Tom and Mary argue with each other all the time.
- Tom ve Mary birbirleri ile her zaman tartışırlar.
Tom doesn't want to argue with you.
- Tom sizinle tartışmak istemiyor.
Tom and Jane quarreled, but they made up the next morning.
- Tom ve Jane tartıştılar fakat ertesi sabah barıştılar.
I want to put an end to the quarrel.
- Ben tartışmaya bir son vermek istiyorum.
The eloquent scholar readily participated in the debate.
- Güzel konuşan bilim adamı kolayca tartışmaya katıldı.
I beat him completely in the debate.
- Tartışmada onu tamamen yendim.
He argued his daughter out of marrying Tom.
- O, Tom'la evlendiği için kızıyla tartıştı.
Don't argue when you are angry and don't eat when you are full.
- Öfkeli isen tartışma ve tok isen yemek yeme.
That dispute has been settled once and for all.
- O tartışma bir zamanlar karara bağlandı ve herkes için.
Only after a long dispute did they come to a conclusion.
- Ancak uzun bir tartışmadan sonra bir sonuca vardılar.
I have something important to discuss with Tom.
- Tom'la tartışacak önemli bir şeyim var.
Tom has something to discuss with all of us.
- Tom'un hepimizle tartışacak bir şeyi var.
Parliamentary immunity is a controvertial issue.
- Parlamenter dokunulmazlık tartışmalı bir konudur.
Instead, I will turn to a discussion of the two economic variables I defined a moment ago.
- Onun yerine az önce tanımladığım iki ekonomik değişkenin tartışmasına döneceğim.
I took part in the discussion.
- Ben tartışmaya katıldım.
The fatal stabbing was sparked by an argument that got out of control.
- Ölümle sonuçlanan bıçaklama olayının kıvılcımı, kontrolden çıkan tartışmadan çıkmıştı.
My comment sparked off an argument in the group.
- Benim yorumum grupta bir tartışmayı ateşledi.
Quarrelling spoiled our unity.
- Tartışma birliğimizi bozdu.
They are always quarrelling in public.
- Onlar her zaman toplum önünde tartışıyorlar.
Tom and Mary bicker all day long.
- Tom ve Mary bütün gün tartışırlar.