tamlık

listen to the pronunciation of tamlık
Türkisch - Englisch
precision
accuracy
nicety
completeness
exactitude
plenitude
exactness
precision, integrity, accuracy
preciseness
thoroughness
truth
faithfulness
complement
wholeness
entirety
integrity
particularity
totality
tam
{s} whole

There is nothing like a glass of beer after a whole day's work. - Bir tam günlük çalışmadan sonra bir bardak bira gibi bir şey yoktur.

She got full marks by memorizing the whole lesson. - O, bütün dersi ezberleyerek tam not aldı.

tam
{s} complete

We want complete sentences. - Tam cümleler istiyoruz.

All is completed with this. - Hepsi bununla tamamlandı.

tam
exact

I couldn't say when exactly in my life it occurred to me that I would be a pilot someday. - Bir gün pilot olma fikrinin hayatımda tam olarak ne zaman oluştuğunu söyleyemem.

It's exactly what I wanted. - O, tam olarak benim istediğimdir.

tam
{s} full

He reported fully what he had seen to the police. - O, ne gördüğünü polise tam olarak bildirdi.

The cherry trees are in full blossom. - Kiraz ağaçları tamamen çiçeklenmişler.

tam
{s} overall
tam
{s} accurate

Tom claims he can accurately predict the future. - Tom geleceği tam olarak tahmin edebildiğini iddia ediyor.

That's not completely accurate. - O tamamen doğru değil.

tam
proper

Did you clean your room properly? There's still dust over here. - Odanı tam olarak temizledin mi? Burada hala toz var.

The property was almost completely overgrown with wild blackberry bushes. - Arazi neredeyse tamamen yabani böğürtlen çalılarla kaplanmıştı.

tam
just

When I use a word, Humpty Dumpty said, it means just what I choose it to mean - neither more nor less. - Bir kelime kullandığımda,Humpty Dumpty ifade etmek için tam benim seçtiğimi o ifade ediyor-ne daha fazla ne daha az dedi.

The store is just across from the theater. - Dükkan tiyatronun tam karşısında.

tam
{s} literal

The detective questioned literally thousands of people about the incident. - Dedektif olay hakkında binlerce insanı tam olarak sorguladı.

I was literally stunned by what I saw. - Gördüğüm şey karşısında tam anlamıyla afallamıştım.

tam
(Ticaret) total

The man was a total stranger. - Adam tam bir yabancıydı.

Tom looks totally wiped out. - Tom tamamen yok olmuş görünüyor.

tam
quite

I do not quite agree with you. - Sizinle tamamen aynı fikirde değilim.

He looked confident but his inner feelings were quite different. - Emin görünüyordu fakat onun iç duyguları tamamen farklıydı.

tam
{s} thorough

They got thoroughly wet in the rain. - Onlar yağmurda tamamen ıslandılar.

I checked Tom thoroughly. - Tom'u tamamen kontrol ettim.

tam
{s} simple

It wasn't quite that simple. - O tam olarak o kadar basit değildi.

tam
{s} correct

This watch keeps correct time. - Bu saat tamamen doğrudur.

Since my watch was broken, I didn't know the correct time. - Saatim bozuk olduğu için, saati tam bilmiyordum.

tam
perfect

Tom can understand perfectly well. - Tom tamamen iyi bir şekilde anlayabiliyor.

Tom is perfectly satisfied with his current salary. - Tom şu anki aylığından tamamen memnun.

tam
on the beam
tam
refined
tam
literally

Does the city literally owe its existence to Mussolini? - Şehir varlığını tam anlamıyla Mussolini'ye mi borçlu?

I was literally stunned by what I saw. - Gördüğüm şey karşısında tam anlamıyla afallamıştım.

tam
slipt
tam
particular
tam
undivided

Tom had Mary's undivided attention. - Tom Mary'nin tam ilgisine sahipti.

tam
sound

Your English is grammatically correct, but sometimes what you say just doesn't sound like what a native speaker would say. - İngilizcen dil bilgisi bakımından doğru fakat bazen söylediğin tam olarak bir yerlinin söylediğine benzemiyor.

This story may sound strange, but it's absolutely true. - Bu hikaye kulağa acayip gelebilir ama tamamen gerçektir.

tam
flat

Her girlfriend is completely flat-chested. - Onun kız arkadaşı tamamen düz göğüslü.

Would you have time to fix this flat tire now? - Senin bu patlak tekeri şimdi tamir etmek için zamanın olur muydu?

tam
superb
tam
smack in
tam
every bit

He is every bit a gentleman. - O, tam bir beyefendi.

tam
definite

It's definitely a full-time job. - O kesinlikle tam zamanlı bir iştir.

Sometime I'll definitely visit France. I just don't know exactly when. - Bir gün kesinlikle Fransa'yı ziyaret edeceğim. Sadece tam olarak ne zaman olduğunu bilmiyorum.

tam
grand

I don't remember my grandmother's face exactly. - Babaannemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.

My grandfather owned a car just like this. - Büyük babam tam böyle bir arabaya sahip oldu.

tam
smack into
tam
integrate
tam
diagnostic
tam
as well
tam
smack onto
tam
precision
tam
smack on
tam
definitive
tam
unerring
tam
from a to z
tam
unrelieved
tam
exactly

The plane arrived exactly at nine. - Uçak tam olarak dokuzda vardı.

What exactly are you doing? - Tam olarak ne yapıyorsun?

tam
true

Our teacher is a gentleman in the true sense of the word. - Öğretmenimiz kelimenin tam anlamıyla bir beyefendi.

This story may sound strange, but it's absolutely true. - Bu hikaye kulağa acayip gelebilir ama tamamen gerçektir.

tam
outright

This translation is outright wrong. - Bu çeviri tamamen yanlış.

tam
bang
tam
regular
tam
entire

The accident was entirely avoidable. - Kaza tamamen önlenebilirdi.

I don't entirely understand what he said. - Ben, onun söylediğini tamamen anlamıyorum.

tam
precisely

Tom arrived precisely on time. - Tom tam zamanında geldi.

Tom knows precisely what he's doing. - Tom ne yaptığını tam olarak biliyor.

tam
crass
tam
due

Due to the rain, my plans were completely mixed up. - Yağmur nedeniyle planlarım tamamen karıştı.

Due to global warming, cities could be completely submerged. - Küresel ısınmadan dolayı, şehirler tamamen batırılmış olabilir.

tam
very

He left his last job for very this reason - İşinde tam bu yüzden ayrıldı.

This is the very video I have been looking for. - Bu tam aradığım video.

Never give up till the very end. - Tam sonuna kadar vazgeçme.

tam
utter

It is utterly impossible to finish the work within a month. - Bir ayda işi tamamen bitirmek imkansız.

The shy boy was utterly embarrassed in her presence. - Utangaç erkek çocuğu onun varlığında tamamen sıkıldı.

tam
graphic
tam
implicit
tam
unadulterated
tam
absolute

I have absolute trust in you. - Benim sana tam güvenim var.

Stay absolutely still. - Tamamen hareketsiz dur.

tam
truly
tam
intact
tam
sharp

The meeting will start at four o'clock sharp. - Toplantı tam dörtte başlayacak.

The bus stopped sharply. - Otobüs tam vaktinde durdu.

tam
precise

Tom knows precisely how Mary feels. - Tom Mary'nin nasıl hissettiğini tam olarak biliyor.

He said he was already more than fifty years old, fifty five, to be precise. - O çoktan elli yaşından daha fazla olduğunu, tam olarak elli beş olduğunu söyledi.

tam
strict

Our relationship is strictly professional. - İlişkimiz tam anlamıyla profesyonel.

My interest in politics is strictly academic. - Siyasete ilgim tamamen akademik.

tam
full-blown
tam
finished

I haven't quite finished eating. - Ben yemeği tamamen bitirmedim.

Have you finished the papers? - Belgeleri tamamladın mı?

tam
immaculate
tam
direct

I don't know exactly where Kyoko lives, but it's in the direction of Sannomiya. - Ben tam olarak Kyoko'nun nerede yaşadığını bilmiyorum, ama Sannomiya yönünde.

tam
unqualified
tam
veritable
tam
unabridged
tam
good

Ted is good at fixing watches. - Ted saatleri tamir etmede iyidir.

The place just doesn't look as good as it used to. - Yer tam eskisi kadar iyi gözükmüyor.

tam
desperately
tam
completely

He was completely absorbed in his work. - Tamamen işine dalmıştı.

He will think he has been completely forgotten. - Tamamen unutulduğunu düşünecek.

tam
just as

Just as we were leaving the exam room the doctor waved his hand saying, 'bye-bye'. - Muayene odasından tam ayrılırken doktor hoşça kal diyerek elini salladı.

He went to the store just as it was going to close. - Tam kapanacakken o mağazaya gitti.

tam
a full
tam
complete of
tam
{s} mathematical

Mathematically, everything's good. But it seems completely improbable to me. - Matematiksel olarak her şey iyi. Ama benim için tamamen muhtemel görünmüyor.

tam
blank
tam
even

We're going out for dumplings in the evening, all right? - Akşam, meyveli börek yemek için dışarı çıkıyoruz, tamam mı?

Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it. - Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.

tam
plunk
tam
complete, entire, whole; exact, precise, perfect; prompt, sharp; just, very; completely, exactly, precisely, bang
tam
fully, completely: tam teşekküllü bir hastane a fully equipped hospital. Görevini tam yapmanı istiyorum. I want you to carry out your duty to the full
tam
at the time

I was right there with Tom at the time. - Ben o zaman Tom'la birlikte tam oradaydım.

tam
prompt
tam
fully

He fully realizes that he was the cause of the accident. - Kazanın sebebi olduğunun tamamen farkındadır.

My house is fully insured. - Evim tam sigortalıdır.

tam
all out

Your ideas are all out of date. - Sizin fikirleriniz tamamen çağ dışıdır.

tam
the very

This is the very place that I have long wanted to visit. - Burası tam uzun süredir ziyaret etmek istediğim yer.

This is the very video I have been looking for. - Bu tam aradığım video.

tam
exactly; right; immediately; precisely; just: Orada tam yedi yıl çalıştı. He worked there for exactly seven years. Tam zamanında geldin. You've come right on time. Tam karşımda oturuyordu. She was sitting immediately opposite me. Şimdi tam sırası! Now's just the right time! Tam istediğiniz gibi yaptım. I did it just as you wanted me to
tam
downright

It sounds downright frightening. - Bu tamamen korkutucu görünüyor.

This place is downright creepy. - Bu yer tamamen tüyler ürpertici.

tam
whole, full; complete, perfect: tam ekmek a whole loaf of bread. tam maaş full salary. tam iki kilo a full two kilos. tam yetki full authority/full power. tam istihdam full employment. tam üye full member. tam pansiyon full pension/full room and board. tam bir Fransız a Frenchman through and through. tam bir ziyafet a real banquet. tam bir rezalet an out-and-out disgrace
tam
bang on
tam
slap bang
tam
consummate
tam
factual
tam
out and out
tam
accomplished

They accomplished their task without any difficulty. - Görevlerini bir zorluk olmadan tamamladılar.

The first stage of the operation has been accomplished. - Operasyonun ilk aşaması tamamlandı.

tam
straight

She told the joke with a completely straight face. - O, tamamen gülmeyen bir suratla fıkra anlattı.

Tom sat alone, staring straight ahead. - Tom tam karşıda bakarken tek başına oturuyordu.

tam
trueborn
tam
engrained
tam
rightdown
tam
to a T
tam
stark
tam
holo
tam
dead

There was a dead silence. - Tam bir sessizlik vardı.

Tom was dead set against the idea. - Tom fikre tamamen karşıydı.

tam
slick
tam
ingrained
tam
(Hukuk) integral

Death is an integral part of life. - Ölüm hayatın tamamlayıcı bir parçasıdır.

tam
right

It must bother you to have taken a bad master. I'm stupid too. So, it's all right. - Kötü bir öğretmene sahip olmak sizi rahatsız ediyor olmalı. Ben de aptalım. Öyleyse, tamam.

Tom arrived at just the right moment. - Tom tam doğru zamanda geldi.

tam
clear

Where a painting's general sense seems clear, moreover, the exact decoding of its content remains in doubt. - Bir resmin genel anlamı açık görünse de, buna rağmen, onun içeriğinin tam çözümü şüpheli kalır.

I still clearly remember. It was seven or eight years ago. Where exactly? Were you also there? - Hâlâ apaçık hatırlıyorum. Yedi ya da sekiz yıl önceydi. Tam olarak nerede? Sen de orada mıydın?

tam
according to Cocker
tam
{s} rank
tam
spot on
tam
{s} positive
tam
{s} unalloyed
tam
{s} unmitigated

His speech was an unmitigated disaster. - Onun konuşması tam anlamıyla bir felaketti.

tam
{s} intimate
tam
{s} prize
tam
ingrain
tam
unobstructed
tam
{s} unambiguous
tam
{s} unredeemed
tam
{s} plenary
tam
root and branch
tam
{s} square
tam
{s} thoroughgoing
tam
{s} unreserved
tam
repair

This car needs repairing. - Bu arabanın tamire ihtiyacı var.

I will only buy the car if they repair the brakes first. - Frenleri tamir ederlerse, arabayı satın alacağım.

tam
allout
tam
{s} solid
tam
orthodox
tam
{s} plumb

Are you the guy who's going to help us fix our plumbing? - Su tesisatımızı tamir etmemize yardım edecek adam sen misin?

Can you fix this or should I call a plumber? - Bunu tamir edebilir misin yoksa bir tesisatçı çağırmam mı gerekiyor.

tam
{s} round

America did not invent human rights. In a very real sense, it is the other way round. Human rights invented America. - Amerika insan haklarını icat etmedi. Gerçek anlamda, tam tersidir. İnsan hakları Amerika'yı icat etti.

tam
{s} sheer

It is a sheer waste of time. - O tamamen zaman kaybı.

It was sheer coincidence that Mary and I were on the same train. - Mary ve benim aynı trende olmamız, tamamen bir tesadüftü.

Türkisch - Türkisch
Eksik olmama durumu, olgunluk: "... bin bir çeşit meziyet, fazilet, tamlık ve kemal..."- R. H. Karay
Eksik olmama durumu, olgunluk
tam
Gerçek, ehliyetli, yetkin, kusursuz: "Reşit Galip tam bir idealist gibi öldü."- O. S. Orhon
tam
Bütün, tüm
tam
Eksiksiz, kesintisiz
tam
Eksiksiz, kesintisiz: "Tam iki saat yalandan tamirle uğraştım."- A. Gündüz
tam
Zaman ve yer için anlamı kesinleştirir: "Bohçasını aldı, tam çıkacaktı..."- Ö. Seyfettin
tam
Amerikan doları
tam
Sırasında, anında: "Tam mağazaya gireceğim zaman arkamdan bir ses geldi."- Ö. Seyfettin
tam
Anlamı kesinleştirir
tam
Bakırcılıkta, yapımı bitirilmiş ve kalaylanmış dövme kap
tam
Sırasında, anında
tam
Küçük kulübe, ev
tam
Gerçek, ehliyetli, yetkin, kusursuz
tam
Uygun olarak, tıpkı, aynı
Englisch - Türkisch

Definition von tamlık im Englisch Türkisch wörterbuch

tam
iskoç beresi
tamlık
Favoriten