Neptün, güneş sisteminin sekizinci gezegenidir.
- Neptune is the eighth planet of the solar system.
Güneş enerjisinden bahsedelim.
- Let's talk about solar energy.
Şimdiye kadar, eyleminiz tamamen sebepsiz görünmektedir.
- So far, your action seems completely groundless.
Biz şimdiye kadar bunun üstesinden gelemedik.
- We haven't been able to handle this so far.
Her şeyi son yudumuna kadar iç, böylece içinde bir şey kalmaz.
- Drink everything up, so that nothing remains inside.
Kornaya bas böylece araba geçmemize izin verecek.
- Blow the horn so that car will let us pass.
Dolma kalemlere, defterlere ve buna benzer şeylere ihtiyacım var.
- I need pens, notebooks and so on.
Şu ana kadar kaç tane bilgisayarın oldu?
- How many computers have you had so far?
O, şu ana kadar oldukça mutlu.
- So far, he has been extremely happy.
O, jazdan hoşlanır, ve ben de.
- She likes jazz, and so do I.
Kız kardeşim kavun sever ve ben de.
- My sister likes melons and so do I.
Bildiğim kadarıyla, o iyi bir adam.
- He is, so far as I know, a good guy.
O, bildiğim kadarıyla, güvenilir bir arkadaştır.
- He is, so far as I know, a reliable friend.
Yaşadığım sürece, bir şey istemeyeceksin.
- So long as I live, you shall want for nothing.
Elinden geleni yaptığın sürece sana yardım edeceğim.
- I'll help you so long as you do your best.
Niçin bu kadar çok insan Kyoto'yu ziyaret ediyor?
- Why do so many people visit Kyoto?
Bu kadar çok dost yüzler görmekten mutluyum.
- I'm happy to see so many friendly faces.
Para için o kadar çok kaygılanma.
- Don't worry about money so much.
O kadar çok televizyon izlemeseydi, çalışmak için daha fazla zamanı olurdu.
- If he did not watch so much television, he would have more time for study.
Sizi çok güldürecek ne oldu?
- What happened to make you laugh so much?
Para için o kadar çok kaygılanma.
- Don't worry about money so much.
İnsanların hepsi küçük bir çocuk İmparator çıplak! deyinceye kadar aptal görünmemek için ona gerçeği söylemeden imparatorun giysilerini övdü.
- The people all praised the emperor's clothes without telling him the truth so as not to seem stupid, until a little boy said, The emperor is naked!
Sabahleyin bir koşuşturmadan kaçınmak için bugün biraz geç saatlere kadar çalışacağım.
- Today I'm working a little late so as to avoid a rush in the morning.
Sadece o kadar uzaklaşabilirsin.
- You can only go so far.
Evet, onu öptüm. Ne olmuş?
- Yes, I kissed him. So what?
Ben bir eşcinselsem ne olmuş? Bu bir suç mu?
- So what if I am gay? Is it a crime?
Başaramamışsa ne olmuş yani?
- If he fails, so what?
Biz yoğun trafikten kaçınmak amacıyla, Noel için evde kaldık.
- We stayed home for Christmas, so as to avoid heavy traffic.
İşitebilmek için önde oturdu.
- He sat in the front so as to be able to hear.
Randevuma geç kalmamak için otobüse bindim.
- I took a bus so as not to be late for my appointment.
İşitebilmek için önde oturdu.
- He sat in the front so as to be able to hear.
Trene zamanında yetişmek için acele etti.
- He hurried so as to be in time for the train.
Şimdiye dek harika bir hayat yaşadım.
- I've had a great life so far.
Altıdan sonra olmak şartıyla herhangi bir zamanda olur.
- Any time will do so long as it is after six.
O kadar çok sigara içmemeni tercih ederim.
- I'd rather you didn't smoke so much.
Para için o kadar çok kaygılanma.
- Don't worry about money so much.
O, adeta, sudan çıkmış balık gibi.
- He is, so to speak, a fish out of water.
O takdirde, öyle olsun.
- In that case, so be it.
insofar as (or that), to the extent that, to such an extent.
Buraya çok yakında varacağını düşünmedim.
- I didn't think you'd get here so soon.
Bu yüzden çok yakında geri geldim.
- That's why I came back so soon.
Hoşça kal ve tüm balıklar için teşekkürler!
- So long, and thanks for all the fish!
Şimdilik hoşça kal, sonra görüşürüz.
- So long, see you later.
Üç kişi, onlardan ikisi ölene kadar bir sırrı saklayabilir.
- Three people can keep a secret so long as two of them are dead.
Saçları yere ulaşacak kadar uzundu.
- Her hair was so long as to reach the floor.
Bu kadar gürültü yapmayın.
- Don't make so much noise.
Keşke bacağım bu kadar çok acımasa.
- I wish my leg didn't hurt so much.
Hasta yardım almanın ötesindeydi, onun için doktorlar daha fazlasını yapamadı.
- The patient was quite beyond help, so that the doctors could do no more.
Ek olarak yaşlılar birbirleriyle sosyalleşebilsin ve Amerikan hayatının aktif üyeleri olarak kalabilsinler diye birçok topluluk kurulmuştur.
- In addition many groups have been formed so that the elderly can socialize with one another and remain active participants in American life.
Herkes işitebilsin diye lütfen yüksek sesle oku.
- Please read it aloud so that everyone can hear.
Everest Dağı, tabiri caizse, dünyanın çatısıdır.
- Mount Everest is, so to speak, the roof of the world.
Tabiri câizse bu konuksever bir cümle.
- And that's a welcoming sentence, so to speak.
Neptün, güneş sisteminin sekizinci gezegenidir.
- Neptune is the eighth planet of the solar system.
Güneş sistemimize en yakın yıldız Proxima Centauri'dir.
- The nearest star to our solar system is Proxima Centauri.
You are responsible for this, is that not so?.
But if I had been more fit to be married, I might have made you more so too.
It’s not so bad.
I need a piece of cloth so long.
That is so not true!.
You park your car in front of my house every morning. So?.
So, there was this squirrel stuck in the chimney.
Is he so?.
Place the napkin on the table just so.
He wanted a book, so he went to the library.
Eat your broccoli so you can have dessert.
So be it, then. Born in throes, 't is fit that man should live in pains and die in pangs. So be it, then! Here's stout stuff for woe to work on. So be it, then.
How is your driving lessons? - So far, pretty good.
I don't mind if he stays there, so long as he cleans up after himself when he's done.
I am honored and humbled to stand here, where so many of America's leaders have come before me, and so many will follow.
But the fact of the matter is, there's only so many people we can take, it's time to take Canada over there.
There is only so much you can remember.
So much, he replied, sprinkling a small pile of the powder on the table.
Identical twins are so much alike, it is difficult to identify them.
There has been so much snow, I can't open the door.
Without so much as asking, he walked into the office and started digging through their files.
Well, I guess it'll never work. So much for that idea.
He seized his axe, which he had made very sharp, and as the leader of the wolves came on the Tin Woodman swung his arm and chopped the wolf's head from its body, so that it immediately died.
Well, well, I'll break your vase in return, so there.
I lost my old red shoes. - So what? Get a new pair.
I have nothing more to say to you, Tommy, and so much for that, Mary said angrily.
She writes with her left hand.
- O, sol eliyle yazı yazar.
He was injured in his left leg in the accident.
- O, kazada sol bacağından yaralandı.
Flowers soon fade when they have been cut.
- Çiçekler koparıldığında kısa sürede soldu.
Faded jeans are still in fashion.
- Soluk pantolonlar hâlâ modadır.
Tom is wearing a faded blue shirt.
- Tom soluk bir mavi gömlek giyiyor.
The cloth's very faded.
- Kumaşın rengi çok soluk.
The daffodils are starting to wilt.
- Nergisler solmaya başlıyor.
The flowers wilt without water.
- Çiçekler su olmadan solarlar.
The flowers in the vase were wilted.
- Vazodaki çiçekler soldu.
The flowers in his garden have withered.
- Bahçedeki çiçekler soldu.
The flowers have all withered.
- Çiçeklerin hepsi soldu.
The wardrobe stood to the left of the door.
- Gardırop kapının solunda duruyordu.
The computer is placed to the left of the women.
- Bilgisayar kadınların sol tarafına yerleştirildi.
I have some numbness in my left hand.
- Benim sol elimde biraz uyuşma var.
She writes with her left hand.
- O, sol eliyle yazı yazar.
He must be sick; he looks pale.
- O, hasta olmalı; solgun görünüyor.
Kate must be sick, for she looks pale.
- Kate hasta olmalı, çünkü solgun görünüyor.