tamlık

listen to the pronunciation of tamlık
Türkisch - Englisch
precision
accuracy
nicety
completeness
exactitude
plenitude
exactness
precision, integrity, accuracy
preciseness
thoroughness
truth
faithfulness
complement
wholeness
entirety
integrity
particularity
totality
tam
{s} whole

The patrol cars cover the whole of the area. - Devriye arabaları alanının tamamını kapsamaktadır.

There is nothing like a glass of beer after a whole day's work. - Bir tam günlük çalışmadan sonra bir bardak bira gibi bir şey yoktur.

tam
{s} complete

He was completely absorbed in his work. - Tamamen işine dalmıştı.

Her words were completely meaningless. - Onun sözleri tamamen anlamsızdı.

tam
exact

What exactly are you doing? - Tam olarak ne yapıyorsun?

It's exactly what I wanted. - O, tam olarak benim istediğimdir.

tam
{s} full

He fully realizes that he was the cause of the accident. - Kazanın sebebi olduğunun tamamen farkındadır.

He reported fully what he had seen to the police. - O, ne gördüğünü polise tam olarak bildirdi.

tam
{s} overall
tam
{s} accurate

I don't remember my grandmother's face accurately. - Ben büyük annemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.

He accurately described what happened there. - Ne olduğunu tam olarak anlattı.

tam
proper

The property was almost completely overgrown with wild blackberry bushes. - Arazi neredeyse tamamen yabani böğürtlen çalılarla kaplanmıştı.

The facts weren't properly understood. - Gerçekler tam olarak anlaşılmadı.

tam
just

Idiot! She's not being honest when she says she loves you. Haven't you figured it out yet? She's just a gold digger. - Aptal! Seni sevdiğini söylediğinde dürüst olmuyor. Hâlâ anlamadın mı? O, tam bir altın arayıcısı.

Just as we were leaving the exam room the doctor waved his hand saying, 'bye-bye'. - Muayene odasından tam ayrılırken doktor hoşça kal diyerek elini salladı.

tam
{s} literal

The detective questioned literally thousands of people about the incident. - Dedektif olay hakkında binlerce insanı tam olarak sorguladı.

I was literally stunned by what I saw. - Gördüğüm şey karşısında tam anlamıyla afallamıştım.

tam
(Ticaret) total

It isn't totally exact. - O tamamen kesin değildir.

Tom looks totally wiped out. - Tom tamamen yok olmuş görünüyor.

tam
quite

He looked confident but his inner feelings were quite different. - Emin görünüyordu fakat onun iç duyguları tamamen farklıydı.

I don't quite agree with you. - Sizinle tamamen aynı fikirde değilim.

tam
{s} thorough

They got thoroughly wet in the rain. - Onlar yağmurda tamamen ıslandılar.

We were thoroughly satisfied with his work. - Onun işinden tamamen tatmin olduk.

tam
{s} simple

It wasn't quite that simple. - O tam olarak o kadar basit değildi.

tam
{s} correct

Since my watch was broken, I didn't know the correct time. - Saatim bozuk olduğu için, saati tam bilmiyordum.

Please tell me the correct time. - Lütfen bana tam saati söyle.

tam
perfect

Tom is perfectly satisfied with his current salary. - Tom şu anki aylığından tamamen memnun.

I can understand your position perfectly. - Pozisyonunuzu tamamen anlayabiliyorum.

tam
on the beam
tam
refined
tam
literally

I took what she said literally. - Onun söylediğini tam olarak anladım.

After the botched gallbladder surgery, the patient was filled with bile, both figuratively and literally. - Berbat safra kesesi ameliyatından sonra, hasta hem mecazi olarak hem de kelimenin tam anlamıyla, safra ile doluydu.

tam
slipt
tam
particular
tam
undivided

Tom had Mary's undivided attention. - Tom Mary'nin tam ilgisine sahipti.

tam
sound

People tend to only compliment you on your language ability when it's apparent that you still don't quite sound like a native speaker. - İnsanlar hâlâ tamamen bir yerli konuşucu gibi ses çıkarmadığın aşikar olduğunda sadece dil yeteneğiniz üzerine size iltifat etmek eğilimindedir.

It sounds exactly like Tom. - O tam Tom'a benziyor.

tam
flat

I offered to fix Tom's flat tire. - Tom'un patlak tekerini tamir etmeyi önerdim.

Could you please fix this flat tire? - Lütfen bu düz lastiği tamir eder misiniz?

tam
superb
tam
smack in
tam
every bit

He is every bit a gentleman. - O, tam bir beyefendi.

tam
definite

Okay, okay, said the doctor. I'll definitely take a look at her. - Tamam, tamam, dedi doktor. Ben kesinlikle ona bir göz atacağım.

Sometime I'll definitely visit France. I just don't know exactly when. - Bir gün kesinlikle Fransa'yı ziyaret edeceğim. Sadece tam olarak ne zaman olduğunu bilmiyorum.

tam
grand

I don't remember my grandmother's face accurately. - Ben büyük annemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.

My grandfather owned a car just like this. - Büyük babam tam böyle bir arabaya sahip oldu.

tam
smack into
tam
integrate
tam
diagnostic
tam
as well
tam
smack onto
tam
precision
tam
smack on
tam
definitive
tam
unerring
tam
from a to z
tam
unrelieved
tam
exactly

It's exactly what I wanted. - O, tam olarak benim istediğimdir.

You can search words, and get translations. But it's not exactly a typical dictionary. - Sözcükleri arayabilir ve çevirileri alabilirsiniz. Ama o, tam olarak tipik bir sözlük değildir.

tam
true

Our teacher is a gentleman in the true sense of the word. - Öğretmenimiz kelimenin tam anlamıyla bir beyefendi.

I don't think that's quite true. - Onun tamamen doğru olduğunu sanmıyorum.

tam
outright

This translation is outright wrong. - Bu çeviri tamamen yanlış.

tam
bang
tam
regular
tam
entire

He is not entirely without courage. - O, tamamen cesaretsiz değil.

The accident was entirely avoidable. - Kaza tamamen önlenebilirdi.

tam
precisely

Tom arrived precisely on time. - Tom tam zamanında geldi.

Tom knows precisely what he's doing. - Tom ne yaptığını tam olarak biliyor.

tam
crass
tam
due

Due to severe educational influence the child became a wholly different person. - Ciddi bir eğitim etkisi nedeniyle çocuk tamamen farklı bir kişi haline geldi.

Due to recent events, it is completely impossible for me to focus on my work. - Son zamanlardaki olaylar sebebiyle, kendimi işime vermem tamamen imkansız.

tam
very

He left his last job for very this reason - İşinde tam bu yüzden ayrıldı.

This is the very video I have been looking for. - Bu tam aradığım video.

He was detected in the very act of stealing. - O, tam çalma anında tespit edildi.

tam
utter

It is utterly impossible to finish the work within a month. - Bir ayda işi tamamen bitirmek imkansız.

He felt utterly humiliated. - O, tamamen aşağılanmış hissetti.

tam
graphic
tam
implicit
tam
unadulterated
tam
absolute

I have absolute trust in you. - Benim sana tam güvenim var.

It's an absolute waste of time to wait any longer. - Daha fazla beklemek tam bir zaman kaybıdır.

tam
truly
tam
intact
tam
sharp

Be at the station at 11 o'clock sharp. - Tam 11:00'de istasyonda olun.

The meeting will start at four o'clock sharp. - Toplantı tam dörtte başlayacak.

tam
precise

He said he was already more than fifty years old, fifty five, to be precise. - O çoktan elli yaşından daha fazla olduğunu, tam olarak elli beş olduğunu söyledi.

Tom arrived precisely on time. - Tom tam zamanında geldi.

tam
strict

My interest in politics is strictly academic. - Siyasete ilgim tamamen akademik.

Our relationship is strictly professional. - İlişkimiz tam anlamıyla profesyonel.

tam
full-blown
tam
finished

Have you finished the papers? - Belgeleri tamamladın mı?

Tom finished off the ice cream that was in the freezer. - Tom dondurucudaki dondurmayı tamamen bitirdi.

tam
immaculate
tam
direct

I don't know exactly where Kyoko lives, but it's in the direction of Sannomiya. - Ben tam olarak Kyoko'nun nerede yaşadığını bilmiyorum, ama Sannomiya yönünde.

tam
unqualified
tam
veritable
tam
unabridged
tam
good

Ted is good at repairing watches. - Ted saatleri tamir etmede iyidir.

A good idea occurred to me just then. - Tam o sırada aklıma iyi bir fikir geldi.

tam
desperately
tam
completely

He was completely absorbed in his work. - Tamamen işine dalmıştı.

He will think he has been completely forgotten. - Tamamen unutulduğunu düşünecek.

tam
just as

When he whispered something into her ear, she moved just as he said, as if she had been hypnotized. - O onun kulağına bir şey fısıldadığında, o sanki hipnotize olmuş gibi, tam onun söylediği gibi hareket etti.

The food athletes eat is just as important as what kind of exercises they do. - Sporcuların yedikleri yiyecek tam olarak ne tür egzersizleri yaptıkları kadar önemlidir.

tam
a full
tam
complete of
tam
{s} mathematical

Mathematically, everything's good. But it seems completely improbable to me. - Matematiksel olarak her şey iyi. Ama benim için tamamen muhtemel görünmüyor.

tam
blank
tam
even

We're going out for dumplings in the evening, all right? - Akşam, meyveli börek yemek için dışarı çıkıyoruz, tamam mı?

Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it. - Asal sayılar hayata benzerler, onlar tamamıyla mantıklıdır ama bütün zamanınızı bu konuyu düşünerek harcasanız dahi belirli bir kural bulmak imkansızdır.

tam
plunk
tam
complete, entire, whole; exact, precise, perfect; prompt, sharp; just, very; completely, exactly, precisely, bang
tam
fully, completely: tam teşekküllü bir hastane a fully equipped hospital. Görevini tam yapmanı istiyorum. I want you to carry out your duty to the full
tam
at the time

I was right there with Tom at the time. - Ben o zaman Tom'la birlikte tam oradaydım.

tam
prompt
tam
fully

He reported fully what he had seen to the police. - O, ne gördüğünü polise tam olarak bildirdi.

I was fully alive to the danger. - Ben tamamen tehlikenin farkındaydım.

tam
all out

Your ideas are all out of date. - Sizin fikirleriniz tamamen çağ dışıdır.

tam
the very

This is the very video I have been looking for. - Bu tam aradığım video.

Never give up till the very end. - Tam sonuna kadar vazgeçme.

tam
exactly; right; immediately; precisely; just: Orada tam yedi yıl çalıştı. He worked there for exactly seven years. Tam zamanında geldin. You've come right on time. Tam karşımda oturuyordu. She was sitting immediately opposite me. Şimdi tam sırası! Now's just the right time! Tam istediğiniz gibi yaptım. I did it just as you wanted me to
tam
downright

It sounds downright frightening. - Bu tamamen korkutucu görünüyor.

This place is downright creepy. - Bu yer tamamen tüyler ürpertici.

tam
whole, full; complete, perfect: tam ekmek a whole loaf of bread. tam maaş full salary. tam iki kilo a full two kilos. tam yetki full authority/full power. tam istihdam full employment. tam üye full member. tam pansiyon full pension/full room and board. tam bir Fransız a Frenchman through and through. tam bir ziyafet a real banquet. tam bir rezalet an out-and-out disgrace
tam
bang on
tam
slap bang
tam
consummate
tam
factual
tam
out and out
tam
accomplished

The first stage of the mission has been accomplished. - Görevin ilk aşaması tamamlandı.

They accomplished their mission. - Onlar misyonlarını tamamladılar.

tam
straight

She told the joke with a completely straight face. - O, tamamen gülmeyen bir suratla fıkra anlattı.

Tom sat alone, staring straight ahead. - Tom tam karşıda bakarken tek başına oturuyordu.

tam
trueborn
tam
engrained
tam
rightdown
tam
to a T
tam
stark
tam
holo
tam
dead

I'm dead against the plan. - Ben plana tamamen karşıyım.

There was a dead silence. - Tam bir sessizlik vardı.

tam
slick
tam
ingrained
tam
(Hukuk) integral

Death is an integral part of life. - Ölüm hayatın tamamlayıcı bir parçasıdır.

tam
right

It must bother you to have taken a bad master. I'm stupid too. So, it's all right. - Kötü bir öğretmene sahip olmak sizi rahatsız ediyor olmalı. Ben de aptalım. Öyleyse, tamam.

Tom arrived at just the right moment. - Tom tam doğru zamanda geldi.

tam
clear

I still clearly remember. It was seven or eight years ago. Where exactly? Were you also there? - Hâlâ apaçık hatırlıyorum. Yedi ya da sekiz yıl önceydi. Tam olarak nerede? Sen de orada mıydın?

It's all clear to me now. - O şimdi tamamen benim için temiz.

tam
according to Cocker
tam
{s} rank
tam
spot on
tam
{s} positive
tam
{s} unalloyed
tam
{s} unmitigated

His speech was an unmitigated disaster. - Onun konuşması tam anlamıyla bir felaketti.

tam
{s} intimate
tam
{s} prize
tam
ingrain
tam
unobstructed
tam
{s} unambiguous
tam
{s} unredeemed
tam
{s} plenary
tam
root and branch
tam
{s} square
tam
{s} thoroughgoing
tam
{s} unreserved
tam
repair

Can you repair these shoes? - Bu ayakkabıları tamir edebilir misin?

I will only buy the car if they repair the brakes first. - Frenleri tamir ederlerse, arabayı satın alacağım.

tam
allout
tam
{s} solid
tam
orthodox
tam
{s} plumb

Who should I call to fix my plumbing? - Su tesisatımı tamir etmek için kimi aramalıyım?

Are you the guy who's going to help us fix our plumbing? - Su tesisatımızı tamir etmemize yardım edecek adam sen misin?

tam
{s} round

America did not invent human rights. In a very real sense, it is the other way round. Human rights invented America. - Amerika insan haklarını icat etmedi. Gerçek anlamda, tam tersidir. İnsan hakları Amerika'yı icat etti.

tam
{s} sheer

It is a sheer waste of time. - O tamamen zaman kaybı.

It was sheer coincidence that Mary and I were on the same train. - Mary ve benim aynı trende olmamız, tamamen bir tesadüftü.

Türkisch - Türkisch
Eksik olmama durumu, olgunluk: "... bin bir çeşit meziyet, fazilet, tamlık ve kemal..."- R. H. Karay
Eksik olmama durumu, olgunluk
tam
Gerçek, ehliyetli, yetkin, kusursuz: "Reşit Galip tam bir idealist gibi öldü."- O. S. Orhon
tam
Bütün, tüm
tam
Eksiksiz, kesintisiz
tam
Eksiksiz, kesintisiz: "Tam iki saat yalandan tamirle uğraştım."- A. Gündüz
tam
Zaman ve yer için anlamı kesinleştirir: "Bohçasını aldı, tam çıkacaktı..."- Ö. Seyfettin
tam
Amerikan doları
tam
Sırasında, anında: "Tam mağazaya gireceğim zaman arkamdan bir ses geldi."- Ö. Seyfettin
tam
Anlamı kesinleştirir
tam
Bakırcılıkta, yapımı bitirilmiş ve kalaylanmış dövme kap
tam
Sırasında, anında
tam
Küçük kulübe, ev
tam
Gerçek, ehliyetli, yetkin, kusursuz
tam
Uygun olarak, tıpkı, aynı
Englisch - Türkisch

Definition von tamlık im Englisch Türkisch wörterbuch

tam
iskoç beresi
tamlık
Favoriten