Onları affet, zira onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar.
- Vergib ihnen, denn sie wissen nicht, was sie tun.
Ve o onları çok özlüyor.
- Und sie vermisst sie sehr.
Ben problemleri çözmeyi tercih ederim , sadece onlara rapor vermeyi değil.
- Ich ziehe es vor, eine Lösung für Probleme zu suchen und sie nicht nur anzuprangern.
Onları affet, zira onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar.
- Vergib ihnen, denn sie wissen nicht, was sie tun.
Sizden çöpünüzü ormana atmamanızı rica ediyoruz.
- Wir bitten Sie, Ihre Abfälle nicht in den Wald zu werfen.
Sizinle konuşabilir miyim?
- Kann ich Sie sprechen?
Sizinle otobüs durağında buluşabilirim.
- Ich kann Sie am Busbahnhof treffen.
Onlar ona toplu cinayet dediler.
- Sie bezeichneten es als Massenmord.
Siz birbirinize uygun değilsiniz dediler.
- Sie haben gesagt: „Wir passen nicht zusammen.“
Onlar sömürgecilikle ilgililer.
- They are related to colonization.
Onlar yüzme ile ilgililer.
- They're interested in swimming.
Onlar davetimizi reddetti.
- They declined our invitation.
Onlar iyi bir çifttir.
- They are a good couple.
Başardıkları her şey için onu ve Vali Palin'i tebrik ediyorum ve önümüzdeki aylarda bu milletin sözünü yenilemek için onlarla çalışmaya can atıyorum.
- I congratulate him and Governor Palin for all they have achieved, and I look forward to working with them to renew this nation's promise in the months ahead.
Kendine iyi bir adam buldun.
- You got yourself a nice guy.
Ne kadar sinsi olursan ol, asla kendine sürpriz yapamazsın.
- No matter how sneaky you are, you can never surprise yourself.
Kendinizi prezentabl yapın.
- Make yourself presentable.
Arada sırada kendinizi başkasının yerine koymak iyidir.
- It's good to put yourself in someone else's place now and then.
Onu kendin yapmalısın.
- You must do it yourself.
Onu kendin mi yaptın?
- Did you do it by yourself?
Sizden görevinizi yapmanızı isteyeceğim.
- I'm going to ask you to do your duty.
Tüm yapmanız gereken elinizden geleni yapmaktır.
- All you have to do is do your best.
Onu sakinleştirin, olur mu?
- Quiet him down, will you?
Bu konuda bana yardımcı olur musun?
- Will you help me with this?
İnsanların ne dediği umurumda değil.
- I don't care about what they say.
İnsanlar bazen yemeleri gerekenden daha fazla yemek isterler.
- People are sometimes tempted to eat more than they should.
Don't ask what they think. Ask what they do.
- Fragt nicht, was sie denken. Fragt, was sie tun.
They are too busy fighting against each other to care for common ideals.
- Sie sind zu sehr damit beschäftigt, sich gegenseitig zu bekämpfen, als dass sie sich gemeinsamen Idealen widmen könnten.
Do you have difficulty understanding what women or small children say to you?
- Haben Sie Schwierigkeiten zu verstehen, was Ihnen Frauen oder kleine Kinder sagen?
Do you have professional experience?
- Haben Sie Berufserfahrung?
Will you take us for a drive next Sunday?
- Nehmen Sie uns nächsten Sonntag zu einer Ausfahrt mit?
Will you listen to me for a few minutes?
- Wollen Sie mir ein paar Minuten zuhören?
Whatever I do, she says I can do better.
- Was auch immer ich tue, sie sagt, ich kann es besser.
She's faking sleep. That's why she's not snoring.
- Sie gibt nur vor zu schlafen, deswegen schnarcht sie nicht.
Das Unglaublichste an Wundern ist, dass sie geschehen.
- W cudach najbardziej niewiarygodnym jest to, że się zdarzają.
Ich wäre so gern schöner, würde gern mehr gefallen und beliebter sein, aber das ist nichts, was über Nacht geschehen kann.
- Tak bardzo chciałabym stać się piękniejszą, byłabym bardziej lubiana, lecz to nie jest coś, co może stać się w jedną noc.
Verkehrsunfälle passieren jeden Tag.
- Wypadki drogowe zdarzają się codziennie.
Ich weiß nicht, was passieren wird.
- Nie wiem co się wydarzy.