tams

listen to the pronunciation of tams
Englisch - Türkisch
(Askeri) ulaştırma analiz, modelleme ve simülasyon (transportation analysis, modeling, and simulation)
tam
iskoç beresi
Türkisch - Türkisch
(Osmanlı Dönemi) Yapışmak
(Osmanlı Dönemi) Cima etmek
(Osmanlı Dönemi) Kadının hayız görmesi, aybaşı olması
(Osmanlı Dönemi) Kir, vesah
tam
Gerçek, ehliyetli, yetkin, kusursuz: "Reşit Galip tam bir idealist gibi öldü."- O. S. Orhon
tam
Bütün, tüm
tam
Eksiksiz, kesintisiz
tam
Eksiksiz, kesintisiz: "Tam iki saat yalandan tamirle uğraştım."- A. Gündüz
tam
Zaman ve yer için anlamı kesinleştirir: "Bohçasını aldı, tam çıkacaktı..."- Ö. Seyfettin
tam
Amerikan doları
tam
Sırasında, anında: "Tam mağazaya gireceğim zaman arkamdan bir ses geldi."- Ö. Seyfettin
tam
Anlamı kesinleştirir
tam
Bakırcılıkta, yapımı bitirilmiş ve kalaylanmış dövme kap
tam
Sırasında, anında
tam
Küçük kulübe, ev
tam
Gerçek, ehliyetli, yetkin, kusursuz
tam
Uygun olarak, tıpkı, aynı
Türkisch - Englisch

Definition von tams im Türkisch Englisch wörterbuch

tam
{s} whole

There is nothing like a glass of beer after a whole day's work. - Bir tam günlük çalışmadan sonra bir bardak bira gibi bir şey yoktur.

She got full marks by memorizing the whole lesson. - O, bütün dersi ezberleyerek tam not aldı.

tam
{s} complete

Her words were completely meaningless. - Onun sözleri tamamen anlamsızdı.

We want complete sentences. - Tam cümleler istiyoruz.

tam
exact

You can search words, and get translations. But it's not exactly a typical dictionary. - Sözcükleri arayabilir ve çevirileri alabilirsiniz. Ama o, tam olarak tipik bir sözlük değildir.

I couldn't say when exactly in my life it occurred to me that I would be a pilot someday. - Bir gün pilot olma fikrinin hayatımda tam olarak ne zaman oluştuğunu söyleyemem.

tam
{s} full

The cherry trees are in full blossom. - Kiraz ağaçları tamamen çiçeklenmişler.

He reported fully what he had seen to the police. - O, ne gördüğünü polise tam olarak bildirdi.

tam
{s} overall
tam
{s} accurate

Tom claims he can accurately predict the future. - Tom geleceği tam olarak tahmin edebildiğini iddia ediyor.

He accurately described what happened there. - Ne olduğunu tam olarak anlattı.

tam
proper

The facts weren't properly understood. - Gerçekler tam olarak anlaşılmadı.

The property was almost completely overgrown with wild blackberry bushes. - Arazi neredeyse tamamen yabani böğürtlen çalılarla kaplanmıştı.

tam
just

Just as we were leaving the exam room the doctor waved his hand saying, 'bye-bye'. - Muayene odasından tam ayrılırken doktor hoşça kal diyerek elini salladı.

Idiot! She's not being honest when she says she loves you. Haven't you figured it out yet? She's just a gold digger. - Aptal! Seni sevdiğini söylediğinde dürüst olmuyor. Hâlâ anlamadın mı? O, tam bir altın arayıcısı.

tam
{s} literal

He explained the literal meaning of the phrase. - O, ifadenin tam anlamını açıkladı.

I was literally stunned by what I saw. - Gördüğüm şey karşısında tam anlamıyla afallamıştım.

tam
(Ticaret) total

You guys are totally clueless. - Siz acayip kılıklı herifler tamamen cahilsiniz.

The man was a total stranger. - Adam tam bir yabancıydı.

tam
quite

Tom still hasn't quite learned the rules of the game. - Tom hâlâ oyunun kurallarını tamamen öğrenmemişti.

The bear is quite tame and doesn't bite. - Ayı tamamen uysal ve ısırmaz.

tam
{s} thorough

They got thoroughly wet in the rain. - Onlar yağmurda tamamen ıslandılar.

I checked Tom thoroughly. - Tom'u tamamen kontrol ettim.

tam
{s} simple

It wasn't quite that simple. - O tam olarak o kadar basit değildi.

tam
{s} correct

Please tell me the correct time. - Lütfen bana tam saati söyle.

This watch keeps correct time. - Bu saat tamamen doğrudur.

tam
perfect

I can understand your position perfectly. - Pozisyonunuzu tamamen anlayabiliyorum.

I'm perfectly normal. - Ben tamamen normalim.

tam
on the beam
tam
refined
tam
literally

After the botched gallbladder surgery, the patient was filled with bile, both figuratively and literally. - Berbat safra kesesi ameliyatından sonra, hasta hem mecazi olarak hem de kelimenin tam anlamıyla, safra ile doluydu.

Does the city literally owe its existence to Mussolini? - Şehir varlığını tam anlamıyla Mussolini'ye mi borçlu?

tam
slipt
tam
particular
tam
undivided

Tom had Mary's undivided attention. - Tom Mary'nin tam ilgisine sahipti.

tam
sound

It sounds exactly like Tom. - O tam Tom'a benziyor.

People tend to only compliment you on your language ability when it's apparent that you still don't quite sound like a native speaker. - İnsanlar hâlâ tamamen bir yerli konuşucu gibi ses çıkarmadığın aşikar olduğunda sadece dil yeteneğiniz üzerine size iltifat etmek eğilimindedir.

tam
flat

Her girlfriend is completely flat-chested. - Onun kız arkadaşı tamamen düz göğüslü.

Could you please fix this flat tire? - Lütfen bu düz lastiği tamir eder misiniz?

tam
superb
tam
smack in
tam
every bit

He is every bit a gentleman. - O, tam bir beyefendi.

tam
definite

Okay, okay, said the doctor. I'll definitely take a look at her. - Tamam, tamam, dedi doktor. Ben kesinlikle ona bir göz atacağım.

Sometime I'll definitely visit France. I just don't know exactly when. - Bir gün kesinlikle Fransa'yı ziyaret edeceğim. Sadece tam olarak ne zaman olduğunu bilmiyorum.

tam
grand

I don't remember my grandmother's face accurately. - Ben büyük annemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.

I don't remember my grandmother's face exactly. - Babaannemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.

tam
smack into
tam
integrate
tam
diagnostic
tam
as well
tam
smack onto
tam
precision
tam
smack on
tam
definitive
tam
unerring
tam
from a to z
tam
unrelieved
tam
exactly

It's exactly what I wanted. - O, tam olarak benim istediğimdir.

You can search words, and get translations. But it's not exactly a typical dictionary. - Sözcükleri arayabilir ve çevirileri alabilirsiniz. Ama o, tam olarak tipik bir sözlük değildir.

tam
true

This story may sound strange, but it's absolutely true. - Bu hikaye kulağa acayip gelebilir ama tamamen gerçektir.

The statement is not wholly true. - İfade tamamen gerçek değil.

tam
outright

This translation is outright wrong. - Bu çeviri tamamen yanlış.

tam
bang
tam
regular
tam
entire

The accident was entirely avoidable. - Kaza tamamen önlenebilirdi.

He is not entirely without courage. - O, tamamen cesaretsiz değil.

tam
precisely

What precisely are you doing? - Tam olarak ne yapıyorsun?

Tom knows precisely how Mary feels. - Tom Mary'nin nasıl hissettiğini tam olarak biliyor.

tam
crass
tam
due

Due to severe educational influence the child became a wholly different person. - Ciddi bir eğitim etkisi nedeniyle çocuk tamamen farklı bir kişi haline geldi.

I accepted the offer after due consideration. - Tam olarak düşündükten sonra teklifi kabul ettim.

tam
very

He left his last job for very this reason - İşinde tam bu yüzden ayrıldı.

The traffic was very heavy. The cars were lined up bumper to bumper. - Trafik çok yoğundu. Arabalar tampon tampona dizilmişti.

This is the very video I have been looking for. - Bu tam aradığım video.

tam
utter

The shy boy was utterly embarrassed in her presence. - Utangaç erkek çocuğu onun varlığında tamamen sıkıldı.

She is an utter stranger to me. - O, bana tamamen yabancıdır.

tam
graphic
tam
implicit
tam
unadulterated
tam
absolute

Stay absolutely still. - Tamamen hareketsiz dur.

It's an absolute waste of time to wait any longer. - Daha fazla beklemek tam bir zaman kaybıdır.

tam
truly
tam
intact
tam
sharp

The meeting began at nine o'clock sharp. - Toplantı tam dokuzda başladı.

He got home at seven sharp. - O, saat tam yedide eve geldi.

tam
precise

Tom knows precisely how Mary feels. - Tom Mary'nin nasıl hissettiğini tam olarak biliyor.

Tom arrived precisely on time. - Tom tam zamanında geldi.

tam
strict

My interest in politics is strictly academic. - Siyasete ilgim tamamen akademik.

Our relationship is strictly professional. - İlişkimiz tam anlamıyla profesyonel.

tam
full-blown
tam
finished

Tom finished off the ice cream that was in the freezer. - Tom dondurucudaki dondurmayı tamamen bitirdi.

Have you finished the papers? - Belgeleri tamamladın mı?

tam
immaculate
tam
direct

I don't know exactly where Kyoko lives, but it's in the direction of Sannomiya. - Ben tam olarak Kyoko'nun nerede yaşadığını bilmiyorum, ama Sannomiya yönünde.

tam
unqualified
tam
veritable
tam
unabridged
tam
good

A good idea occurred to me just then. - Tam o sırada aklıma iyi bir fikir geldi.

He, just like you, is a good golfer. - O, tam senin gibi, iyi bir golfçü.

tam
desperately
tam
completely

Her words were completely meaningless. - Onun sözleri tamamen anlamsızdı.

He will think he has been completely forgotten. - Tamamen unutulduğunu düşünecek.

tam
just as

He arrived just as I was leaving home. - O, tam ben evden ayrılırken geldi.

He went to the store just as it was going to close. - Tam kapanacakken o mağazaya gitti.

tam
a full
tam
complete of
tam
{s} mathematical

Mathematically, everything's good. But it seems completely improbable to me. - Matematiksel olarak her şey iyi. Ama benim için tamamen muhtemel görünmüyor.

tam
blank
tam
even

Do you even remember Tom? - Tom'u tamamıyla hatırlıyor musun?

The events unfolded just as she predicted. - Olaylar tam onun tahmin ettiği gibi meydana geldi.

tam
plunk
tam
complete, entire, whole; exact, precise, perfect; prompt, sharp; just, very; completely, exactly, precisely, bang
tam
fully, completely: tam teşekküllü bir hastane a fully equipped hospital. Görevini tam yapmanı istiyorum. I want you to carry out your duty to the full
tam
at the time

I was right there with Tom at the time. - Ben o zaman Tom'la birlikte tam oradaydım.

tam
prompt
tam
fully

My house is fully insured. - Evim tam sigortalıdır.

I was fully alive to the danger. - Ben tamamen tehlikenin farkındaydım.

tam
all out

Your ideas are all out of date. - Sizin fikirleriniz tamamen çağ dışıdır.

tam
the very

This is the very place that I have long wanted to visit. - Burası tam uzun süredir ziyaret etmek istediğim yer.

I found the very thing you had been looking for. - Tam aradığın şeyi buldum.

tam
exactly; right; immediately; precisely; just: Orada tam yedi yıl çalıştı. He worked there for exactly seven years. Tam zamanında geldin. You've come right on time. Tam karşımda oturuyordu. She was sitting immediately opposite me. Şimdi tam sırası! Now's just the right time! Tam istediğiniz gibi yaptım. I did it just as you wanted me to
tam
downright

This place is downright creepy. - Bu yer tamamen tüyler ürpertici.

It sounds downright frightening. - Bu tamamen korkutucu görünüyor.

tam
whole, full; complete, perfect: tam ekmek a whole loaf of bread. tam maaş full salary. tam iki kilo a full two kilos. tam yetki full authority/full power. tam istihdam full employment. tam üye full member. tam pansiyon full pension/full room and board. tam bir Fransız a Frenchman through and through. tam bir ziyafet a real banquet. tam bir rezalet an out-and-out disgrace
tam
bang on
tam
slap bang
tam
consummate
tam
factual
tam
out and out
tam
accomplished

The first stage of the mission has been accomplished. - Görevin ilk aşaması tamamlandı.

The first stage of the operation has been accomplished. - Operasyonun ilk aşaması tamamlandı.

tam
straight

Tom sat alone, staring straight ahead. - Tom tam karşıda bakarken tek başına oturuyordu.

She told the joke with a completely straight face. - O, tamamen gülmeyen bir suratla fıkra anlattı.

tam
trueborn
tam
engrained
tam
rightdown
tam
to a T
tam
stark
tam
holo
tam
dead

There was a dead silence. - Tam bir sessizlik vardı.

All characters appearing in this work are fictitious. Any resemblance to real persons, living or dead, is purely coincidental. - Bu eserde görünen tüm karakterler tamamen hayal ürünüdürler. Yaşayan ya da ölü gerçek kişilere olan herhangi bir benzerlik sadece rastlantıdır.

tam
slick
tam
ingrained
tam
(Hukuk) integral

Death is an integral part of life. - Ölüm hayatın tamamlayıcı bir parçasıdır.

tam
right

Tom arrived at just the right moment. - Tom tam doğru zamanda geldi.

It must bother you to have taken a bad master. I'm stupid too. So, it's all right. - Kötü bir öğretmene sahip olmak sizi rahatsız ediyor olmalı. Ben de aptalım. Öyleyse, tamam.

tam
clear

Where a painting's general sense seems clear, moreover, the exact decoding of its content remains in doubt. - Bir resmin genel anlamı açık görünse de, buna rağmen, onun içeriğinin tam çözümü şüpheli kalır.

It's all clear to me now. - O şimdi tamamen benim için temiz.

tam
according to Cocker
tam
{s} rank
tam
spot on
tam
{s} positive
tam
{s} unalloyed
tam
{s} unmitigated

His speech was an unmitigated disaster. - Onun konuşması tam anlamıyla bir felaketti.

tam
{s} intimate
tam
{s} prize
tam
ingrain
tam
unobstructed
tam
{s} unambiguous
tam
{s} unredeemed
tam
{s} plenary
tam
root and branch
tam
{s} square
tam
{s} thoroughgoing
tam
{s} unreserved
tam
repair

I had my watch repaired. - Saatimi tamir ettirdim.

I am going to have my watch repaired by John. - Saatimi John'a tamir ettireceğim.

tam
allout
tam
{s} solid
tam
orthodox
tam
{s} plumb

Are you the guy who's going to help us fix our plumbing? - Su tesisatımızı tamir etmemize yardım edecek adam sen misin?

Can you fix this or should I call a plumber? - Bunu tamir edebilir misin yoksa bir tesisatçı çağırmam mı gerekiyor.

tam
{s} round

America did not invent human rights. In a very real sense, it is the other way round. Human rights invented America. - Amerika insan haklarını icat etmedi. Gerçek anlamda, tam tersidir. İnsan hakları Amerika'yı icat etti.

tam
{s} sheer

It was sheer coincidence that Mary and I were on the same train. - Mary ve benim aynı trende olmamız, tamamen bir tesadüftü.

It is a sheer waste of time. - O tamamen zaman kaybı.