Neptün, güneş sisteminin sekizinci gezegenidir.
- Neptune is the eighth planet of the solar system.
Güneş sistemimize en yakın yıldız Proxima Centauri'dir.
- The nearest star to our solar system is Proxima Centauri.
O, ona nerede yaşadığını sordu.
- He asked her where she lived.
Ona kendi odamı gösterdim.
- I showed her my room.
O, ona bir süveter aldı.
- She bought him a sweater.
Meseleyi ona bırakmaktan başka çaremiz yoktu.
- We had no choice but to leave the matter to him.
Bu bir postane, şu ise bir bankadır.
- This is a post office and that is a bank.
Bu bir ev, şu ise camidir.
- This is a house and that is a mosque.
Artık seni sevmiyorum.
- I don't love you anymore.
Sen olmasaydın, o hâlâ hayatta olacaktı.
- If it hadn't been for you, he would still be alive.
Tatoeba Projesi bizim sanal evimizdir.
- Tatoeba Project is our virtual home.
O bizim beyzbol sahamızdır.
- That is our baseball field.
Birisi telefona cevap verebilir mi?
- Can somebody get that?
Birisi telefona cevap verebilir mi?
- Can somebody answer the phone?
Siz insanları anlamıyorum.
- I don't see your point.
Sizin bir öğretmen olduğunuzu biliyorum.
- I know that you're a teacher.
Birinin bağırdığını duyduk.
- We heard somebody shout.
Merdivenlerden yukarı gelen birisi var.
- There's somebody coming up the stairs.
Birisi onun kolundan tuttuğunda o korkudan çığlık attı.
- She screamed with horror as someone took hold of her arm.
Birisinin kapıyı çaldığını duydum.
- I heard someone knock on the door.
Onun adı Tomoyuki Ogura.
- His name is Tomoyuki Ogura.
Onun favori beyzbol takımı Devler'dir, fakat o Aslanlar'ı da seviyor.
- His favorite baseball team is the Giants, but he also likes the Lions.
Eğer yapmadığım bir şey için ailem beni cezalandırdıysa , onlara doğruları söylerdim ve benim masumiyetle ilgili onları ikna etmeye çalışırdım.
- If my parents punished me for something I didn't do, I would tell them the truth and try to convince them of my innocence.
Beni öldürmekle tehdit ettiler bu yüzden cüzdanımı onlara verdim.
- They threatened to kill me so I gave them up my wallet.
The Network'ün kasım meselesinde görünen raporunun 70 kopyasını üretmek ve onları ajanlarımıza dağıtmak mümkün mü?
- Is it possible to reproduce 70 copies of your report which appeared in the November issue of The Network and distribute them to our agents?
Sosyal ağlarda hırsızlar, sahteciler, sapıklar veya katiller olabilir. Güvenliğiniz için, onlara inanmamalısınız.
- There may be thieves, fakers, perverts or killers in social networks. For your security, you shouldn't believe them.
Ben dün sizin babanıza rastladım.
- I ran into your dad yesterday.
Ben dün sizin babanıza rastladım.
- I ran into your father yesterday.
Kendi kendine şöyle dedi: Bu operasyon başarıyla sonuçlanacak mı?
- He said to himself, Will this operation result in success?
O, aynada kendine bakmadı mı?
- Hasn't he looked at himself in a mirror?
Onların erkek çocuğunun adı John.
- Their son's name is John.
Onların ana dili Fransızca.
- French is their mother tongue.
Onun ailesi ile ilgili hiçbir şey bilmiyorum.
- I don't know anything about her family.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet her at the coffee shop.
Hiç bu kadar erken kalkmadım.
- I've never woken up this early.
Asla tekrar bu kadar geç kalma.
- Never be this late again.
Emi kendine yeni bir elbise ısmarladı.
- Emi ordered herself a new dress.
O kendi kendine mırıldanıyor.
- She is muttering to herself.
Aşk onu rüyalarında görmektir.
- Love is seeing her in your dreams.
Onu Kaliforniya'ya gönderiyorum.
- I'm sending her to California.
Ben, o kızın kendisine yeni bir görünüm vermek için saçını kestiğini düşünüyorum.
- I think that girl cut her hair to give herself a new look.
Kendisini ateşle ısıttı.
- She warmed herself by the fire.
Seni ondan daha çok seviyorum.
- I love you more than her.
Siz ondan daha uzun boylusunuz.
- You are taller than her.
Onu tanıdıkça daha çok seversin.
- The more you know about him, the more you like him.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet him at the coffee shop.
O, çocuklarını kendi etrafına topladı.
- He gathered his children around him.
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
- He said NO to himself. He said YES aloud.
O, geçen yıl o şirket için çalışmaya başladı.
- He began to work for that company last year.
Coca-Cola'nın üretildiği ilk yıllarda, o kokain içeriyordu. 1914'te, kokain bir uyuşturucu olarak gruplandırıldı ve sonra Coca-Cola'nın üretimi için kokain yerine kafein kullandılar.
- In the first years that Coca-Cola was produced, it contained cocaine. In 1914, cocaine was classified as a narcotic, after which they used caffeine instead of cocaine in the production of Coca-Cola.
Ek olarak yaşlılar birbirleriyle sosyalleşebilsin ve Amerikan hayatının aktif üyeleri olarak kalabilsinler diye birçok topluluk kurulmuştur.
- In addition many groups have been formed so that the elderly can socialize with one another and remain active participants in American life.
Ailesinin dengeli bir diyet yaptığından emin.
- She makes sure that her family eats a balanced diet.
İki yaşındaki bir çocuk bu kadar hızlı koşabilir mi?
- Can a two-year-old boy run that fast?
Lenny'nin nasıl çiğnemeden veya boğulmadan tam bir sosisli sandvici yutabildiğine bak? Bu nedenle üst idare onu bu kadar fazla sever.
- See how Lenny can swallow an entire hot dog without chewing or choking? That's why upper management loves him so much.
Dima bir gecede 25 adamla yattı ve sonra onları öldürdü.
- Dima slept with 25 men in one night and then killed them.
Onların hepsi sadece kızları götürmek için buradalar.
- All of them are just here to pick up girls.
Sana küçük bir şey getirdim.
- I brought you a little something.
Sana satranç oynamayı öğreteceğim.
- I will teach you to play chess.
Tom'un şimdiye kadar böyle küçük bir araba sürmeyi düşüneceğinden şüpheliyim.
- I doubt that Tom would ever consider driving such a small car.
Böyle bir durumun tekrar olacağının olası olmadığını düşünüyorum.
- I think it's unlikely that a situation like this one would ever occur again.
Yumi oraya kendi gitti.
- Yumi went there by herself.
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
- She said NO to herself. She said YES aloud.
Sana önemli bir şey söylemek üzereyim.
- I'm about to tell you something important.
Sana önemli bir şey söylemek istiyorum.
- I want to tell you something important.
Bir yabancı omzuma arkadan dokundu. Beni başka birisiyle karıştırmış olmalı.
- A stranger tapped me on the shoulder from behind. He must have mistaken me for someone else.
Birisi bana içtiğin her sigara ömründen yedi dakika alır dedi.
- Someone told me that every cigarette you smoke takes seven minutes away from your life.
Bu öğleden sonra Tom'un birşeyler yapmasına yardım edeceğim.
- I'm going to help Tom do something this afternoon.
Yarın sabah Tom'un birşeyler yapmasına yardım etmeliyim.
- I have to help Tom do something tomorrow morning.
Onlardan herhangi birini seçebilirsin.
- You may choose any of them.
Onlardan kaç tanesinin yardıma ihtiyacı olduğunu bilmiyordum.
- He did not know how many of them needed help.
İşte ben İngilizce'yi böyle öğrendim.
- This is how I learned English.
Böyle bir sözlükte buzdolabı ile ilgili en az iki cümle olmalıdır.
- In a dictionary like this one there should be at least two sentences with fridge.
Ben sizden özür dilemeliyim.
- I must beg your pardon.
Tatoeba: Bizim sizden daha eski cümlelerimiz var.
- Tatoeba: We've got sentences older than you.
Ben senden daha güzelim.
- I am more beautiful than you.
Senden oldukça memnunum.
- I am pretty pleased with you.
Bu araba onunki gibi görünüyor.
- It looks like this car is his.
Biz onun işini onunkilerle karşılaştırdık.
- We compared his work with hers.
Kitaplar birinin aklının ürünleridir.
- Books are the offspring of one's mind.
Bir insanı birinin arkadaşı yapmak kolaydır fakat onu öyle sürdürmek zordur.
- It is easy to make a man one's friend, but hard to keep him so.
Modern arabalar birçok yönden eski olanlardan farklıdır.
- Modern cars differ from the early ones in many ways.
Japon olanları bir yana bırak, onun çok sayıda yabancı pulları var.
- He has many foreign stamps, not to mention Japanese ones.
Ben önemli kimseyim ve önemliyim.
- I am somebody and I am important.
Ben önemli kimseyim ve önemliyim.
- I am somebody and I am important.
O onun biri olduğunu düşünüyor ama aslında hiç kimse değil.
- He thinks he is somebody, but really he is nobody.
Neden kimse Tom'a yardım etmedi?
- Why didn't someone help Tom?
Sıkılmış bir yumrukla kimsenin elini sıkamazsın.
- You can't shake someone's hand with a clenched fist.
Bu araba ötekinden daha iyi bir çalışmaya sahip.
- This car has a better performance than that one.
O kadar kötü birisi ki kimse ondan hoşlanmaz.
- He is such a bad person that everybody dislikes him.
Ekvatora yakın dar bir bölgede bulunan, tropik yağmur ormanları o kadar hızlı yok oluyorlar ki 2000 yılına kadar onların % 80 yok olabilir.
- The tropical rainforests, located in a narrow region near the equator, are disappearing so fast that by the year 2000 eighty percent of them may be gone.
İstasyona giderken ben seni geçtim.
- I can beat you to the station.
Seni anlamak gerçekten çok zor.
- Understanding you is really very hard.
Çünkü biz sizi seviyoruz, daha iyi bir kullanıcı deneyimi getirmek için Tatoeba'yı güncelleştiriyoruz. Gördünüz mü? Biz sizi seviyoruz ha?
- Because we love you, we are updating Tatoeba to bring you a better user experience. See? We love you huh?
Sizin bir öğretmen olduğunuzu biliyorum.
- I know that you're a teacher.
Ben size seve seve yardımcı olacaktım, sadece şimdi çok meşgulüm.
- I would gladly help you, only I am too busy now.
Ben size yardımcı olmaktan mutlu olurum.
- I will be glad to help you.
Geçen sene Bayan Kato senin öğretmenin miydi?
- Was Ms. Kato your teacher last year?
Bu senin Japonya'ya ilk ziyaretin mi?
- Is this your first visit to Japan?
Three days after, the Great Sun, his brother, sent me another deer-skin of the same oil, to the quantity of forty pints. The most common sort sold this year at twenty sols a pint, and I was sure mine was not of the worst kind. -- History of Louisiana, M. Le Page Du Pratz.
The lady with the green feathers in her hat. A big Gainsborough hat. I am quite sure it was Miss Hartuff..
This is her book.
She treated him for a cold (direct object).
The decision was his to live with.
Ahab his mark for Ahab's mark.
This is his book.
With Hit Girl, Moretz is this year's It Girl, alternately sweet, savage and scary.
He saw to it that everyone would vote for him.
It's me. John.
In the next game, Adam and Tom will be it….
Let's play it at breaktime.
It’s lonely without you.
Take each day as it comes.
She took the baby and held it in her arms.
It wasn't me.
Come with me.
Can you hear me?.
Me and my friends played a game.
Wilfred Owen (1893–1918), The Letter - And give us back me cigarette!.
He gave me this.
I recognised him because he had attended my school.
Paying no attention to Lizzy, Mrs. Gibson began calling out our names in alphabetical order.
Thirdly, I continue to attempt to interdigitate the taxa in our flora with taxa of the remainder of the world.
I'm going to see our Terry for tea.
You are responsible for this, is that not so?.
But if I had been more fit to be married, I might have made you more so too.
It’s not so bad.
I need a piece of cloth so long.
That is so not true!.
You park your car in front of my house every morning. So?.
So, there was this squirrel stuck in the chimney.
Is he so?.
Place the napkin on the table just so.
He wanted a book, so he went to the library.
Eat your broccoli so you can have dessert.
Daphnis has forgotten me. He is dreaming of marrying some wealthy maiden. Ah! Why did I make him swear by his goats instead of by the Nymphs! He has forgotten them as he has forgotten me.
- Daphnis has forgotten me. He is dreaming of marrying some wealthy maiden. Ah! Why did I make him swear by his goats instead of by the Nymphs! He has forgotten them as he has forgotten me.
Joan broke her left arm in the accident.
- Joan kazada sol kolunu kırdı.
Left-wing communism is an infantile disorder.
- Solcu komünizm, infantil bir bozukluktur.
Show me what you have in your left hand.
- Sol elinde ne varsa bana göster.
Raise your left hand.
- Sol elinizi kaldırın.
Tom eats, sleeps and breathes music.
- Tom yer, uyur ve müzik solur.
He looks pale. He must have drunk too much last night.
- O solgun görünüyor. O dün gece çok içmiş olmalı.
She was dressed in a faded cotton skirt.
- O, soluk bir pamuk etek giymişti.
Flowers soon fade when they have been cut.
- Çiçekler koparıldığında kısa sürede soldu.
She was dressed in a faded cotton skirt.
- O, soluk bir pamuk etek giymişti.
The cloth's very faded.
- Kumaşın rengi çok soluk.
The flowers in the vase were wilted.
- Vazodaki çiçekler soldu.
The flowers wilt without water.
- Çiçekler su olmadan solarlar.
The flowers in the vase were wilted.
- Vazodaki çiçekler soldu.
Roses withered and Ania cried very much.
- Güller soldu ve Ania çok ağladı.
The flowers in his garden have withered.
- Bahçedeki çiçekler soldu.
The computer is placed to the left of the women.
- Bilgisayar kadınların sol tarafına yerleştirildi.
The wardrobe stood to the left of the door.
- Gardırop kapının solunda duruyordu.
These are on sale everywhere.
- Bunlar her yerde satılıyor.
Do you study English every day?
- Her gün İngilizce çalışıyor musun?
Music that doesn't transmit feelings, images, thoughts, or memories is just background noise.
- Hisleri, görüntüleri, düşünceleri ya da anıları iletmeyen müzik sadece arka fon gürültüsüdür.
I'm feeling better today.
- Bugün kendimi daha iyi hissediyorum.
I've had a runny nose for two days and I've been feeling an uncomfortable sensation in my throat.
- İki gündür burnum akıyor ve boğazımda bir rahatsızlık hissediyorum.
I can't feel anything in my left foot; there's no sensation at all.
- Ben sol ayağımda bir şey hissedemiyorum; hiç duygu yok.
She must have sensed something odd.
- Garip bir şey hissetmiş olmalı.
The police officer on duty sensed an elderly man coming up behind him.
- Görevli memur arkasından yaşlı bir adamın geldiğini hissetti.
The regional council is dominated by the left wing.
- Bölgesel konsey sol kanattan hakimdir.
I'm feeling a lot better.
- Çok daha iyi hissediyorum.
I'm feeling better today.
- Bugün kendimi daha iyi hissediyorum.
Give help to anyone who needs it.
- Her kimin ihtiyacı olursa ona yardım et.
Can you see anything in there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
How many times does the bus run each day?
- Otobüs her gün kaç kez çalışır?
Brush your teeth after each meal.
- Her yemekten sonra dişlerini fırçala.
Can you see anything at all there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
Bill is honest all the time.
- Bill her zaman dürüsttür.
She planted some pansies in the flower bed.
- Çiçekliğe bazı hercai menekşeler dikti.
Everybody started to panic.
- Herkes panik yapmaya başladı.
Jane Goodall discovered that chimpanzees are omnivorous, not vegetarian.
- Jane Goodall şempanzelerin her şeyi yediklerini, vejetaryen olmadıklarını keşfetti.
How many omnivorous children are patients in hospital?
- Hastanede her şeyi yiyen kaç çocuk hasta var?
If we let our reasoning power be overshadowed by our emotions, we would be barking up the wrong tree all the time.
- Muhakeme gücümüzün hislerimiz tarafından gölgelenmesine izin verirsek her zaman yanlış ağaca havluyor oluruz.
They felt many emotions on their wedding day.
- Düğün günlerinde çok duygular hissettiler.
Everyone has the right to rest and leisure, including reasonable limitation of working hours and periodic holidays with pay.
- Her şahsın dinlenmeye, eğlenmeye, bilhassa çalışma müddetinin makul surette sınırlandırılmasına ve muayyen devrelerde ücretli tatillere hakkı vardır.
Each person paid one thousand dollars.
- Her biri bin dolar ödedi.
Tom comes here every single day.
- Tom her tek günde buraya gelir.
Every single word you say is a lie.
- Söylediğin her söz bir yalan.
His story may sound false, but it is true for all that.
- Onun hikayesi düzmece görünebilir fakat her şeye rağmen gerçektir.
That dispute has been settled once and for all.
- O tartışma bir zamanlar karara bağlandı ve herkes için.
You may take either of the two books.
- İki kitaptan herhangi birini alabilirsin.
Either way will lead you to the station.
- Her iki yol da seni istasyona götürecektir.
Do you believe in extrasensory perception?
- Altıncı hisse inanıyor musun?
I wonder if I should trust my instincts.
- Hislerime güvenmem gerekip gerekmediğini merak ediyorum.
I will lend you whatever book you need.
- İhtiyacın olan her kitabı sana ödünç vereceğim.
You can eat whatever you like.
- Her ne istiyorsanız yiyebilirsiniz.
Whoever finds the bag must bring it here.
- Her kim çantayı bulursa onu buraya getirmelidir.
Give it to whoever wants it.
- Onu her kim isterse ona ver.
Tom couldn't help but feel sentimental.
- Tom duygusal hissetmekten kendini alamadı.