sonne

listen to the pronunciation of sonne
Deutsch - Türkisch
[die] güneş
n {'zonı} e güneş
güne
güneşlen
güneş

Dünya Güneş'in etrafını yaklaşık 365 günde dönüyor. - Die Erde umkreist die Sonne einmal in ungefähr 365 Tagen.

Böyle karanlık bir yerde güneş gözlüklerine neden ihtiyacın var ki? - Wozu brauchst du denn an so einem dunklen Ort eine Sonnenbrille?

Englisch - Türkisch

Definition von sonne im Englisch Türkisch wörterbuch

sonne dysentery
(Tıp) sonne dizanterisi
sonne dysentery
(Tıp) Shigella sonnei tarafından meydana getirilen absilli dizanteri
sonne photography
(Askeri) şerit fotoğraf alımı
sonne photography
(Askeri) ŞERİT FOTOĞRAF ALIMI: Devamlı şerit halinde fotoğraf alma. Son derece dar bir diyaframdan geçen ve uçağın süratiyle ayarlanan hareket halindeki bir film üzerine alındığı için, resmi bütün uzunluğu boyunca, kesintisiz olarak gösteren bir arazi şeridinin fotoğrafı. Aralıklı objektif ve diyaframla çift çekildiği takdirde, ortaya çıkan fotoğraf şeridi, stereoskopik şekilde incelenebilir
sun
{f} güneşlenmek; güneşletmek, güneşlendirmek
sun
pazar

Pazar günü okula gitmiyorsun, değil mi? - You don't go to school on Sunday, do you?

Her pazar kiliseye giderim. - I go to church every Sunday.

sun
(Bilgisayar) paz

Birçok ülkede, Arap ülkeleri ve İsrail hariç genellikle Cumartesi ve Pazar, hafta sonu günleri olarak ilan edilmiştir. - In most countries, with the exception of the Arab countries and Israel, Saturday and Sunday are defined as the weekend.

Dün cumartesi değil, pazardı. - Yesterday was Sunday, not Saturday.

sun
(Bilgisayar) p
sun
(Astronomi) şems

Kaldırımda bir şemsiye vardı. - There was a sunshade over the sidewalk.

Bankalar güneşli bir günde sana bir şemsiye vermeye çalışırlar ama yağmurlu bir günde sırtlarını dönerler. - Banks will try to lend you an umbrella on a sunny day, but they will turn their backs on a rainy day.

sun
güneşlendirmek
sun
güneş

Güneşin etrafında dönen dokuz gezegen vardır,Dünya onlardan biridir. - There are nine planets travelling around the sun, the earth being one of them.

Ilık, güneşli bir gün piknik için idealdir. - A warm, sunny day is ideal for a picnic.

sun
gündoğumu

Gündoğumunu görmek için erken kalktı. - She got up early in order to see the sunrise.

Bu sabah gündoğumu güzel. - The sunrise is beautiful this morning.

sun
(isim) güneş ışığı, güneş, gün [şiir], yıl [şiir]
sun
{f} güneşe sermek
sun
{i} gün [şiir]
sun
güneş [astr.]
sun
sun compass kutuplarda kullanılan ve güneş ışınlarıyla işleyen pusul
sun
yıl

Tom ve Mary yılın ilk güneşinin doğuşunu görmek için erken uyandı. - Tom and Mary woke up early to see the first sunrise of the year.

Babamın doğum günü bu yıl pazar gününe denk geliyor. - My father's birthday falls on Sunday this year.

sun
(fiil) güneşlenmek, güneşlendirmek, güneşte bırakmak, güneşe sermek
sun
{i} yıl [şiir]
sun
güneş ışığı
sun
peykleri olan yıldız
sun
sun bath güneş banyosu
Deutsch - Englisch
sun

I have to do laundry while it's still sunny. - Ich muss die Wäsche machen, solange die Sonne noch da ist.

We could see the sunset from the window. - Wir konnten den Sonnenuntergang vom Fenster aus sehen.

Der Himmel klarte auf und die Sonne kam heraus.
The sky cleared and the sun came out
Der Schneemann zerfloss in der Sonne.
The snowman melted away in the sun
Die Schilder tragen das Bild einer leuchtenden Sonne.
The shields bear the device of the blazing sun
Die Sonne beschien die verschneiten Bergspitzen.
The sun shone on the snowy mountain tops
Die Sonne blinzelte durch die Wolken.
Sunshine poked through the clouds
Die Sonne bringt es ans Licht.
Murder will out
Die Sonne geht auf.
The sun is arising
Die Sonne ging langsam über dem östlichen Horizont auf.
The sun rose slowly over/above the eastern horizon
Die Sonne steht niedrig.
The sun is low
Die Sonne steht tief.
The sun is low
Die Sonne trat hinter den Wolken hervor.
The sun emerged from behind the clouds
Die Sonne versank hinter dem Horizont.
The sun sank/dipped below the horizon
Es ist nichts so fein gesponnen, es kommt doch an das Licht der Sonne.
Everything comes to light in the end
Farbe bekommen (von der Sonne)
to tan
Farbe bekommen (von der Sonne)
to get a tan
Farbe bekommen (von der Sonne)
to go brown
Höhenwinkel der Sonne
solar elevation angle
Höhenwinkel der Sonne
solar altitude
Höhenwinkel der Sonne
altitude of the sun
Ihre Haut war von der heißen Sonne mit Blasen übersät.
Her skin was blistered by the hot sun
Physik der Beziehungen Sonne-Erde
solar-terrestrial physics
Physik der Wechselbeziehungen zwischen Sonne und Erde
solar terrestrial physics
Teilsturm auf der Sonne
substorm on the sun
Vulkanasche verdunkelte die Sonne.
Volcanic ash blotted out the sun
Wendepunkt der Sonne
solstitial point
Wir brutzelten in der sengenden Sonne.
We sizzled in blazing sunshine
Zenitwinkel der Sonne
solar zenith angle
Zu Mittag brach die Sonne hervor.
At noon, the sun shone through
Zum Vergleich: die Sonne ist 4.600 Millionen Jahre alt.
By comparison, the sun is 4,600 million years old
braun von der Sonne
tanned
der glühende Ball der Sonne
the flaming orb of the sun
die gelben Strahlen der untergehenden Sonne
the yellow rays of the setting sun
ein Platz an der Sonne
a place in the sun
in die Sonne blinzeln
to squint in the bright sun
in die Sonne blinzeln
to squint against the sun
seine Augen vor der Sonne schützen
to screen one's eyes from the sun
sich in der Sonne aalen
to sunbathe
sich in der Sonne aalen
to bask
sich in der Sonne aalen
to bask in the sun
sich von der Sonne bescheinen lassen
to sunbathe
sich von der Sonne bescheinen lassen
to bask in the sun
sich von der Sonne bescheinen lassen
to bask
Türkisch - Englisch

Definition von sonne im Türkisch Englisch wörterbuch

sonne dizanterisi
(Tıp) sonne dysentery
Englisch - Englisch
Obsolete spelling of sun
Obsolete spelling of son

My sonne's faire wife, Elizabeth.