Definition von silâhlı im Türkisch Englisch wörterbuch
- armed
The armed forces succeeded in occupying the entire territory.
- Silahlı kuvvetler bütün bölgeyi ele geçirmede başarılıydı.
This United Nations resolution calls for the withdrawal of Israel armed forces from territories occupied in the recent conflict.
- Bu Birleşmiş Milletler kararı İsrail'in silahlı güçlerinin son çatışmalarda işgal edilen bölgelerden çekilmesini istemektedir.
- in arms
- armor clad
- armed
Tom did time for armed robbery.
- Tom silahlı soygun için cezasını doldurdu.
The armed hijackers terrified the passengers.
- Silahlı hava korsanları yolcuları dehşete düşürdü.
- silâh
- weapon
China is working to modernize its weapons program.
- Çin, silah programını modernleştirmek için çalışıyor.
Weapons export was prohibited.
- Silah ihracatı yasaklandı.
- silâh
- gun
Guns don't kill people. People kill people.
- Silahlar insanları öldürmez. İnsanlar insanları öldürür.
The gunman was Jack Ruby.
- Silahlı adam Jack Ruby idi.
- Silahlı Kuvvetler Başkomutanı
- (Askeri) commander, Army forces
- Silahlı Kuvvetler Denizaşırı Bölgeler Personel Dinlenme Merkezi
- (Askeri) Armed Forces Professional Entertainment Overseas
- Silahlı Kuvvetler Kan Programı
- (Askeri) Armed Services Blood Program
- Silahlı Kuvvetler Kan Programı Ofisi
- (Askeri) Armed Services Blood Program Office
- Silahlı Kuvvetler Kurmay Akademisi; Birleşik Devletler Hava Kuvvetleri ihtisas k
- (Askeri) Armed Forces Staff College; United States Air Force specialty code
- Silahlı Kuvvetler Radyo ve Televizyon Hizmeti
- (Askeri) Armed Forces Radio and Television Service
- Silahlı Kuvvetler Radyobiyoloji Araştırma Enstitüsü
- (Askeri) Armed Forces Radiobiology Research Institute
- Silahlı Kuvvetler Sivil Personel Sağlık Hizmetleri Programı
- (Askeri) Civilian Health and Medical Program for the Uniformed Services
- Silahlı Kuvvetler Sıhhi Denetim Dairesi
- (Askeri) Office of the Armed Forces Medical Examiner
- Silahlı Kuvvetler Sıhhiye İstihbarat Merkezi
- (Askeri) Armed Forces Medical Intelligence Center
- Silahlı Kuvvetler Teşhis Adli Müşavirlik İnceleme Kurulu
- (Askeri) Armed Forces Identification Review Board
- Silahlı Kuvvetler Toplam Kan İşleme Laboratuarları
- (Askeri) Armed Services Whole Blood Processing Laboratories
- Silahlı Kuvvetler tıbbi muayene görevlisi
- (Askeri) Armed Forces medical examiner
- Silahlı Kuvvetler Üretim (Tedarik) Planlama Bürosu
- (Askeri) Armed Service Production Planning Office
- Silahlı Kuvvetler İmtihan ve Giriş Yeri
- (Askeri) Armed Forces Examining and Entrance Station
- Silahlı Çatışma Hukuku
- (Hukuk) Law of Armed Conflict
- silahlı haydut
- gunman
- silahlı kuvvetler
- the armed forces
- silahlı tarafsızlık
- armed neutrality
- silahlı çatışma
- (Hukuk) armed conflict
- silahlı çatışma bölgesi
- (Askeri) weapon engagement zone
- silahlı çatışma durumu
- (Askeri) weapon engagement status
- silâhlı adam
- rifleman
- silâhlı kimse
- gun
- silâhlı kuvvetler
- armament
- silâhlı kuvvetler
- armed forces
The armed forces occupied the entire territory.
- Silâhlı kuvvetler tüm bölgeyi işgâl etti.
Armed forces besieged the city.
- Silahlı kuvvetler şehri kuşattı.
- silâhlı kuvvetler
- the forces
- silâhlı soygun
- hold up
- silâhlı soygun
- armed robbery
Tom pleaded guilty to armed robbery.
- Tom, silahlı soygundan dolayı suçlu olduğunu itiraf etti.
Tom did time for armed robbery.
- Tom silahlı soygun için cezasını doldurdu.
- silâhlı soygun yapmak
- stick up
- silâhlı soyguncu
- gunman
- silâhlı soyguncu
- bandit
- silâhlı soyguncu
- gunsel
- silâhlı soyguncu
- gunslinger
- silâhlı soyguncu kadın
- gun moll
- silâh
- arm
We must consider the question of whether we can afford such huge sums for armaments.
- Böylesine büyük bir silahlanma için paramızın olup olmadığı sorusunu göz önüne almalıyız.
The export of arms was prohibited.
- Silah ihracatı yasaklandı.
- silâh
- arms
Americans have the right to bear arms.
- Amerikalılar silah taşıma hakkına sahiptir.
The troops had plenty of arms.
- Askerlerin bol miktarda silahları vardı.
- silah
- (Askeri) armour
- silah
- armor
- silah
- weaponry
Let there be an end to wars and weaponry.
- Savaşlara ve silahlara bir son verelim.
- silah
- weapon
He used his umbrella as a weapon.
- O, şemsiyesini bir silah olarak kullandı.
Barack Obama is aiming for an international ban on nuclear weapons, but is not against them in all wars.
- Barack Obama, nükleer silahlarla ilgili uluslararası bir yasaklamayı hedefliyor, fakat tüm savaşlarda onlara karşı değil.
- silah
- arming
People have started arming themselves.
- Millet silahlanmaya başladı.
- silah
- arm
Arms export was prohibited.
- Silah ihracatı yasaklandı.
Tom did time for armed robbery.
- Tom silahlı soygun için cezasını doldurdu.
- silah
- gunshots
- silah
- gun point
- Hava Kuvvetleri sözleşme takviye programı; Silahlı Kuvvetler sözleşme takviye pr
- (Askeri) Air Force contract augmentation program; Armed Forces contract augmentation program
- denizaltılara karşı silahlı savaş gemisi
- corvette
- gece silahlı, gündüz külahlı someone who is
- a Jekyll-and -Hyde sort of person
- gündüz külahlı, gece silahlı someone who is
- a Jekyll-and-Hyde sort of person
- silah
- weapon, arm
- silah
- firearm
Hand over your firearms.
- Silahlarınızı teslim edin.
The government has been reconsidering its firearms exportation.
- Hükümet ateşli silah ihracatını yeniden ele almaktadır.
- silah
- {i} hardware
- silâh
- gat
Tom held the hostages at gunpoint while Mary gathered the cash.
- Tom, Mary parayı toplarken rehineleri silahla tuttu.
- tepeden tırnağa silahlı
- armed to the teeth
- tepeden tırnağa silahlı
- armed from tip to toe
- tepeden tırnağa silahlı
- fully armed