There is nothing like a glass of beer after a whole day's work.
- Bir tam günlük çalışmadan sonra bir bardak bira gibi bir şey yoktur.
She got full marks by memorizing the whole lesson.
- O, bütün dersi ezberleyerek tam not aldı.
We want complete sentences.
- Tam cümleler istiyoruz.
All is completed with this.
- Hepsi bununla tamamlandı.
I couldn't say when exactly in my life it occurred to me that I would be a pilot someday.
- Bir gün pilot olma fikrinin hayatımda tam olarak ne zaman oluştuğunu söyleyemem.
It's exactly what I wanted.
- O, tam olarak benim istediğimdir.
He reported fully what he had seen to the police.
- O, ne gördüğünü polise tam olarak bildirdi.
The cherry trees are in full blossom.
- Kiraz ağaçları tamamen çiçeklenmişler.
Tom claims he can accurately predict the future.
- Tom geleceği tam olarak tahmin edebildiğini iddia ediyor.
That's not completely accurate.
- O tamamen doğru değil.
Did you clean your room properly? There's still dust over here.
- Odanı tam olarak temizledin mi? Burada hala toz var.
The property was almost completely overgrown with wild blackberry bushes.
- Arazi neredeyse tamamen yabani böğürtlen çalılarla kaplanmıştı.
When I use a word, Humpty Dumpty said, it means just what I choose it to mean - neither more nor less.
- Bir kelime kullandığımda,Humpty Dumpty ifade etmek için tam benim seçtiğimi o ifade ediyor-ne daha fazla ne daha az dedi.
The store is just across from the theater.
- Dükkan tiyatronun tam karşısında.
The detective questioned literally thousands of people about the incident.
- Dedektif olay hakkında binlerce insanı tam olarak sorguladı.
I was literally stunned by what I saw.
- Gördüğüm şey karşısında tam anlamıyla afallamıştım.
The man was a total stranger.
- Adam tam bir yabancıydı.
Tom looks totally wiped out.
- Tom tamamen yok olmuş görünüyor.
I do not quite agree with you.
- Sizinle tamamen aynı fikirde değilim.
He looked confident but his inner feelings were quite different.
- Emin görünüyordu fakat onun iç duyguları tamamen farklıydı.
They got thoroughly wet in the rain.
- Onlar yağmurda tamamen ıslandılar.
I checked Tom thoroughly.
- Tom'u tamamen kontrol ettim.
It wasn't quite that simple.
- O tam olarak o kadar basit değildi.
This watch keeps correct time.
- Bu saat tamamen doğrudur.
Since my watch was broken, I didn't know the correct time.
- Saatim bozuk olduğu için, saati tam bilmiyordum.
Tom can understand perfectly well.
- Tom tamamen iyi bir şekilde anlayabiliyor.
Tom is perfectly satisfied with his current salary.
- Tom şu anki aylığından tamamen memnun.
Does the city literally owe its existence to Mussolini?
- Şehir varlığını tam anlamıyla Mussolini'ye mi borçlu?
I was literally stunned by what I saw.
- Gördüğüm şey karşısında tam anlamıyla afallamıştım.
Tom had Mary's undivided attention.
- Tom Mary'nin tam ilgisine sahipti.
Your English is grammatically correct, but sometimes what you say just doesn't sound like what a native speaker would say.
- İngilizcen dil bilgisi bakımından doğru fakat bazen söylediğin tam olarak bir yerlinin söylediğine benzemiyor.
This story may sound strange, but it's absolutely true.
- Bu hikaye kulağa acayip gelebilir ama tamamen gerçektir.
Her girlfriend is completely flat-chested.
- Onun kız arkadaşı tamamen düz göğüslü.
Would you have time to fix this flat tire now?
- Senin bu patlak tekeri şimdi tamir etmek için zamanın olur muydu?
He is every bit a gentleman.
- O, tam bir beyefendi.
It's definitely a full-time job.
- O kesinlikle tam zamanlı bir iştir.
Sometime I'll definitely visit France. I just don't know exactly when.
- Bir gün kesinlikle Fransa'yı ziyaret edeceğim. Sadece tam olarak ne zaman olduğunu bilmiyorum.
I don't remember my grandmother's face exactly.
- Babaannemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.
My grandfather owned a car just like this.
- Büyük babam tam böyle bir arabaya sahip oldu.
The plane arrived exactly at nine.
- Uçak tam olarak dokuzda vardı.
What exactly are you doing?
- Tam olarak ne yapıyorsun?
Our teacher is a gentleman in the true sense of the word.
- Öğretmenimiz kelimenin tam anlamıyla bir beyefendi.
This story may sound strange, but it's absolutely true.
- Bu hikaye kulağa acayip gelebilir ama tamamen gerçektir.
This translation is outright wrong.
- Bu çeviri tamamen yanlış.
The accident was entirely avoidable.
- Kaza tamamen önlenebilirdi.
I don't entirely understand what he said.
- Ben, onun söylediğini tamamen anlamıyorum.
Tom arrived precisely on time.
- Tom tam zamanında geldi.
Tom knows precisely what he's doing.
- Tom ne yaptığını tam olarak biliyor.
Due to the rain, my plans were completely mixed up.
- Yağmur nedeniyle planlarım tamamen karıştı.
Due to global warming, cities could be completely submerged.
- Küresel ısınmadan dolayı, şehirler tamamen batırılmış olabilir.
He left his last job for very this reason - İşinde tam bu yüzden ayrıldı.
This is the very video I have been looking for.
- Bu tam aradığım video.
Never give up till the very end.
- Tam sonuna kadar vazgeçme.
It is utterly impossible to finish the work within a month.
- Bir ayda işi tamamen bitirmek imkansız.
The shy boy was utterly embarrassed in her presence.
- Utangaç erkek çocuğu onun varlığında tamamen sıkıldı.
I have absolute trust in you.
- Benim sana tam güvenim var.
Stay absolutely still.
- Tamamen hareketsiz dur.
The meeting will start at four o'clock sharp.
- Toplantı tam dörtte başlayacak.
The bus stopped sharply.
- Otobüs tam vaktinde durdu.
Tom knows precisely how Mary feels.
- Tom Mary'nin nasıl hissettiğini tam olarak biliyor.
He said he was already more than fifty years old, fifty five, to be precise.
- O çoktan elli yaşından daha fazla olduğunu, tam olarak elli beş olduğunu söyledi.
Our relationship is strictly professional.
- İlişkimiz tam anlamıyla profesyonel.
My interest in politics is strictly academic.
- Siyasete ilgim tamamen akademik.
I haven't quite finished eating.
- Ben yemeği tamamen bitirmedim.
Have you finished the papers?
- Belgeleri tamamladın mı?
I don't know exactly where Kyoko lives, but it's in the direction of Sannomiya.
- Ben tam olarak Kyoko'nun nerede yaşadığını bilmiyorum, ama Sannomiya yönünde.
Ted is good at fixing watches.
- Ted saatleri tamir etmede iyidir.
The place just doesn't look as good as it used to.
- Yer tam eskisi kadar iyi gözükmüyor.
He was completely absorbed in his work.
- Tamamen işine dalmıştı.
He will think he has been completely forgotten.
- Tamamen unutulduğunu düşünecek.
Just as we were leaving the exam room the doctor waved his hand saying, 'bye-bye'.
- Muayene odasından tam ayrılırken doktor hoşça kal diyerek elini salladı.
He went to the store just as it was going to close.
- Tam kapanacakken o mağazaya gitti.
Mathematically, everything's good. But it seems completely improbable to me.
- Matematiksel olarak her şey iyi. Ama benim için tamamen muhtemel görünmüyor.
We're going out for dumplings in the evening, all right?
- Akşam, meyveli börek yemek için dışarı çıkıyoruz, tamam mı?
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.
I was right there with Tom at the time.
- Ben o zaman Tom'la birlikte tam oradaydım.
He fully realizes that he was the cause of the accident.
- Kazanın sebebi olduğunun tamamen farkındadır.
My house is fully insured.
- Evim tam sigortalıdır.
Your ideas are all out of date.
- Sizin fikirleriniz tamamen çağ dışıdır.
This is the very place that I have long wanted to visit.
- Burası tam uzun süredir ziyaret etmek istediğim yer.
This is the very video I have been looking for.
- Bu tam aradığım video.
It sounds downright frightening.
- Bu tamamen korkutucu görünüyor.
This place is downright creepy.
- Bu yer tamamen tüyler ürpertici.
They accomplished their task without any difficulty.
- Görevlerini bir zorluk olmadan tamamladılar.
The first stage of the operation has been accomplished.
- Operasyonun ilk aşaması tamamlandı.
She told the joke with a completely straight face.
- O, tamamen gülmeyen bir suratla fıkra anlattı.
Tom sat alone, staring straight ahead.
- Tom tam karşıda bakarken tek başına oturuyordu.
There was a dead silence.
- Tam bir sessizlik vardı.
Tom was dead set against the idea.
- Tom fikre tamamen karşıydı.
Death is an integral part of life.
- Ölüm hayatın tamamlayıcı bir parçasıdır.
It must bother you to have taken a bad master. I'm stupid too. So, it's all right.
- Kötü bir öğretmene sahip olmak sizi rahatsız ediyor olmalı. Ben de aptalım. Öyleyse, tamam.
Tom arrived at just the right moment.
- Tom tam doğru zamanda geldi.
Where a painting's general sense seems clear, moreover, the exact decoding of its content remains in doubt.
- Bir resmin genel anlamı açık görünse de, buna rağmen, onun içeriğinin tam çözümü şüpheli kalır.
I still clearly remember. It was seven or eight years ago. Where exactly? Were you also there?
- Hâlâ apaçık hatırlıyorum. Yedi ya da sekiz yıl önceydi. Tam olarak nerede? Sen de orada mıydın?
His speech was an unmitigated disaster.
- Onun konuşması tam anlamıyla bir felaketti.
This car needs repairing.
- Bu arabanın tamire ihtiyacı var.
I will only buy the car if they repair the brakes first.
- Frenleri tamir ederlerse, arabayı satın alacağım.
Are you the guy who's going to help us fix our plumbing?
- Su tesisatımızı tamir etmemize yardım edecek adam sen misin?
Can you fix this or should I call a plumber?
- Bunu tamir edebilir misin yoksa bir tesisatçı çağırmam mı gerekiyor.
America did not invent human rights. In a very real sense, it is the other way round. Human rights invented America.
- Amerika insan haklarını icat etmedi. Gerçek anlamda, tam tersidir. İnsan hakları Amerika'yı icat etti.
It is a sheer waste of time.
- O tamamen zaman kaybı.
It was sheer coincidence that Mary and I were on the same train.
- Mary ve benim aynı trende olmamız, tamamen bir tesadüftü.