Bir kırmızı ve benekli beyaz havlu, lütfen.
- A red and spotted white towel, please.
Bir leopar beneklerini değiştiremez.
- A leopard cannot change his spots.
Stres nedeniyle cildimde lekelerim var.
- I have spots in my skin by stress.
Tom'un vücudunun her yerinde kırmızı lekeler var.
- Tom has red spots all over his body.
Kafamda yuvarlak kel bir nokta var.
- I have a round bald spot on my head.
Noktada on polis memuru vardı.
- There were ten police officers on the spot.
Tom her zamanki yerine parketti.
- Tom parked in his usual spot.
Tom gizli saklama yerinden anahtarı aldı ve kapıyı açtı.
- Tom got the key from its secret hiding spot and opened the door.
Leyla'nın arabası en son Sami'nin öldürülmesinden bir gün önce mahallede fark edildi.
- Layla's car was last spotted in the neighborhood a day before Sami's murder.
Gezimizin amacı arkadaşları ziyaret etmek ve bazı turistik noktaları görmektir.
- The purpose of our trip is to visit friends and see some tourist spots.
Polis olay yerinde Tom'un lisansını askıya aldı.
- The police suspended Tom's licence on the spot.
Polisler hırsızı olay yerinde tutukladı.
- The police arrested the burglar on the spot.
Sami zor durumda olduğunu biliyordu.
- Sami knew he was in a tight spot.
Ben kendimi zor durumda buldum.
- I found myself in a tight spot.
Ben eğlence yerinde tutuklandım.
- I was arrested on the spot.
Burada bir sürü balık yakaladım. Burası büyük bir balıkçılık bölgesi.
- I've caught a lot of fish here. It's a great fishing spot.
Muhabir: Ona bir kedi yavrusu aldınız mı?
- Reporter: Did you buy her a kitten?
O, ona nerede yaşadığını sordu.
- He asked her where she lived.
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank loaned him 500 dollars.
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank lent him 500 dollars.
Bu bir postane, şu ise bir bankadır.
- This is a post office and that is a bank.
Bu bir ev, şu ise camidir.
- This is a house and that is a mosque.
Artık seni sevmiyorum.
- I don't love you anymore.
Artık seni sevmiyorum.
- I don't like you anymore.
Bizim restoran en iyisidir.
- Our restaurant is the best.
Tazelik bizim önceliğimizdir.
- Freshness is our top priority.
Onun bir gün birisi olacağından eminim.
- I'm sure he's going to be somebody someday.
Birisi telefona cevap verebilir mi?
- Can somebody get that?
Sizin bir öğretmen olduğunuzu biliyorum.
- I know that you're a teacher.
Siz insanları anlamıyorum.
- I do not understand you.
Birinin bağırdığını duyduk.
- We heard somebody shout.
Olabildiğince tuhaf, o ölü olduğu söylenilen biriyle karşılaştı.
- As strange as it may be, he met with somebody who is said to be dead.
Sanırım birisi oraya gitti.
- I think that someone went there.
Birisi onun kolundan tuttuğunda o korkudan çığlık attı.
- She screamed with horror as someone took hold of her arm.
Bir kırmızı ve benekli beyaz havlu, lütfen.
- A red and spotted white towel, please.
Onun kız arkadaşı Japon.
- His girlfriend is Japanese.
Onun adı Tomoyuki Ogura.
- His name is Tomoyuki Ogura.
Onlara karşı çıkmak hiçbir şeye yaramaz.
- It'll be useless to stand against them.
Sosyal ağlarda hırsızlar, sahteciler, sapıklar veya katiller olabilir. Güvenliğiniz için, onlara inanmamalısınız.
- There may be thieves, fakers, perverts or killers in social networks. For your security, you shouldn't believe them.
The Network'ün kasım meselesinde görünen raporunun 70 kopyasını üretmek ve onları ajanlarımıza dağıtmak mümkün mü?
- Is it possible to reproduce 70 copies of your report which appeared in the November issue of The Network and distribute them to our agents?
Onlardan herhangi birini seçebilirsin.
- You may choose any of them.
Ben dün sizin babanıza rastladım.
- I bumped into your dad yesterday.
Geçen sene Bayan Kato sizin öğretmeniniz miydi?
- Was Ms. Kato your teacher last year?
Bazen büyük babam kendi başına bırakıldığında, kendi kendine konuşur.
- Sometimes my grandfather talks to himself when left alone.
O kendi kendineHAYIRdedi.Yüksek sesle EVET dedi.
- He said NO to himself. He said YES aloud.
Tom asla ağzını birşeyi şikayet etmeden açmaz.
- Tom never opens his mouth without complaining about something.
Bu öğleden sonra Tom'un birşeyler yapmasına yardım edeceğim.
- I'm going to help Tom do something this afternoon.
Yağmur nedeniyle onların gezisi ertelendi.
- Their trip has been cancelled due to rain.
Onların konuşmaları devam etti.
- Their conversation went on.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- He promised to meet her at the coffee shop.
Onun ailesi ile ilgili hiçbir şey bilmiyorum.
- I don't know anything about her family.
Asla tekrar bu kadar geç kalma.
- Never be this late again.
Hiç bu kadar erken kalkmadım.
- I've never woken up this early.
Emi kendine yeni bir elbise ısmarladı.
- Emi ordered herself a new dress.
O, sırrı kendine sakladı.
- She kept the secret to herself.
Onu sevip sevmediğini bilmiyorum.
- I don't know whether you like her or not.
Onu Kaliforniya'ya gönderiyorum.
- I'm sending her to California.
Kendisini ateşle ısıttı.
- She warmed herself by the fire.
Ben, o kızın kendisine yeni bir görünüm vermek için saçını kestiğini düşünüyorum.
- I think that girl cut her hair to give herself a new look.
Siz ondan daha uzun boylusunuz.
- You are taller than her.
Seni ondan daha çok seviyorum.
- I love you more than her.
Kızı onunla her yere gitmeye hevesli.
- His daughter is eager to go with him anywhere.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- He promised to meet him at the coffee shop.
Kendisine Fransızca öğretti.
- He taught himself French.
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
- He said NO to himself. He said YES aloud.
O, oryantal sanatında birazcık uzmandır.
- He is something of an expert on oriental art.
Tom Mary'den yiyecek bir şey alabilmesi için biraz para istedi.
- Tom asked Mary for some money so he could buy something to eat.
Bu, bir kişi için küçük bir adımdır ama insanlık için dev bir sıçramadır.
- That's one small step for man, one giant leap for mankind.
Bu, bir kişi için küçük bir adımdır ama insanlık için dev bir sıçramadır.
- That's one small step for a man, one giant leap for mankind.
Herkes işitebilsin diye lütfen yüksek sesle oku.
- Please read it aloud so that everyone can hear.
Kilo alacağı korkusuyla diyet yapıyor.
- She is on a diet for fear that she will put on weight.
Lenny'nin nasıl çiğnemeden veya boğulmadan tam bir sosisli sandvici yutabildiğine bak? Bu nedenle üst idare onu bu kadar fazla sever.
- See how Lenny can swallow an entire hot dog without chewing or choking? That's why upper management loves him so much.
Ver onu. Sahip olduğunun hepsi bu kadar mı?
- Hand it over. That's all you've got?
The Network'ün kasım meselesinde görünen raporunun 70 kopyasını üretmek ve onları ajanlarımıza dağıtmak mümkün mü?
- Is it possible to reproduce 70 copies of your report which appeared in the November issue of The Network and distribute them to our agents?
Onların hepsi sadece kızları götürmek için buradalar.
- All of them are just here to pick up girls.
Bu kitabı sana vereceğim.
- I will give you this book.
Sana küçük bir şey getirdim.
- I brought you a little something.
Bir pizza falan sipariş edebiliriz.
- We could order a pizza or something.
Aptal ya da falan olduğumu düşünüyor musun?
- Do you think I'm stupid or something?
Mary'yi gördüğüm her seferde, ondan yeni ve önemli bir şey öğreniyorum.
- Each time I see Mary, I learn something new and important from her.
Sana önemli bir şey söylemek istiyorum.
- I want to tell you something important.
Tom'un şimdiye kadar böyle küçük bir araba sürmeyi düşüneceğinden şüpheliyim.
- I doubt that Tom would ever consider driving such a small car.
Böyle bir durumun tekrar olacağının olası olmadığını düşünüyorum.
- I think it's unlikely that a situation like this one would ever occur again.
Would you like to come round on Sunday for a spot of lunch?.
The fans were very unhappy with the referee's spot of the ball.
She was in a real spot when she ran into her separated husband while on a date.
I like to eat lunch in a pleasant spot outside.
I think she's got chicken pox; she's covered in spots.
I have tried everything, and I can’t get this spot out.
I spotted the carpet where the child dropped spaghetti.
I’ll spot you ten dollars for lunch.
Try to spot the differences between these two entries.
Here's the twenty bucks I owe you, a ten spot and two five spots.
Most figure skaters do not spot their turns like dancers do.
I can’t do a back handspring unless somebody spots me.
Did you see the spot on the news about the shoelace factory?.
Hard water will spot if it is left on a surface.
The leopard is noted for the spots of color in its fur.
They spot check the rooms periodically for problems.
They do not measure each one, but they do a spot check on a few parts before shipping.
The price on the futures market depends in part on the price on the spot market.
I was spot on with my guess.
The DPA test referred to by Martz is a color spot test for a range of oxidizing compounds, which include but are not limited to nitrates.
When he changed lanes, he sideswiped a car that was in his blind spot.
He loves her so much that he has a blind spot when it comes to her faults.
The lady with the green feathers in her hat. A big Gainsborough hat. I am quite sure it was Miss Hartuff..
This is her book.
She treated him for a cold (direct object).
The decision was his to live with.
Ahab his mark for Ahab's mark.
This is his book.
Some ice cold lemonade would hit the spot on a warm afternoon.
Do you study English every day?
- Her gün İngilizce çalışıyor musun?
Don't worry, everything will be OK.
- Üzülmeyin, her şey düzelecek.
Feeling tired after his walk in the country, he took a nap.
- Kırsaldaki yürüyüşünden sonra yorgun hissettiği için şekerleme yaptı.
Are you feeling under the weather?
- Kendini kötü hissediyor musun?
I have a prickling sensation in my left eye.
- Benim sol gözümde bir karıncalanma hissi var.
I can't feel anything in my left foot; there's no sensation at all.
- Ben sol ayağımda bir şey hissedemiyorum; hiç duygu yok.
She must have sensed something odd.
- Garip bir şey hissetmiş olmalı.
I sense that something is wrong.
- Bir şeyin yanlış olduğunu hissediyorum.
I'm feeling a lot better.
- Çok daha iyi hissediyorum.
Mary has nobody to talk with, but she doesn't feel lonely.
- Mary'nin konuşacak hiç kimsesi yok fakat o kendini yalnız hissetmiyor.
Can you see anything in there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
His daughter is eager to go with him anywhere.
- Kızı onunla her yere gitmeye hevesli.
The president appointed each man to the post.
- Genel müdür her bir adamı görevine atadı.
Brush your teeth after each meal.
- Her yemekten sonra dişlerini fırçala.
All that glitters is not gold.
- Parlayan her şey altın değildir.
Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout.
- Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.
Above all, don't panic!
- Her şeyden önce, panik yok!
Pandas spend at least 12 hours each day eating bamboo.
- Pandalar her gün en az 12 saati bambu yiyerek geçirirler.
Tom is omnilingual. He can speak every language on Earth.
- Tom omnilingualdir. O, Dünya'daki her dili konuşabilir.
How many omnivorous children are patients in hospital?
- Hastanede her şeyi yiyen kaç çocuk hasta var?
If we let our reasoning power be overshadowed by our emotions, we would be barking up the wrong tree all the time.
- Muhakeme gücümüzün hislerimiz tarafından gölgelenmesine izin verirsek her zaman yanlış ağaca havluyor oluruz.
They felt many emotions on their wedding day.
- Düğün günlerinde çok duygular hissettiler.
Each person paid one thousand dollars.
- Her biri bin dolar ödedi.
Everyone has the right to rest and leisure, including reasonable limitation of working hours and periodic holidays with pay.
- Her şahsın dinlenmeye, eğlenmeye, bilhassa çalışma müddetinin makul surette sınırlandırılmasına ve muayyen devrelerde ücretli tatillere hakkı vardır.
I think about that every single day.
- Her gün onu düşünürüm.
One should take good care of every single thing.
- Biri her şeye iyi bakmalı.
For all his genius, he is as unknown as ever.
- Bütün dehasına rağmen, o her zaman olduğu kadar bilinmiyor.
The law is equal for all.
- Kanun herkes için aynıdır.
Either way will lead you to the station.
- Her iki yol da seni istasyona götürecektir.
You may take either of the two books.
- İki kitaptan herhangi birini alabilirsin.
Do you believe in extrasensory perception?
- Altıncı hisse inanıyor musun?
I wonder if I should trust my instincts.
- Hislerime güvenmem gerekip gerekmediğini merak ediyorum.
Whatever has a beginning also has an end.
- Her yokuşun bir de inişi vardır.
I will lend you whatever book you need.
- İhtiyacın olan her kitabı sana ödünç vereceğim.
His parents helped whoever asked for their help.
- Onun ebeveynleri yardımlarını isteyen herkese yardım etti.
Give it to whoever wants it.
- Onu her kim isterse ona ver.
Tom couldn't help but feel sentimental.
- Tom duygusal hissetmekten kendini alamadı.
... So if the people with the microphones can spot any ...
... So it's not as though it was like spot on. ...