazi
hilly terrain
tepe
{i} tip

What you see above the water is just the tip of the iceberg. - Suyun üstünde gördüğün şey sadece buz dağının tepesi.

That's only the tip of the iceberg. - O sadece buz dağının tepesi.

tepe
{i} ridge

The tower occupied a prominent spot on the ridge. - Kule tepede önemli bir yer işgal etti.

tepe
hood
tepe
{i} head

The boy next door fell head first from a tree. - Komşunun çocuğu bir ağaçtan tepe üstü düştü.

She was soaked from head to foot. - Tepeden tırnağa sırılsıklam olmuştu.

tepe
{i} fell

The boy next door fell head first from a tree. - Komşunun çocuğu bir ağaçtan tepe üstü düştü.

He fell head over heels into the water. - O suya tepetaklak düştü.

tepe
{i} rise
tepe
comb

The art of modern warfare does not necessarily require soldiers to be armed to the teeth to be effective as combatants. - Modern savaş sanatı dövüşçüler gibi etkili olmak için tepeden tırnağa silahlandırılacak askerleri muhakkak gerektirmez.

The beautiful maiden sat on the top of the rock and combed her golden hair in the sunshine. - Güzel genç kız kayanın tepesine oturdu ve güneşte altın rengi saçlarını taradı.

tepe
jebel
tepe
brow
tepe
djebel
tepe
corona
tepe
mound
tepe
tuft
tepe
topping
tepe
mount

At last, they reached the top of the mountain. - Sonunda, onlar dağın tepesine ulaştı.

Look at the mountain whose top is covered with snow. - Tepesi karla kaplı olan dağa bak.

tepe
crest

The surfer tried to ride the crest of the wave. - Sörfçü dalganın tepesinde gitmeye çalıştı.

tepe
{i} down

She was out of breath from walking up and down hills. - O, tepelerde aşağı yukarı yürürken nefes nefese idi.

Nick looks down on anyone who comes from a rural area. - Nick kırsal alandan gelen birine tepeden bakıyor.

tepe
crown
tepe
topknot
tepe
{i} roof

Dan jumped onto the roof of a passing train. - Dan geçen bir trenin tepesine atladı.

tepe
vertex
tepe
the hill
tepe
(Konuşma Dili) the space right beside one: Tepemde dikilme öyle! Don't stand here breathing down my neck!
tepe
apex
tepe
crown, topmost part (of one's head)
tepe
crest, crown (of a bird)
tepe
height

I just finished reading Wuthering Heights. - Ben sadece Uğultulu Tepeler'i okumayı bitirdim.

I just finished reading Wuthering Heights. - Ben Uğultulu Tepeler'i okumayı yeni bitirdim.

tepe
(Matematik) vertex
tepe
eminency
tepe
eminence
tepe
hump
tepe
cap
tepe
hill; top; summit, peak; crest
tepe
top, top part: ağacın tepesinde at/in the top of the tree/on top of the tree
tepe
apical
tepe
(Hukuk) climax
tepe
dome
tepe
knap
tepe
(Anatomi) collis
tepe
sinciput
tepe
barrow
tepe
eminencecy
yanları basamaklı tepelik
corbiestep
Türkisch - Türkisch
Anadolu'da köylü kadınların kullandıkları, altın ve gümüş paralarla, bazı değerli taşlarla süslü başlık
Bir yapının veya bir mobilyanın en yukarısına süs olarak yapılan bölüm
Tepeleri çokça bulunan (yer)
Tepe
kaban
Tepe
(Osmanlı Dönemi) TÂR
tepe
Bir şeyin en üstteki bölümü
tepe
Başın üst, kafatasının iki kulak arasında kalan bölümü
tepe
Bir şeyin en üstteki bölümü: "Pencere önünde dimdik durmuş, kocaman ağaçların tepesine bakıyordunuz."- S. F. Abasıyanık
tepe
Bir yerin, bir nesnenin vb. nin üstü, tam hizası: "Ekşisu'da trenden indikleri sırada güneş tam tepelerindeydi."- N. Cumalı
tepe
Başın üst, kafatasının iki kulak arasında kalan bölümü: "Güneş sanki yalnız sizin tepenize ışık ve sıcaklık aksettirmeye çalışıyor."- R. H. Karay. a) çokgende veya çok yüzlüde köşelerden her biri; b) ikiz kenar bir üçgende eşit kenarların kesişme noktası; c) bakışım ekseni bulunan bir eğrinin veya yüzeyin bu eksenle kesişme noktalarından her biri
tepe
Birinin yanı başı, baş ucu
tepe
Yüksekliği genellikle birkaç yüz metreyi geçmeyen, çok kez tek başına, yamaçları yatık yer biçimi: "Derenin sağ tarafına yükselenen tepenin yamaçları daha hafif eğimli, daha genişti."- N. Cumalı
tepe
Bir yerin, bir nesnenin vb. nin üstü, tam hizası
tepe
Yüksekliği genellikle birkaç yüz metreyi geçmeyen, çok kez tek başına, yamaçları yatık yer biçimi
tepelik
Favoriten