Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank lent her 500 dollars.
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank loaned her 500 dollars.
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank lent him 500 dollars.
Meseleyi ona bırakmaktan başka çaremiz yoktu.
- We had no choice but to leave the matter to him.
Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.
- This is a good book, but that one is better.
Karlarla örtülü şu dağa bak.
- Look at that mountain which is covered with snow.
Artık seni sevmiyorum.
- I no longer love you.
Sen olmasaydın, o hâlâ hayatta olacaktı.
- If it hadn't been for you, he would still be alive.
Bizim restoran en iyisidir.
- Our restaurant is the best.
Tazelik bizim önceliğimizdir.
- Freshness is our top priority.
Birisi telefona cevap verebilir mi?
- Can somebody answer the phone?
Birisi telefona cevap verebilir mi?
- Can somebody get that?
Merhaba, siz Bay Ogawa mısınız?
- Hello, are you Mr Ogawa?
Siz burada bir öğretmen misiniz yoksa bir öğrenci misiniz?
- Are you a teacher or a student here?
Merdivenlerden yukarı gelen birisi var.
- There's somebody coming up the stairs.
Biri bu tabağı kırdı.
- Somebody has broken this dish.
Birisi onun kolundan tuttuğunda o korkudan çığlık attı.
- She screamed with horror as someone took hold of her arm.
Bir yabancı omzuma arkadan dokundu. Beni başka birisiyle karıştırmış olmalı.
- A stranger tapped me on the shoulder from behind. He must have mistaken me for someone else.
Bu John'dur ve o da onun biraderidir.
- This is John and that is his brother.
Kızı onunla her yere gitmeye hevesli.
- His daughter is eager to go with him anywhere.
Sosyal ağlarda hırsızlar, sahteciler, sapıklar veya katiller olabilir. Güvenliğiniz için, onlara inanmamalısınız.
- There may be thieves, fakers, perverts or killers in social networks. For your security, you shouldn't believe them.
Onlara karşı çıkmak hiçbir şeye yaramaz.
- It'll be useless to stand against them.
The Network'ün kasım meselesinde görünen raporunun 70 kopyasını üretmek ve onları ajanlarımıza dağıtmak mümkün mü?
- Is it possible to reproduce 70 copies of your report which appeared in the November issue of The Network and distribute them to our agents?
Dima bir gecede 25 adamla yattı ve sonra onları öldürdü.
- Dima slept with 25 men in one night and then killed them.
Geçen sene Bayan Kato sizin öğretmeniniz miydi?
- Was Ms. Kato your teacher last year?
Ben dün sizin babanıza rastladım.
- I ran into your father yesterday.
Bu kadarı yeter. Ben artık istemiyorum.
- That's enough. I don't want any more.
Bugünlük bu kadar yeter.
- That's enough for today!
Keşke onunla gidebilseydim.
- I regret that I couldn't go with her.
Keşke Tom daha iyi bir Fransızca konuşanı olabilse.
- Tom wishes that he could be a better French speaker.
O kendi kendineHAYIRdedi.Yüksek sesle EVET dedi.
- He said NO to himself. He said YES aloud.
Bazen büyük babam kendi başına bırakıldığında, kendi kendine konuşur.
- Sometimes my grandfather talks to himself when left alone.
Tom asla ağzını birşeyi şikayet etmeden açmaz.
- Tom never opens his mouth without complaining about something.
Bu öğleden sonra Tom'un birşeyler yapmasına yardım edeceğim.
- I'm going to help Tom do something this afternoon.
Onların konuşmaları devam etti.
- Their conversation went on.
Yağmur nedeniyle onların gezisi ertelendi.
- Their trip has been cancelled due to rain.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet her at the coffee shop.
Onun elleri buz kadar soğuktu.
- Her hands were as cold as ice.
Asla tekrar bu kadar geç kalma.
- Never be this late again.
O, daha önce hiç bu kadar korkmamıştı.
- She'd never been this frightened before.
Bu araba ötekinden daha iyi bir çalışmaya sahip.
- This car has a better performance than that one.
Emi kendine yeni bir elbise ısmarladı.
- Emi ordered herself a new dress.
Jane'nin hayali kendine yaşlı ve zengin bir sevgili bulmaktı.
- Jane's dream was to find herself a sugar daddy.
Onu sevip sevmediğini bilmiyorum.
- I don't know whether you like her or not.
Onu Kaliforniya'ya gönderiyorum.
- I'm sending her to California.
Mary gerçekten harika. O benim için harika bir yemek pişirdi ve bulaşıkları bile kendisi yıkadı.
- Mary is really great. She cooked a wonderful meal for me and even washed the dishes herself.
Yeni bir araba satın alması için babasına baskı yaptığında Catherine'nin bir art niyeti vardı; O, arabayı kendisinin sürebileceğini umuyordu.
- Catherine had an ulterior motive when she urged her father to buy a new car. She hoped that she'd be able to drive it herself.
Siz ondan daha uzun boylusunuz.
- You are taller than her.
Seni ondan daha çok seviyorum.
- I love you more than her.
Kızı onunla her yere gitmeye hevesli.
- His daughter is eager to go with him anywhere.
Onu tanıdıkça daha çok seversin.
- The more you know about him, the more you like him.
Kendisine Fransızca öğretti.
- He taught himself French.
O, çocuklarını kendi etrafına topladı.
- He gathered his children around him.
O, oryantal sanatında birazcık uzmandır.
- He is something of an expert on oriental art.
Köpeğini besleyecek bir şey almak için biraz paraya ihtiyacı vardı.
- She needed some money to buy something to feed her dog.
Sen benimle nasıl böyle konuşabilirsin?
- How dare you speak to me like that?
Onun böyle güzel bir teklifi reddetmesine şaşırdım.
- I am surprised that she refused such a good offer.
Bu, bir kişi için küçük bir adımdır ama insanlık için dev bir sıçramadır.
- That's one small step for man, one giant leap for mankind.
O, geçen yıl o şirket için çalışmaya başladı.
- He began to work for that company last year.
Herkes işitebilsin diye lütfen yüksek sesle oku.
- Please read it aloud so that everyone can hear.
Ek olarak yaşlılar birbirleriyle sosyalleşebilsin ve Amerikan hayatının aktif üyeleri olarak kalabilsinler diye birçok topluluk kurulmuştur.
- In addition many groups have been formed so that the elderly can socialize with one another and remain active participants in American life.
Onlar parlak renkli kurbağalar olduğunu söylüyorlar fakat ben onları asla görmedim.
- They say there are bright-colored frogs, but I've never seen them.
Dima bir gecede 25 adamla yattı ve sonra onları öldürdü.
- Dima slept with 25 men in one night and then killed them.
Sana küçük bir şey getirdim.
- I've brought you a little something.
Bu kitabı sana vereceğim.
- I will give you this book.
Neden parka falan gitmiyoruz?
- Why don't we go to the park or something?
Öğle yemeğin için bir sandviç falan hazırlayacağım.
- I'll fix a sandwich or something for your lunch.
Sana önemli bir şey söylemek istiyorum.
- I want to tell you something important.
Sana önemli bir şey söylemek üzereyim.
- I'm about to tell you something important.
Kız bayıldı, fakat biz onun yüzüne su döktüğümüzde o kendine geldi.
- The girl fainted, but she came to when we threw water on her face.
Bu, onun kendi çizimi olan bir resimdir.
- This is a picture of her own painting.
Olağanüstü bir şey görmek istiyor musun?
- Do you want to see something extraordinary?
Sana küçük bir şey getirdim.
- I've brought you a little something.
Bana yapacak bir şey ver.
- Give me something to do.
O kadar kötü birisi ki kimse ondan hoşlanmaz.
- He is such a bad person that everybody dislikes him.
Havanın o kadar iyi olması tesadüftür.
- It is lucky that the weather should be so nice.
O kadar iyi bir kitap ki onu üç kez okudum.
- That was so good a book that I read it three times.
Ne yazık ki o yatakta hastaydı.
- I regret to say that he is ill in bed.
Erkek kardeşim okumaya öylesine dalmıştı ki odaya girdiğimde beni farketmedi.
- My brother was so absorbed in reading that he did not notice me when I entered the room.
Öylesine büyük bir malikhâneyi nasıl idare edeceğimi bilmiyorum.
- I don't know how to manage that large estate.
Gerçek şu ki onun babası işten dolayı New York'ta yalnız yaşıyor.
- The fact is that his father lives alone in New York because of work.
O kadar iyi bir kitap ki onu üç kez okudum.
- That was so good a book that I read it three times.
O, o kadar hızlı koştu ki ona yetişemedim.
- He ran so fast that I couldn't catch up with him.
O kadar hızlı koştu ki ona yetişemedik.
- He ran so fast that we couldn't catch up with him.
Biri bu kitabın ilk üç sayfasını yırtmış.
- Someone has ripped out the first three pages of this book.
Sen yaşayabileceğin herhangi biriyle evlenme - sen onsuz yaşayamayacağın kişiyle evlen.
- You don't marry someone you can live with — you marry the person whom you cannot live without.
Yarın sabah Tom'un birşeyler yapmasına yardım etmeliyim.
- I have to help Tom do something tomorrow morning.
Bu öğleden sonra Tom'un birşeyler yapmasına yardım edeceğim.
- I'm going to help Tom do something this afternoon.
Onlardan hiçbirinin kaza geçirmediğini umuyorum.
- I hope that none of them got into an accident.
Güneşin etrafında dönen dokuz gezegen vardır,Dünya onlardan biridir.
- There are nine planets travelling around the sun, the earth being one of them.
Ben böyle bir şapka almakla ilgileniyorum.
- I am interested in getting a hat like this.
Böyle kirleticiler çoğunlukla otomobil motorlarındaki yakıt tüketiminden kaynaklanmaktadır.
- Pollutants like this derive mainly from the combustion of fuel in car engines.
Yakında sizden haber almak için sabırsızlanıyorum.
- I am looking forward to hearing from you soon.
Sizden henüz bir cevap almadım.
- I have received no reply from you yet.
Ben senden daha güzelim.
- I am more beautiful than you.
Senden oldukça memnunum.
- I am pretty pleased with you.
Senin çevirini onunkiyle kıyasla.
- Compare your translation with his.
Bay Petro ve eşi çocuklarımı çok seviyor; ben de onunkileri çok seviyorum.
- Mister Petro and his wife love my children a lot; I love theirs a lot, too.
Bir dil öğrenmenin geleneksel yolu olsa olsa birinin görev duygusunu tatmin edebilir ama o bir sevinç kaynağı olarak hizmet edemez. Ayrıca muhtemelen başarılı olmayacaktır.
- The traditional way of learning a language may satisfy at most one's sense of duty, but it can hardly serve as a source of joy. Nor will it likely be successful.
Bir insanı birinin arkadaşı yapmak kolaydır fakat onu öyle sürdürmek zordur.
- It is easy to make a man one's friend, but hard to keep him so.
Japon olanları bir yana bırak, onun çok sayıda yabancı pulları var.
- He has many foreign stamps, not to mention Japanese ones.
Modern arabalar birçok yönden eski olanlardan farklıdır.
- Modern cars differ from the early ones in many ways.
Ben önemli kimseyim ve önemliyim.
- I am somebody and I am important.
Ben önemli kimseyim ve önemliyim.
- I am somebody and I am important.
Fransızca anlayan kimseyi arıyorum.
- I'm looking for somebody who understands French.
O, şüpheleneceğin bir kimse değildi.
- He wasn't someone you'd suspect.
Bugün belirli bir kimse müthiş kırılgan oluyor.
- A certain someone is being awfully fragile today.
Sıkılmış bir yumrukla kimsenin elini sıkamazsın.
- You can't shake someone's hand with a clenched fist.
Birinin kafasından neler geçtiğini kimse kesin olarak bilemez.
- No one ever really knows what's going through someone else's head.
Seni anlamak gerçekten çok zor.
- Understanding you is really very hard.
Artık seni sevmiyorum.
- I don't like you anymore.
Sizin bir öğretmen olduğunuzu biliyorum.
- I know that you're a teacher.
Çünkü biz sizi seviyoruz, daha iyi bir kullanıcı deneyimi getirmek için Tatoeba'yı güncelleştiriyoruz. Gördünüz mü? Biz sizi seviyoruz ha?
- Because we love you, we are updating Tatoeba to bring you a better user experience. See? We love you huh?
Size kuralları ihlal etmek için izin verilmez.
- You are not allowed to violate the rules.
Ben size yardımcı olmaktan mutlu olurum.
- I will be glad to help you.
Geçen sene Bayan Kato senin öğretmenin miydi?
- Was Ms. Kato your teacher last year?
Bu senin Japonya'ya ilk ziyaretin mi?
- Is this your first visit to Japan?
The lady with the green feathers in her hat. A big Gainsborough hat. I am quite sure it was Miss Hartuff..
This is her book.
She treated him for a cold (direct object).
The decision was his to live with.
Ahab his mark for Ahab's mark.
This is his book.
With Hit Girl, Moretz is this year's It Girl, alternately sweet, savage and scary.
He saw to it that everyone would vote for him.
It's me. John.
In the next game, Adam and Tom will be it….
Let's play it at breaktime.
It’s lonely without you.
Take each day as it comes.
She took the baby and held it in her arms.
It wasn't me.
Come with me.
Can you hear me?.
Me and my friends played a game.
Wilfred Owen (1893–1918), The Letter - And give us back me cigarette!.
He gave me this.
I recognised him because he had attended my school.
Paying no attention to Lizzy, Mrs. Gibson began calling out our names in alphabetical order.
Thirdly, I continue to attempt to interdigitate the taxa in our flora with taxa of the remainder of the world.
I'm going to see our Terry for tea.
I'm tired of being a nobody - I want to be a somebody.
Is someone there?.
I have a feeling something good is going to happen today.
She has a certain something.
She wiped something with a cloth, wiped at the wall shelf, and put the something on it, clinking glass.
The performance was something of a disappointment.
Oh how we somethinged on the hmmm hmm we were wed. Dear, was I ever on the stage?”.
He looks a something behind that big desk.
She's really something. I can't believe she would do such a mean thing.
I did the run last year, and it wasn't that difficult.
That it is.
I like the song that you wrote.
That was an interesting example.
I'm just not that sick.
That battle was in 1450.
He told me that the book is a good read.
He must die that others might live.
This is probably their cat.
She treated them for a cold. (direct object).
If there be found among you, within any of thy gates which the LORD thy God giveth thee, man or woman, that hath wrought wickedness in the sight of the LORD thy God, in transgressing his covenant, nd hath gone and served other gods, and worshipped them, either the sun, or moon, or any of the host of heaven, which I have not commanded; nd it be told thee, and thou hast heard of it, and enquired diligently, and, behold, it be true, and the thing certain, that such abomination is wrought in Israel: hen shalt thou bring forth that man or that woman, which have committed that wicked thing, unto thy gates, even that man or that woman, and shalt stone them with stones, till they die.
Them kids need to grow up.
This classroom is where I learned to read and write.
Daphnis has forgotten me. He is dreaming of marrying some wealthy maiden. Ah! Why did I make him swear by his goats instead of by the Nymphs! He has forgotten them as he has forgotten me.
- Daphnis has forgotten me. He is dreaming of marrying some wealthy maiden. Ah! Why did I make him swear by his goats instead of by the Nymphs! He has forgotten them as he has forgotten me.
You'll suffer because of that.
- You will suffer because of that.
I feel happy because I am quit of that trouble.
- I'm glad to be rid of that trouble.
Don't worry, everything will be OK.
- Üzülmeyin, her şey düzelecek.
She goes running every morning.
- O her sabah koşmaya gider.
Music that doesn't transmit feelings, images, thoughts, or memories is just background noise.
- Hisleri, görüntüleri, düşünceleri ya da anıları iletmeyen müzik sadece arka fon gürültüsüdür.
Feeling tired after his walk in the country, he took a nap.
- Kırsaldaki yürüyüşünden sonra yorgun hissettiği için şekerleme yaptı.
I have a prickling sensation in my left eye.
- Benim sol gözümde bir karıncalanma hissi var.
I've had a runny nose for two days and I've been feeling an uncomfortable sensation in my throat.
- İki gündür burnum akıyor ve boğazımda bir rahatsızlık hissediyorum.
I sensed what was happening.
- Ne olduğunu hissettim.
Tom sensed that Mary was in pain.
- Tom Mary'nin acı çektiğini hissetti.
Do you feel any pain in your stomach?
- Karnında herhangi bir acı hissediyor musun?
I'm feeling a lot better.
- Çok daha iyi hissediyorum.
Give help to anyone who needs it.
- Her kimin ihtiyacı olursa ona yardım et.
Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout.
- Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.
Brush your teeth after each meal.
- Her yemekten sonra dişlerini fırçala.
The president appointed each man to the post.
- Genel müdür her bir adamı görevine atadı.
Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout.
- Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.
Bill is honest all the time.
- Bill her zaman dürüsttür.
Above all, don't panic!
- Her şeyden önce, panik yok!
Tom came into the living room, not wearing any pants.
- Tom herhangi bir pantolon giymeden oturma odasına girdi.
How many omnivorous children are patients in hospital?
- Hastanede her şeyi yiyen kaç çocuk hasta var?
Jane Goodall discovered that chimpanzees are omnivorous, not vegetarian.
- Jane Goodall şempanzelerin her şeyi yediklerini, vejetaryen olmadıklarını keşfetti.
They felt many emotions on their wedding day.
- Düğün günlerinde çok duygular hissettiler.
It's okay to feel emotions.
- Duyguları hissetmek iyidir.
You don't marry someone you can live with — you marry the person whom you cannot live without.
- Sen yaşayabileceğin herhangi biriyle evlenme - sen onsuz yaşayamayacağın kişiyle evlen.
Everyone has the right to rest and leisure, including reasonable limitation of working hours and periodic holidays with pay.
- Her şahsın dinlenmeye, eğlenmeye, bilhassa çalışma müddetinin makul surette sınırlandırılmasına ve muayyen devrelerde ücretli tatillere hakkı vardır.
Tom does this every single time.
- Tom bunu her zaman yapar.
Tom comes here every single day.
- Tom her tek günde buraya gelir.
For all his genius, he is as unknown as ever.
- Bütün dehasına rağmen, o her zaman olduğu kadar bilinmiyor.
The law is equal for all.
- Kanun herkes için aynıdır.
I don't like either of them.
- Ben, onlardan herhangi birini sevmiyorum.
Do you know either of the two girls?
- İki kızın her birini tanıyor musun?
Do you believe in extrasensory perception?
- Altıncı hisse inanıyor musun?
I wonder if I should trust my instincts.
- Hislerime güvenmem gerekip gerekmediğini merak ediyorum.
He believes whatever I say.
- O, söylediğim her şeye inanır.
Whatever has a beginning also has an end.
- Her yokuşun bir de inişi vardır.
Sam helps whoever asks him to.
- Sam yardım isteyen herkese yardım eder.
Give it to whoever wants it.
- Onu her kim isterse ona ver.
Tom couldn't help but feel sentimental.
- Tom duygusal hissetmekten kendini alamadı.