sonlandırma

listen to the pronunciation of sonlandırma
Türkisch - Englisch
(Bilgisayar) terminate
termination
son
ultimate

Ultimately, he ended up going to school. - Sonuçta, okula gitmeye son verdi.

Who will ultimately decide? - Eninde sonunda kim karar verecek?

son
recent

Recently, he's been drinking too much. - Son zamanlarda, o çok fazla içki içiyor.

Recent advances in medicine are remarkable. - Tıptaki son gelişmeler dikkat çekiyor.

son
end

Is there any end in sight to the deepening economic crisis? - Derinleşen ekonomik krizin görünürde bir sonu var mı?

The international language Esperanto appeared in public at the end of 1887. - Uluslararası dil Esperanto, 1887'nin sonlarında herkese gösterildi.

son
{s} latest

I found his latest novel interesting. - Onun en son romanını ilginç buldum.

Kelly's latest book appeared last week. - Kelly'nin son kitabı geçen hafta çıktı.

son
last

Advances in science and technology and other areas of society in the last 100 years have brought to the quality of life both advantages and disadvantages. - Son 100 yılın bilim ve teknoloji ve topluluğun diğer alanlarındaki gelişmeler hayat kalitesine hem avantajlar hem de dezavantajlar getirdi.

The last straw breaks the camel's back. - Devenin belini kıran son saman çöpü.

son
final

He finally became the president of IBM. - O, sonunda IBM'in başkanı oldu.

The lioness finally gave chase to the gazelle. - Dişi aslan sonunda ceylanı kovaladı.

son
finish

Having finished my work, I left the office. - İşimi bitirdikten sonra bürodan ayrıldım.

Apply two coats of the paint for a good finish. - İyi bir sonuç için iki tabaka boya uygula.

son
result

The situation resulted in violence. - Durum şiddetle sonuçlandı.

You shouldn't sleep with a coal stove on because it releases a very toxic gas called carbon monoxide. Sleeping with a coal stove running may result in death. - Kömür sobasıyla uyumamalısınız. Çünkü karbonmonoksit olarak adlandırılan çok zehirli bir gaz içerir. Kömür sobasıyla uyumak ölümle sonuçlanabilir.

son
conclusion

I came to the conclusion that I had been deceived. - Ben aldatılmış olduğum sonucuna vardım.

Only after a long dispute did they come to a conclusion. - Ancak uzun bir tartışmadan sonra bir sonuca vardılar.

son
supreme

It made me supremely happy. - Bu beni son derece mutlu etti.

son
last; recent; latest; final; definitive; last; end, conclusion, close; ending; final; expiration; end, death; result; breakup; placenta, afterbirth
son
{i} close

It was clear to everyone that the vote would be close. - Seçim sonucunun yakın olacağı herkes tarafından biliniyordu.

Close the door after you. - Sizden sonra kapıyı kapatın.

son
{s} late

He returned home three hours later. - Üç saat sonra eve geri döndü.

In late August, the Allied forces captured Paris. - Ağustos ayı sonlarında İtilâf Devletleri, Paris'i ele geçirdi.

son
{i} ending

The story had a happy ending. - Hikayenin mutlu bir sonu vardı.

I like stories that have sad endings. - Hüzünlü sonları olan hikayeleri severim.

Son
to
son
bottom

Tom sat at the bottom of the stairs wondering what he should do next. - Tom daha sonra ne yapması gerektiğini merak ederek merdivenlerin alt kısmında oturdu.

I'll bet my bottom dollar he'll succeed. - Onun başaracağına dair son dolarımla bahse girerim.

son
(Bilgisayar) in the last

In the last analysis, methods don't educate children; people do. - Son analizlerde, metotlar çocukları eğitmezler; insanlar eğitir.

The population has doubled in the last five years. - Nüfus son beş yıl içinde iki katına çıkmıştır.

son
lattermost
son
cross-section
son
foot

When I was 17, I injured myself playing football. I collided with someone and as a result of this I broke some of my teeth. - 17 yaşındayken, futbol oynarken kendimi yaraladım. Birisiyle çarpıştım ve bunun sonucu olarak dişlerimden bazılarını kırdım.

We will play football after school. - Okuldan sonra futbol oynayacağız.

son
kiss-off
son
tail
son
(deyim) fag-end
son
end-all
son
lag end
son
all in all

All in all, after ten years of searching, my friend got married to a girl from the Slantsy region. - Her şeyi düşünerek, on yıllık araştırmadan sonra, arkadaşım Slantsy bölgesinden bir kızla evlendi.

All in all, how many different schools have you attended? - Sonuçta, kaç tane farklı okula devam ettin?

son
aftermath
son
culminate

The celebrations culminated in a spectacular fireworks display. - Kutlamalar muhteşem bir havai fişek gösterisi ile sonuçlandı.

The European Union is set up with the aim of ending the frequent and bloody wars between neighbours, which culminated in the Second World War. - Avrupa Birliği, ikinci dünya savaşı ile sonuçlanan sık ve kanlı komşu devletler arasındaki savaşları bitirme amacıyla kuruldu.

son
expiree
son
death

He took care of the business after his father's death. - O, babasının ölümünden sonra işle ilgilendi.

He took charge of the firm after his father's death. - O, babasının ölümünden sonra firmanın sorumluluğunu üstüne aldı.

son
tip
son
inappellable
son
expire

My driver's license will expire next week. - Ehliyetimin süresi gelecek hafta sona eriyor.

My driver's license expires at the end of this month. - Sürücü lisansım bu ayın sonunda sona eriyor.

son
breakup
son
(Tıp) secundines
son
the last

Advances in science and technology and other areas of society in the last 100 years have brought to the quality of life both advantages and disadvantages. - Son 100 yılın bilim ve teknoloji ve topluluğun diğer alanlarındaki gelişmeler hayat kalitesine hem avantajlar hem de dezavantajlar getirdi.

The last time I went to China, I visited Shanghai. - Çin'e gittiğim en son zaman, Şangay'ı ziyaret ettim.

son
terminatory
son
firm

After fifteen years at a building firm, Bill Pearson was given the responsible position of area manager. - Bir inşaat şirketinde on beş yıldan sonra, Bill Pearson'a sorumlu bölge müdürü pozisyonu verildi.

Last summer, I finally left the firm that I had joined twelve years before. - Geçen yaz, sonunda on iki yıl önce katılmış olduğum firmadan ayrıldım.

son
concluding

Members of the board will meet for a concluding session on March 27, 2013. - Yönetim kurulu üyeleri, 27 Mart 2013 tarihinde bir sonuç oturumu için bir araya gelecek.

I was too hasty in concluding that he was lying. - Onun yalan söylediği sonucuna varmada çok aceleci davrandım.

son
utter

Tom was utterly disappointed. - Tom son derece hayal kırıklığına uğradı.

The nineties generation in tennis has been utterly useless so far, exasperated fans say. - Teniste doksanlı nesil şimdiye kadar son derece başarısız oldu, kızgın hayranlar söylüyor.

son
desistence
son
(Tıp) sone

I heard there were many double suicides in Sonezaki. - Sonezaki'de birçok çift intihar olduğunu duydum.

Monica Sone was a Japanese-American writer. - Monica Sone, Japon asıllı Amerikalı bir yazardı.

son
lag
son
water

I needn't have watered the flowers. Just after I finished, it started raining. - Çiçekleri sulamama gerek yoktu. Bitirdikten hemen sonra yağmur yağmaya başladı.

The water pipes froze and then burst. - Su boruları dondu ve sonra patladı.

son
desition
son
(Denizbilim) boundary
son
{i} sunset

We arrived about forty-five minutes after sunset. - Gün batımından yaklaşık kırk beş dakika sonra vardık.

It got cold after sunset. - Gün batımından sonra hava soğudu.

sonlandırmak
get through
son
expiration
son
crucial

The first minutes after a heart attack are crucial. - Bir kalp krizinden sonra ilk dakikalar çok önemlidir.

son
sequel
son
latter

Fish and meat are both nourishing, but the latter is more expensive than the former. - Hem balık hem de et besleyici fakat sonraki öncekinden daha pahalı.

Love is above money. The latter can't give as much happiness as the former. - Sevgi paranın üstündedir. Sonraki önceki kadar çok mutluluk veremez.

son
termination
son
terminal

Sami learned he had terminal cancer. - Sami son aşamada bir kanseri olduğunu öğrendi.

son
closure
son
top end
son
culmination
son
doom

They fled the doomed company like rats deserting a sinking ship. - Onlar sonu gelmiş şirketten, batan gemiyi terk eden fareler gibi kaçtılar.

son
extreme

Tom is extremely thankful to Mary for her help. - Tom Mary'ye onun yardımı için son derece minnettar.

Dynamite fishing is extremely destructive to reef ecosystems. - Dinamit balıkçılığı resif ekosistemler için son derece tahrip edicidir.

son
{s} farewell
sonlandırmak
Scotch
son
last of
son
by the end

Ken will grow into his brother's clothes by the end of the year. - Ken yıl sonuna kadar erkek kardeşinin elbiselerine sığacaktır.

Tom can expect to hear from us by the end of the month. - Tom gelecek ayın sonuna kadar bizden haber almayı bekleyebilir.

sonlandırmak
(Bilgisayar) log off
dijital doğru sonlandırma birimi
(Askeri) digital line termination unit
dijital doğru sonlandırma modülü
(Askeri) digital line termination module
eylem sonlandırma
(Pisikoloji, Ruhbilim) act ending
hat sonlandırma birimi
(Askeri) line termination unit
imla maddeleri arası hat sonlandırma birimi
(Askeri) intermatrix line termination unit
kuvvet hat sonlandırma birimi
(Askeri) service line termination unit
normal geniş bant hat sonlandırma birimi
(Askeri) normal wideband line termination unit
son
bedrock
son
fate

In the end the two families accepted their fate. - Sonunda iki aile kaderini kabul etti.

The fate of the hostages depends on the result of the negotiation. - Tutsakların kaderi görüşmenin sonucuna göre değişir.

son
curtains

The room looks different after I've changed the curtains. - Perdeleri değiştirmemden sonra oda farklı görünüyor.

son
nth
son
definitive
son
full

I'm working full time in a bookshop until the end of September. - Eylül sonuna kadar bir kitapçıda tam gün çalışıyorum.

There needs to be a full stop at the end of a sentence. - Bir cümlenin sonunda nokta olması gerekir.

son
conclusive
son
tail end
son
afterbirth; placenta
son
end , final , last
son
full stop

There's a full stop missing from the end of the sentence. - Bu cümlenin sonunda bir nokta eksik.

One should add a full stop at the end of the sentence. - Cümlenin sonunda nokta konulmalı.

son
finishing

Tom added a few finishing touches to the painting. - Tom tabloya birkaç son rötuşları ekledi.

I'll add the finishing touches. - Son rötuşları ekleyeceğim.

son
extremity
son
denouement
son
secundine
son
last; final; the most recent
son
omega
son
afterbirth
son
kiss off
son
quietus
son
lastly, last, at the end, after all the others
son
ruination
son
expiry
son
finis

I'll come over after I finish the work. - İşi bitirdikten sonra uğrayacağım.

I will study abroad when I have finished school. - Okulu bitirdikten sonra yurtdışında eğitim yapacağım.

son
end, conclusion, termination
son
(Hukuk) outcome

The outcome of the election is doubtful. - Seçim sonuçları şüphelidir.

You must appropriately review the outcome of your bargain. - Pazarlığının sonucunu uygun bir şekilde gözden geçirmelisin.

son
epilogue
son
{i} upshot
son
{i} issue

The latest issue of the magazine will come out next Monday. - Derginin son basımı gelecek pazartesi yayınlanacak.

son
kibosh
son
dernier
son
fine

It will be fine this afternoon. - Bu öğleden sonra hava güzel olacak.

Effort produces fine results. - Çaba güzel sonuçlar üretir.

sonlandırmak
(Nükleer Bilimler) terminate
Englisch - Englisch

Definition von sonlandırma im Englisch Englisch wörterbuch

SON
SupraOptic Nucleus
SON
socked on the nose
SON
Sonora, a state of Mexico
Son
Jesus Christ, whom Christians believe to be the son of God
son
A male child, a boy or man in relation to his parents; one's male offspring

The Chinese and Indians say all too often: I want a son, not a daughter..

son
A male adopted person in relation to his adoption parents
son
{i} male child, male offspring
son
{n} a male-child, native, descendant
son
(Service Order Number): The SON is the number issued by the local exchange carrier to confirm the order for the ISDN service It provides a matching number for cross referencing the order to the phone company
son
the divine word of God; the second person in the Trinity (incarnate in Jesus)
son
A man, especially a famous man, can be described as a son of the place he comes from. New Orleans's most famous son, Louis Armstrong. sons of Africa
son
feelings Some people use son as a form of address when they are showing kindness or affection to a boy or a man who is younger than them. Don't be frightened by failure, son
son
a male human offspring; "their son became a famous judge"; "his boy is taller than he is"
son
A familiar address to a male person from an older or otherwise more authoritative person
son
A male person who has such a close relationship with an older or otherwise more authoritative person that he can be regarded as a son of the other person
son
A missionary for whom one acted as trainer
son
the divine word of God; the second person in the Trinity (incarnate in Jesus) a male human offspring; "their son became a famous judge"; "his boy is taller than he is
son
A male descendant, however distant; hence, in the plural, descendants in general
son
A male descendant
son
Someone's son is their male child. He shared a pizza with his son Laurence Sam is the seven-year-old son of Eric Davies They have a son
son
A male person considered to have been significantly shaped by some external influence
son
Jesus Christ, the Savior; called the Son of God, and the Son of man
son
The produce of anything
son
The Son is the Source of Reason, LOGOS, in the universe There is only one Son, one Reason, one LOGOS, one Christ (Traditionally, the LOGOS in John 1 1 was translated as "the Word," but the Greek LOGOS can also be translated as "Reason ")
son
Any young male person spoken of as a child; an adopted male child; a pupil, ward, or any other young male dependent
son
A male child; the male issue, or offspring, of a parent, father or mother
son
equals
son
The SON is the number issued by the local exchange carrier to confirm the order for the ISDN service It provides a matching number for cross referencing the order to the phone company
son
male child, as in: He brought his son and daughter to work today to teach them about our industry
son
A Cuban dance similar to the Bolero except that it is wilder in rhythmic accent and more violent in step pattern It is the Son which first served as a basis for the Mambo which in turn became the triple Mambo, now known as Cha Cha This slow rhythmic dance was originally in 2/4 time It became Americanized and is usually played in 4/4 time
son
but
son
An early style of Cuban dance music, resulting from the blending of African and Spanish influences; the root of most of the familiar styles of Afro-Cuban dance music It was played by small bands, using guitar or tres, maracas, guiro, claves, bongo, and other instruments
son
One important form the the merging of African and Spanish influences resulted in, it is the root of most familiar styles of Afro-Cuban dance music A blend of the music of the spanish farmers (campesinos) and African slaves, it is believed to have originated in Oriente (the eastern province of Cuba) toward the end of the 19th century (slavery was abolish in 1878) It was played by small bands, using guitar or tres, maracas, guiro, claves, bongo, a marimbula and a botija The more urban style played in Havana at the beginning of the century became a national style in 1920
son
Most influential Cuban style initiated in the second half of the nineteenth century in the eastern province of Oriente It combines Spanish elements of the Canci n style and instruments with African rhythm and percussion Early forms were interpreted by the Campesinos and developed by the Changui groups
son
abbr Service Order Number
son
A native or inhabitant of some specified place; as, sons of Albion; sons of New England
son
Summary of Need
son
The son is perhaps the oldest and certainly the classic Afro-Cuban form, an almost perfect balance of African and Hispanic elements Originating in Oriente province, it surfaced in Havana around World War I and became a popular urban music played by string-and-percussion quartets and septetos Almost all the numbers Americans called rumbas were, in fact, sones "El Manicero" ("The Peanut Vendor") was a form of son derived from the street cries of Havana and called a pregon The rhythm of the son is strongly syncopated, with a basic chicka-CHUNG pulse
son
A male child, a boy or man in relation to his parents; ones male offspring
Türkisch - Türkisch
Sonlandırmak işi
Son
nihayet

Nihayet doktorun sekreteri Tom'un adını seslendi. - Sonunda doktorun sekreteri Tom'un ismini çağırdı.

Tom nihayet eşcinsel olduğunu itiraf ettiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu. - Tom sonunda kabullenmeye karar verdiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu.

Son
münteha
son
En arkada bulunan
son
Artık ondan ötesi veya başkası olmayan
son
Olum. Olanca: "Son kuvvetiyle: Ya Ali! diye bağırdı
son
Etene
son
Plasenta
son
Şimdiki zamana en yakın zamandan beri olan veya bu zamanda yapılmış, olmuş olan, ilk karşıtı
son
"- M
son
Şimdiki zamana en yakın zamandan beri olan veya bu zamanda yapılmış, olmuş olan, ilk karşıtı: "Gündüzün son ışıklarıyla beraber sanki odadan eşya da çekiliyordu."- P. Safa
son
Bir şeyin en arkadan gelen bölümü, bitimi, nihayet
son
Olanca
son
Levent Kırca'nın yönettiği bir film
son
Ses gürlüğü birimi
son
En son, bitiş nihayet
son
Olum
son
Artık ondan ötesi veya başkası olmayan: "Son altı karıncayı Kadırga meydanında birkaç yıl evvel görmüştüm."- H. A. Yücel
son
Etene, eş, döl eşi, meşime, plasenta
son
(Osmanlı Dönemi) ahir
sonlandırmak
Sona erdirmek
Englisch - Türkisch

Definition von sonlandırma im Englisch Türkisch wörterbuch

son
oğul

O, arazisini oğulları arasında dağıttı. - He distributed his land among his sons.

Şimdi büyük oğullar babalarından oldukça bağımsızlar. - The elder sons are now quite independent of their father.

son
erkek evlat.oğul
son
{i} çocuk

Orada duran çocuk benim oğlumdur. - The boy standing over there is my son.

Şarkı söyleyen çocuk benim erkek kardeşimdir. - The boy singing a song is my brother.

son
it oğlu it
son
Hay Allah
son
evladım
son
piç oğlu piç
son
Hazreti İsa
son
{i} oğul, erkek evlat
son
son of a gun it kırıntısı
son
oğlu

Benim bir oğlum ve bir de kızım var. Oğlum New York'ta ve kızım da Londra'da. - I have a son and a daughter. My son is in New York, and my daughter is in London.

Küçük oğlum araba sürebiliyor. - My little son can drive a car.

son
oğlum

Benim bir oğlum ve bir de kızım var. Oğlum New York'ta ve kızım da Londra'da. - I have a son and a daughter. My son is in New York, and my daughter is in London.

Oğlumuz savaşta öldü. - Our son died during the war.

son
{i} erkek evlât

Bir erkek evlat babasına itaat etmeli. - A son must obey his father.

Tom bana bir erkek evlat gibi. - Tom is like a son to me.

son
ibn
son
mahdum
sonlandırma
Favoriten