Öylesine sıcak bir gündü ki yüzmeye gittik.
- It was such a hot day that we went swimming.
Hikayeye inanacak kadar öylesine aptal değildir.
- He is not such a fool as to believe that story.
O, örneğin yılanlar gibi garip hayvanları seviyor.
- He likes strange animals such as snakes, for example.
Tom ve Mary safariye gittiler ve örneğin aslanlar, zürafalar, zebralar ve su aygırları gibi birçok hayvanı gördüler.
- Tom and Mary went on a safari and saw many animals, such as lions, giraffes, zebras, and hippopotamuses.
Öylesine bir şeyi bir kez çok sık yaparsın ve cezalandırılırsın.
- You do such a thing once too often and get punished.
Bilirsin çok şanslısın! Böyle bir şey bir ömür boyu sadece bir kez olur.
- You're very lucky you know! A such thing happen only once in a lifetime.
Ben lise mezunuyum yani ben lise problemlerini ve bu gibi şeyleri cevaplayabilirim.
- I'm a high school graduate so I am that much able to answer high school problems and such.
Bu gibi durumlarda ne yapacağımı bilmiyorum.
- I do not know what to do in such cases.
John o kadar telaşlıydı ki konuşmaya vakti yoktu.
- John was in such a hurry that he had no time for talking.
John o kadar yüksek sesle konuştu ki onu üst kattan duyabildim.
- John spoke in such a loud voice that I could hear him upstairs.
Küçük hayvanlar, örneğin kriller plankton yerler.
- Tiny animals such as krill eat plankton.
O, örneğin yılanlar gibi garip hayvanları seviyor.
- He likes strange animals such as snakes, for example.
O hasta ve bu sıfatla tedavi edilmeli.
- He is sick and should be treated as such.
Mary oldukça güzel bir gelindi.
- Mary was such a lovely bride.
O öyle büyük bir sorun değil. Oldukça fazla üzülüyorsun.
- It's not such a big problem. You're worrying way too much.
Aklında ne olduğuna dair hiçbir fikrim yok, böylesine olumlu teklifi reddetti.
- I have no idea what he has in mind, rejecting such a favorable proposal.
Böylesine büyük bir köpeği asla görmedim.
- I've never seen such a big dog.
Pek çok meyve ihraç ederler, mesela portakal, greyfurt ve limon.
- They export a lot of fruit, such as oranges, grapefruits and lemons.
Bu tür bir davranış için hiçbir gerekçe yoktur.
- There is no excuse for such behavior.
Bu tür sırlar her zaman sonunda ortaya çıkar.
- Such secrets are always eventually revealed.
Öyle bir patlamaydı ki çatı uçuruldu.
- Such was the explosion that the roof was blown off.
O, öyle bir aptal değil fakat onu anlayabilir.
- He is not such a fool but he can understand it.
Böylesine büyük bir silahlanma için paramızın olup olmadığı sorusunu göz önüne almalıyız.
- We must consider the question of whether we can afford such huge sums for armaments.
Böyle harika bir günbatımı hiç görmemiştim.
- I've never seen such a wonderful sunset.
Fransa'nın para birimi franktı ve sembolü ₣ idi. Frank Fransa'da artık kullanılmıyor ama Gine gibi bazı eski Fransız kolonilerinde hâlâ kullanılmaktadır.
- France's currency was the franc, and its symbol was ₣. While it is no longer used in France, francs are still in use in some former French colonies such as Guinea.
İnsan su baskınları ve yangınlar gibi felaketlerden korkar.
- Man fears disasters such as floods and fires.
Pek çok meyve ihraç ederler, mesela portakal, greyfurt ve limon.
- They export a lot of fruit, such as oranges, grapefruits and lemons.
Soğuk öyle ki kuşlar anında düştü.
- The frost was such that the birds fell on the fly.
Ne kadar da güzel kirpiklerin var.
- You have such beautiful lashes.
Ne kadar da güzel bir adın var.
- You have such a beautiful name.
Tom ve Mary mükemmel bir çiftti. Ne kadar utanç verici.
- Tom and Mary were a perfect couple. It's such a shame.
Böylesine bir mükemmelliğe ulaşmak için ne kadar süre eğitim gördün?
- How long did you train in order to achieve such perfection?
Hikayeye inanacak kadar öylesine aptal değildir.
- He is not such a fool as to believe that story.
Öylesine bir şeyi bir kez çok sık yaparsın ve cezalandırılırsın.
- You do such a thing once too often and get punished.
Şimdiye kadar böylesine güzel bir gün batımı gördün mü?
- Have you ever seen such a beautiful sunset?
Böylesine loş bir odada kitap okumayın.
- Do not read books in such a dim room.
Bunun bu denli iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum.
- I don't think this was such a good idea.
Soğuk o kadar çoktu ki kuşlar aniden düştü.
- The frost was such that the birds fell on the fly.
Yoğun trafiğin gürültüsü o kadar çoktu ki polis kendini duyuramadı.
- The noisy of heavy traffic was such that the policeman could not make himself heard.
Hepimiz onun böyle iyi bir adamı niye terk ettiğini merak ettik.
- We all wondered why she had dumped such a nice man.
Böyle harika bir günbatımı hiç görmemiştim.
- I've never seen such a wonderful sunset.
O, mükemmel bir bilim adamıdır, bu itibarla her yerde tanınır.
- She is an excellent scholar, and is recognized everywhere as such.
Eğer bir öğrenci isen, öyle davran.
- If you are a student, behave as such.
O ünlü bir ressamdır ve öyle davranılmalı.
- He is a famous painter and should be treated as such.
These are events or situations that could harm employees at work in such a way that there is a legal requirements to report them.
How do I end my hemp jewelry in such a way that it can be worn, removed, and put back on easily?.
In such circumstances, it isimportant that precautions are taken to protectnearby structures.
Such is life.
The party was such a bore.
the above address or at such other address as may notify.
Some are just no-good locals—drunks and such—who’d just as soon beg or steal as work.
I was never in a country such as that.
Waterbirds such as the duck or the gull are common in the area.
Such as have already done their work may leave.
Of course I’m not happy about it, but such is life.
I am troubled by the rush of young researchers attempting to prove that females are not inferior to males in such-and-such an ability or such-and-such a trait, especially when it is by no means clear what difference it makes.
It's a poor system, because if you want to do such-and-such you must first find that function in a long and disorderly list.
Anytime he said thus and such, she said the opposite.
"I get to travel with my job but the downside is I have to give talks." "Well, there's no such thing as a free lunch.".