tams

listen to the pronunciation of tams
Englisch - Türkisch
(Askeri) ulaştırma analiz, modelleme ve simülasyon (transportation analysis, modeling, and simulation)
tam
iskoç beresi
Türkisch - Türkisch
(Osmanlı Dönemi) Yapışmak
(Osmanlı Dönemi) Cima etmek
(Osmanlı Dönemi) Kadının hayız görmesi, aybaşı olması
(Osmanlı Dönemi) Kir, vesah
tam
Gerçek, ehliyetli, yetkin, kusursuz: "Reşit Galip tam bir idealist gibi öldü."- O. S. Orhon
tam
Bütün, tüm
tam
Eksiksiz, kesintisiz
tam
Eksiksiz, kesintisiz: "Tam iki saat yalandan tamirle uğraştım."- A. Gündüz
tam
Zaman ve yer için anlamı kesinleştirir: "Bohçasını aldı, tam çıkacaktı..."- Ö. Seyfettin
tam
Amerikan doları
tam
Sırasında, anında: "Tam mağazaya gireceğim zaman arkamdan bir ses geldi."- Ö. Seyfettin
tam
Anlamı kesinleştirir
tam
Bakırcılıkta, yapımı bitirilmiş ve kalaylanmış dövme kap
tam
Sırasında, anında
tam
Küçük kulübe, ev
tam
Gerçek, ehliyetli, yetkin, kusursuz
tam
Uygun olarak, tıpkı, aynı
Türkisch - Englisch

Definition von tams im Türkisch Englisch wörterbuch

tam
{s} whole

There is nothing like a glass of beer after a whole day's work. - Bir tam günlük çalışmadan sonra bir bardak bira gibi bir şey yoktur.

By September I will have known her for a whole year. - Eylül ayı itibarıyla tam bir yıldır onu tanıyoruz.

tam
{s} complete

Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it. - Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.

He was completely absorbed in his work. - Tamamen işine dalmıştı.

tam
exact

I couldn't say when exactly in my life it occurred to me that I would be a pilot someday. - Bir gün pilot olma fikrinin hayatımda tam olarak ne zaman oluştuğunu söyleyemem.

It's exactly what I wanted. - O, tam olarak benim istediğimdir.

tam
{s} full

I worked for a full 24 hours without getting any sleep. - Hiç uyumadan tam 24 saat çalıştım.

He fully realizes that he was the cause of the accident. - Kazanın sebebi olduğunun tamamen farkındadır.

tam
{s} overall
tam
{s} accurate

He accurately described what happened there. - Ne olduğunu tam olarak anlattı.

This seems entirely accurate. - Bu tamamen doğru gibi görünüyor.

tam
proper

The facts weren't properly understood. - Gerçekler tam olarak anlaşılmadı.

Did you clean your room properly? There's still dust over here. - Odanı tam olarak temizledin mi? Burada hala toz var.

tam
just

Idiot! She's not being honest when she says she loves you. Haven't you figured it out yet? She's just a gold digger. - Aptal! Seni sevdiğini söylediğinde dürüst olmuyor. Hâlâ anlamadın mı? O, tam bir altın arayıcısı.

Just as we were leaving the exam room the doctor waved his hand saying, 'bye-bye'. - Muayene odasından tam ayrılırken doktor hoşça kal diyerek elini salladı.

tam
{s} literal

He explained the literal meaning of the phrase. - O, ifadenin tam anlamını açıkladı.

I took what she said literally. - Onun söylediğini tam olarak anladım.

tam
(Ticaret) total

You guys are totally clueless. - Siz acayip kılıklı herifler tamamen cahilsiniz.

Lunar eclipses can be total or partial. - Güneş tutulmaları tam ya da bölümlü olabilir.

tam
quite

I do not quite agree with you. - Sizinle tamamen aynı fikirde değilim.

Tom still hasn't quite learned the rules of the game. - Tom hâlâ oyunun kurallarını tamamen öğrenmemişti.

tam
{s} thorough

The police thoroughly searched the house. - Polis evi tamamen aradı.

They got thoroughly wet in the rain. - Onlar yağmurda tamamen ıslandılar.

tam
{s} simple

It wasn't quite that simple. - O tam olarak o kadar basit değildi.

tam
{s} correct

This watch keeps correct time. - Bu saat tamamen doğrudur.

That's not entirely correct. - Bu tam olarak doğru değil.

tam
perfect

Tom is perfectly satisfied with his current salary. - Tom şu anki aylığından tamamen memnun.

I assure you Tom will be perfectly safe. - Tom'un tamamen güvenli olacağına sizi temin ederim.

tam
on the beam
tam
refined
tam
literally

The detective questioned literally thousands of people about the incident. - Dedektif olay hakkında binlerce insanı tam olarak sorguladı.

I took what she said literally. - Onun söylediğini tam olarak anladım.

tam
slipt
tam
particular
tam
undivided

Tom had Mary's undivided attention. - Tom Mary'nin tam ilgisine sahipti.

tam
sound

Your English is grammatically correct, but sometimes what you say just doesn't sound like what a native speaker would say. - İngilizcen dil bilgisi bakımından doğru fakat bazen söylediğin tam olarak bir yerlinin söylediğine benzemiyor.

This story may sound strange, but it's absolutely true. - Bu hikaye kulağa acayip gelebilir ama tamamen gerçektir.

tam
flat

Would you have time to fix this flat tire now? - Senin bu patlak tekeri şimdi tamir etmek için zamanın olur muydu?

Can you fix the flat tire now? - Şimdi patlak lastiği tamir edebilir misin?

tam
superb
tam
smack in
tam
every bit

He is every bit a gentleman. - O, tam bir beyefendi.

tam
definite

Okay, okay, said the doctor. I'll definitely take a look at her. - Tamam, tamam, dedi doktor. Ben kesinlikle ona bir göz atacağım.

It's definitely a full-time job. - O kesinlikle tam zamanlı bir iştir.

tam
grand

My grandfather owned a car just like this. - Büyük babam tam böyle bir arabaya sahip oldu.

I don't remember my grandmother's face exactly. - Babaannemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.

tam
smack into
tam
integrate
tam
diagnostic
tam
as well
tam
smack onto
tam
precision
tam
smack on
tam
definitive
tam
unerring
tam
from a to z
tam
unrelieved
tam
exactly

I couldn't say when exactly in my life it occurred to me that I would be a pilot someday. - Bir gün pilot olma fikrinin hayatımda tam olarak ne zaman oluştuğunu söyleyemem.

The plane arrived exactly at nine. - Uçak tam olarak dokuzda vardı.

tam
true

The statement is not wholly true. - İfade tamamen gerçek değil.

Tom couldn't completely rule out the possibility that what Mary said was true. - Tom, Mary'nin söylediğinin gerçek olduğu ihtimalini tamamen görmezden gelemedi.

tam
outright

This translation is outright wrong. - Bu çeviri tamamen yanlış.

tam
bang
tam
regular
tam
entire

I don't entirely understand what he said. - Ben, onun söylediğini tamamen anlamıyorum.

See how Lenny can swallow an entire hot dog without chewing or choking? That's why upper management loves him so much. - Lenny'nin nasıl çiğnemeden veya boğulmadan tam bir sosisli sandvici yutabildiğine bak? Bu nedenle üst idare onu bu kadar fazla sever.

tam
precisely

Tom knows precisely how Mary feels. - Tom Mary'nin nasıl hissettiğini tam olarak biliyor.

Come here at precisely six o'clock. - Tam altıda buraya gel.

tam
crass
tam
due

Due to severe educational influence the child became a wholly different person. - Ciddi bir eğitim etkisi nedeniyle çocuk tamamen farklı bir kişi haline geldi.

Due to the rain, my plans were completely mixed up. - Yağmur nedeniyle planlarım tamamen karıştı.

tam
very

He left his last job for very this reason - İşinde tam bu yüzden ayrıldı.

Never give up till the very end. - Tam sonuna kadar vazgeçme.

This is the very video I have been looking for. - Bu tam aradığım video.

tam
utter

He felt utterly humiliated. - O, tamamen aşağılanmış hissetti.

She is an utter stranger to me. - O, bana tamamen yabancıdır.

tam
graphic
tam
implicit
tam
unadulterated
tam
absolute

It's an absolute waste of time to wait any longer. - Daha fazla beklemek tam bir zaman kaybıdır.

Stay absolutely still. - Tamamen hareketsiz dur.

tam
truly
tam
intact
tam
sharp

He got home at seven sharp. - O, saat tam yedide eve geldi.

The meeting will start at four o'clock sharp. - Toplantı tam dörtte başlayacak.

tam
precise

Come here at precisely six o'clock. - Tam altıda buraya gel.

Tom arrived precisely on time. - Tom tam zamanında geldi.

tam
strict

My interest in politics is strictly academic. - Siyasete ilgim tamamen akademik.

Our relationship is strictly professional. - İlişkimiz tam anlamıyla profesyonel.

tam
full-blown
tam
finished

Tom finished off the ice cream that was in the freezer. - Tom dondurucudaki dondurmayı tamamen bitirdi.

I haven't quite finished eating. - Ben yemeği tamamen bitirmedim.

tam
immaculate
tam
direct

I don't know exactly where Kyoko lives, but it's in the direction of Sannomiya. - Ben tam olarak Kyoko'nun nerede yaşadığını bilmiyorum, ama Sannomiya yönünde.

tam
unqualified
tam
veritable
tam
unabridged
tam
good

Ted is good at fixing watches. - Ted saatleri tamir etmede iyidir.

He, just like you, is a good golfer. - O, tam senin gibi, iyi bir golfçü.

tam
desperately
tam
completely

He will think he has been completely forgotten. - Tamamen unutulduğunu düşünecek.

Are you completely through with your homework? - Sen tamamen ödevlerin aracılığıyla mısın?

tam
just as

The food athletes eat is just as important as what kind of exercises they do. - Sporcuların yedikleri yiyecek tam olarak ne tür egzersizleri yaptıkları kadar önemlidir.

He went to the store just as it was going to close. - Tam kapanacakken o mağazaya gitti.

tam
a full
tam
complete of
tam
{s} mathematical

Mathematically, everything's good. But it seems completely improbable to me. - Matematiksel olarak her şey iyi. Ama benim için tamamen muhtemel görünmüyor.

tam
blank
tam
even

The events unfolded just as she predicted. - Olaylar tam onun tahmin ettiği gibi meydana geldi.

Do you even remember Tom? - Tom'u tamamıyla hatırlıyor musun?

tam
plunk
tam
complete, entire, whole; exact, precise, perfect; prompt, sharp; just, very; completely, exactly, precisely, bang
tam
fully, completely: tam teşekküllü bir hastane a fully equipped hospital. Görevini tam yapmanı istiyorum. I want you to carry out your duty to the full
tam
at the time

I was right there with Tom at the time. - Ben o zaman Tom'la birlikte tam oradaydım.

tam
prompt
tam
fully

He reported fully what he had seen to the police. - O, ne gördüğünü polise tam olarak bildirdi.

Tom is fully aware of the problem. - Tom tamamen problemin farkında.

tam
all out

Your ideas are all out of date. - Sizin fikirleriniz tamamen çağ dışıdır.

tam
the very

He was detected in the very act of stealing. - O, tam çalma anında tespit edildi.

This is the very video I have been looking for. - Bu tam aradığım video.

tam
exactly; right; immediately; precisely; just: Orada tam yedi yıl çalıştı. He worked there for exactly seven years. Tam zamanında geldin. You've come right on time. Tam karşımda oturuyordu. She was sitting immediately opposite me. Şimdi tam sırası! Now's just the right time! Tam istediğiniz gibi yaptım. I did it just as you wanted me to
tam
downright

This place is downright creepy. - Bu yer tamamen tüyler ürpertici.

It sounds downright frightening. - Bu tamamen korkutucu görünüyor.

tam
whole, full; complete, perfect: tam ekmek a whole loaf of bread. tam maaş full salary. tam iki kilo a full two kilos. tam yetki full authority/full power. tam istihdam full employment. tam üye full member. tam pansiyon full pension/full room and board. tam bir Fransız a Frenchman through and through. tam bir ziyafet a real banquet. tam bir rezalet an out-and-out disgrace
tam
bang on
tam
slap bang
tam
consummate
tam
factual
tam
out and out
tam
accomplished

They accomplished their mission. - Onlar misyonlarını tamamladılar.

The first stage of the operation has been accomplished. - Operasyonun ilk aşaması tamamlandı.

tam
straight

Tom sat alone, staring straight ahead. - Tom tam karşıda bakarken tek başına oturuyordu.

She told the joke with a completely straight face. - O, tamamen gülmeyen bir suratla fıkra anlattı.

tam
trueborn
tam
engrained
tam
rightdown
tam
to a T
tam
stark
tam
holo
tam
dead

The party was perfectly deadly. - Parti tamamen sıkıcıydı.

All characters appearing in this work are fictitious. Any resemblance to real persons, living or dead, is purely coincidental. - Bu eserde görünen tüm karakterler tamamen hayal ürünüdürler. Yaşayan ya da ölü gerçek kişilere olan herhangi bir benzerlik sadece rastlantıdır.

tam
slick
tam
ingrained
tam
(Hukuk) integral

Death is an integral part of life. - Ölüm hayatın tamamlayıcı bir parçasıdır.

tam
right

It must bother you to have taken a bad master. I'm stupid too. So, it's all right. - Kötü bir öğretmene sahip olmak sizi rahatsız ediyor olmalı. Ben de aptalım. Öyleyse, tamam.

Tom arrived at just the right moment. - Tom tam doğru zamanda geldi.

tam
clear

It's all clear to me now. - O şimdi tamamen benim için temiz.

I want to make this perfectly clear. - Bunu tamamen açık yapmak istiyorum.

tam
according to Cocker
tam
{s} rank
tam
spot on
tam
{s} positive
tam
{s} unalloyed
tam
{s} unmitigated

His speech was an unmitigated disaster. - Onun konuşması tam anlamıyla bir felaketti.

tam
{s} intimate
tam
{s} prize
tam
ingrain
tam
unobstructed
tam
{s} unambiguous
tam
{s} unredeemed
tam
{s} plenary
tam
root and branch
tam
{s} square
tam
{s} thoroughgoing
tam
{s} unreserved
tam
repair

I am going to have my watch repaired by John. - Saatimi John'a tamir ettireceğim.

Can you repair these shoes? - Bu ayakkabıları tamir edebilir misin?

tam
allout
tam
{s} solid
tam
orthodox
tam
{s} plumb

Who should I call to fix my plumbing? - Su tesisatımı tamir etmek için kimi aramalıyım?

If you can't fix the pipe, we'll have to call a plumber. - Boruyu tamir edemezsen, bir tesisatçı aramak zorunda kalacağız.

tam
{s} round

America did not invent human rights. In a very real sense, it is the other way round. Human rights invented America. - Amerika insan haklarını icat etmedi. Gerçek anlamda, tam tersidir. İnsan hakları Amerika'yı icat etti.

tam
{s} sheer

It is a sheer waste of time. - O tamamen zaman kaybı.

It was sheer coincidence that Mary and I were on the same train. - Mary ve benim aynı trende olmamız, tamamen bir tesadüftü.