Definition von striking im Englisch Türkisch wörterbuch
- {s} çarpıcı
Onlar arasında çarpıcı bir benzerlik vardı.
- There was a striking resemblance between them.
Tom çarpıcı biçimde yakışıklı.
- Tom is strikingly handsome.
- {s} dikkat çekici
İki oğlan arasında dikkat çekici farklılıklar vardı.
- Striking differences existed between the two boys.
- {s} grevdeki
- frapan
- vurma
- vurarak
- (Askeri) müsademe
- göze çarpıcı
- (Askeri) vuruş
- usturuplu
- {f} vur
Nisanda aydınlık soğuk bir gündü ve saat on üçü vuruyordu.
- It was a bright cold day in April, and the clocks were striking thirteen.
- gözalıcı
- (Askeri) VURUŞ, MÜSADEME: Hava ve Deniz Kuvvetleriyle herhangi bir hedefe yapılan ani ve yoğunlaşmış bir taarruz ve bir piyade kıtasının asıl müsademe kuvveti, düşmanla bilfiil savaşan muharebe kuvveti. Buna (striking force) da denir
- göze çarpan
- {s} şaşırtıcı
O, büyük sinema güzelliklerinden biri olan Ingrid Bergman'a şaşırtıcı bir benzerlik taşımaktadır,
- She bears a striking resemblance to Ingrid Bergman, one of the great cinema beauties.
- {s} göze çarpan, dikkati çeken; frapan
- strikinglydikkat çekecek surette
- {s} çarpan
- {s} grev yapan
Grev yapan işçiler ücretlerinin kesilmesini protesto etti.
- The striking workers protested their pay cut.
- strike gözük/bul/git/vur
- {s} göz alıcı
- {s} vuran
- strike
- darbe
Bir kelime ile gelen bir darbe, bir kılıçla gelenbir darbeden daha derin vurur.
- A blow with a word strikes deeper than a blow with a sword.
- strike
- grev
Posta grev yüzünden ertelendi.
- The mail is delayed because of the strike.
Sendika belirsiz bir süre için greve gitti.
- The union went out on a strike for an indefinite period.
- strike
- çarpmak
- striking echelon
- (Askeri) müsademe kademesi
- striking velocity
- (Askeri) vuruş hızı
- striking force
- vurucu güç
- striking price
- icra fiyatı
- striking distance
- çarpıcı mesafe
- striking off
- off çarpıcı
- striking resemblance
- çarpıcı benzerlik
- striking clock
- çalar saat
- striking echelon
- (Askeri) VURUŞ KADEMESİ, MÜSADEME KADEMESİ: Bir muharebe birliğinin asıl müsademe kuvveti, düşmanla bilfiil savaşan muharebe kuvveti. Buna (striking force) da denir
- striking feature
- göze çarpan özellik
- striking fleet atlantic
- (Askeri) atlantik darbe filosu
- striking force
- (Askeri) VURUCU KUVVET: Oynak savunmada; ileri savunma tümenlerini teçhiz için mutlaka lüzumlu olmayan kuvvetler hariç, kuvvetin büyük bölümü (ihtiyat). Zırhlı birlik bakımından üstün olan bu kuvvet, savunan tarafın seçeceği bir zamanda ve yerde, düşmanla kati neticeli muharebeye girişir. Ayrıca bakınız: "mobile defense" ve "striking force area"
- striking force area
- (Askeri) VURUCU KUVVET BÖLGESİ: Oynak savunmada, bir savunma kesiminin, ileri savunma bölgesi gerisinde bulunan kısmı. Ayrıca bakınız: "striking force"
- striking formwork
- (Kimya) kalıbın çıkarılması
- striking plate
- karşılık plakası
- striking power
- (Askeri) VURUCU GÜÇ, MÜSADEME GÜCÜ: Taarruz eden bir birliğin yakın mesafede düşmana karşı sahip olduğu ve kullanabileceği savaş kudreti
- striking price
- (Ticaret) uygulama fiyatı
- striking tension
- (Elektrik, Elektronik) amorsaj gerilimi
- striking velocity
- (Askeri) VURUŞ HIZI, VURUCU HIZ: Bir merminin vuruş noktasındaki hızı. Bunu, merminin, bilfiil vuruş anındaki hızını ifade eden vurma hızı (impact velocity) ile karıştırmamalıdır
- striking voltage
- (Elektrik, Elektronik) amorsaj gerilimi
- strike
- etki bırakmak
- strike
- vuruş
- strikingly
- göz alıcı bir şekilde
- strike
- {i} hava saldırısı
- strike
- {i} ask. saldırı, vuruş: air strike havadan vuruş
- strike
- {i} çalma
- strike
- {f} izlenim bırakmak
- strike
- akdetmek
- strike
- isabet etmek
- strike
- nükleer saldırı
- mobile striking force
- (Askeri) çevik vurucu kuvvet
- strike
- (Askeri) saldırı
SSCB sadece son çare olarak ülkede hava saldırılarını kullanacak.
- The USSR will only use air strikes in the country as a last resort.
ABD yalnızca son çare olarak ülkede hava saldırılarını kullanacak.
- The USA will only use air strikes in the country as a last resort.
- strike
- sıyırma
- strike
- sökmek
- strike
- para basmak
- strike
- kibrit yakmak
- strike
- bırakım
- strike
- doğrultu
- strike
- aşk etmek
- strike
- rastgelmek
- strike
- tabetmek
- strike
- bozmak
- strike
- uzanış
- strike
- keşif
- strike
- karşılaşmak
- strike
- pişirme
- strike
- üstünlük
- strike
- keşfetme
- strike
- (Kanun) grev yapma
- strike
- ayırmak
- strike
- ilerlemek
- strike
- birdenbire anlamak
- strike
- yakmak
- strike
- rastlamak
- strike
- yer etmek
- strike
- tatil-i eşgal
- strike
- dövmek
- strikingly
- vurarak
- strike
- bulmak
- strike
- çarp
Ben bunun doğru olduğuna yemin ederim ya da yıldırım beni çarpsın.
- I swear that it is true, or may lightning strike me down.
Meteorun çarpması sadece bir zaman meselesi.
- It's only a matter of time before the meteor strikes.
- strike
- vurma
- strike
- etkilemek
- strike
- aklına gelivermek
- strike
- çarpma
Meteorun çarpması sadece bir zaman meselesi.
- It's only a matter of time before the meteor strikes.
Meteor çarpmaları insanlığı yok edebilir.
- Meteor strikes could wipe out humanity.
- strike
- (kazarak/vb.) bulmak
- strike
- çalmak
- strike
- bir izlenim bırakmak
- strike
- (petrol/vb.) bulma
- strike
- düşündürmek
- strike
- iş bırakımı
- strike
- yanmak
- strike
- basmak
- strike
- gelmek
- air striking force
- (Askeri) HAVA VURUCU KUVVETİ; HAVA DARBE KUVVETİ: Büyük hava birliklerinde; bir komuta altında bulundurulan ve aynı veya çeşitli bombardıman sınıflarından bir veya birkaç bombardıman tayyaresini ihtiva eden grup. Ayrıca bakınız: "Striking force"
- amphibious striking force
- (Askeri) Amfibi vurucu kuvvet
- amphibious striking forces
- (Askeri) AMFİBİ VURUCU KUVVETLER: Komşu kara bölgelerinde düşman mukavemetinin olduğu yerlerde harekatı başlatmak ve/veya yürütmek için denizden askeri zorlamaya muktedir kuvvetler
- attack carrier striking forces
- (Askeri) UÇAK GEMİSİ VURUCU KUVVETLERİ: Başlıca taarruz silahı uçak gemilerinde üslenmiş hava araçları olan deniz kuvvetleri. Uçak gemisi dışındaki gemiler, birinci derecede, denizaltılara ve hava taarruzlarına, ikinci derecede, su üstü taarruzlarına karşı destek ve perdeleme vazifesi görürler
- carrier striking force
- (Askeri) UÇAK GEMİSİ VURUCU KUVVETİ: Uçak gemileri ve bunları destekleyen muharebe gemilerinden oluşan ve bir taarruz harekatının sevk ve idare edecek kabiliyette bir görev kuvveti
- formwork striking
- (İnşaat) kalıbın sökülmesi
- formwork striking
- (İnşaat) kalıp sökme
- ground striking force
- (Askeri) KARA VURUŞ KUVVETİ, KARA VURUCU KUVVETİ: Bak. "striking force"
- mobile striking force
- (Askeri) ÇEVİK VURUCU KUVVET: Yurtiçi Kuvvetleri (General Reserve) 'nin, D-günü veya bunu hemen takip eden günlerde, herhangi bir bölgede, derhal kullanılmak üzere hazır bulunan kısmı. Bütün asli teşkillerden elde bulunan muharebe ve destek unsurları da buna dahildir
- strike
- {f} vurmak
- strike
- {f} çıkarmak
- strike
- {f} (struck, struck/strick.en)
- strike
- {f} indirmek
- strike
- {i} vurgun
- strike
- {f} basmak çalgı
- strike
- {f} para
- strike
- çalmak gelmek
- strike
- {i} beklenmedik başarı
- strike
- {f} gelip çatmak
- strike
- (Askeri) Force
- strike
- çarp,v.çarp: n.vuruş
- strike
- {f} grev yapmak
- strike
- {f} (kibriti)
- strike
- {f} sokmak (yılan)
- strike
- (fiil) basmak (çalgı, para), hesap bakiyesini tespit etmek, vurmak, çarpmak, isabet etmek, indirmek, çakmak, işlemek, gözüne ilişmek, yeretmek, etki bırakmak, izlenim bırakmak, gibi gelmek, bulmak, çalmak (saat), gelip çatmak, kök salmak, yolunu tutmak, grev yapmak, çıkarmak, takınmak, sokmak (yılan)
- strike
- {f} hesap bakiyesini tespit etmek
- strike
- kararlaştı
- strike
- {f} işlemek
- strike
- {f} gözüne ilişmek
- strike
- dolu zahire ölçüsünü bir tahta parçasıyla silip düzeltmek
- strike
- {f} (yıldırım) düşmek
- strike
- {f} çakmak
Sana çakmak için iyi bir düşüncem var,zira çok kaba davrandın.
- I have a good mind to strike you for being so rude.
- strike
- {f} kök salmak
- strike
- (Askeri) VURUŞ: Makinalı tüfeklerde mermilerin hedefe veya herhangi bir yere vuruşu. Ayrıca bakınız: "impact"
- strike
- {f} yeretmek
- strike
- çarpm
Meteorun çarpması sadece bir zaman meselesi.
- It's only a matter of time before the meteor strikes.
Başka gezegenlere gitmezsek, tek bir meteor çarpması hepimizi öldürebilir.
- If we don't travel to other planets, a single meteor strike could kill us all.
- strike
- {i} petrol bulma
- strike
- {f} yolunu tutmak
- strike
- {f} çarpmak: The ship struck the iceberg. Gemi aysberge çarptı
- strike
- {i} maden bulma
- strike
- {f} çalmak (saat)
- strike
- {f} gibi gelmek
- strike
- {f} takınmak
- strike
- ulaşmak
- submarine striking forces
- (Askeri) DENİZALTI DARBE KUVVETLERİ: Taarruzi nükleer darbe yapmak üzere oluşturulmuş güdümlü veya balistik füze fırlatma kabiliyetine sahip denizaltılar
- submarine striking forces
- (Askeri) denizaltı darbe kuvvetleri
- surface striking forces
- (Askeri) (NAVAL) SU ÜSTÜ VURUCU KUVVETLERİ: Esasen düşman kuvvetleri ile muharebe etmek veya kıyı bombardımanı yapmak üzere teşkil edilmiş kuvvetler. Bu kuvveti meydana getiren birlikler özel görevlerinin yerine getirilmesini gerektiren bir durum muhtemel bulunduğu veya bu maksatla kullanılmaları arzulandığı taktirde yine su üstü vurucu kuvveti halinde tertiplenmeleri şartıyla genel olarak bir başka kuvvete dahil edilir ve bu kuvvetin bir kısmı olarak harekatta bulunurlar