sad

listen to the pronunciation of sad
Englisch - Türkisch
hüzünlü

Hüzünlü şarkılar söylemeyi sevmez. - She doesn't like to sing sad songs.

Onun hüzünlü hikayesi kalbime dokundu. - His sad story touched my heart.

üzgün

Haberi duyduğumda çok üzgün hissettim. - I felt very sad when I heard the news.

Hiç kimse benim küçük kazama gülmedi ve herkes biraz üzgün görünüyordu. - No one laughed at my little accident and everyone seemed a little sad.

üzücü

Vedalar her zaman üzücüdür. - Goodbyes are always sad.

Sevilmemek üzücüdür fakat sevememek çok daha üzücüdür. - It is sad not to be loved, but it is much sadder not to be able to love.

üzüntülü

O, bana üzüntülü şekilde baktı. - She looked sadly at me.

Yaşlı adam üzüntülü bir şekilde güldü. - The old man laughed sadly.

{s} acılı

Acılı şarkıları dinlemek beni mutlu eder. - Listening to sad music makes me happy.

{s} mahzun
{s} kasvetli
{s} acı

Yaşlı adam acı bir şekilde gülmeye başladı. - The old man started to laugh sadly.

Film öyle acıklı idi ki herkes ağladı. - The movie was so sad that everybody cried.

{s} adam olmaz
{s} acıklı

Film öyle acıklı idi ki herkes ağladı. - The movie was so sad that everybody cried.

Çok acıklı bir durumla karşı karşıyayız. - We are faced with a very sad situation.

{s} çok kötü: a sad state of affairs çok kötü bir
{s} iflah olmaz
{s} hazin
gussalı
kederli

Senin aşkın olmadan hayatım çok kederli olurdu. - Without your love, my life would be very sad.

acınacak
(Psikoloji, Ruhbilim) (Seasonal Affective Disorder) Sonbahar sonlarında ve kışın ışık azlığından ortaya çıktığı düşünülen duygusal depresyon rahatsızlığı
{s} hamur olmuş
hüzün

O, hüzünle gülümseyerek konuşmaya başladı. - Smiling sadly, she began to talk.

Onun hüzünlü hikayesi kalbime dokundu. - His sad story touched my heart.

üzüntü

Chris, Beth'in değerli kol saatini bulamadığını duyduğunda üzüntüsünü gizleyemedi. - Chris could not conceal his sadness when he heard that Beth had been unable to find his valuable watch.

Tebessümün arkasında üzüntüsünü sakladı. - He hid his sadness behind a smile.

{s} kederli, üzgün: sad person kederli kimse
{s} koyu
hayırsız
esef edilecek
yetersiz
bedbaht
sadnesskeder
gamlı
{s} iç karartıcı

Sanırım hiç arkadaş olmaması iç karartıcı. - I think it's sad to have no friends.

Sanırım hiç arkadaşının olmaması iç karartıcıdır. - I think it's sad to not have any friends.

miskin
çok kötü
sadly kederle
{s} üzücü, acıklı: sad news üzücü haber
üzücü/üzgün
hüzünle

Hüzünlenmeyi seviyorum. Çoğu insanın üzücü duygudan kaçmaya çalıştığını biliyorum. Fakat sanırım bu yanlış. - I like to feel sad. I know that most people try to avoid any kind of sad feeling. But I think that is wrong.

Birdenbire çok hüzünlendim. - I suddenly became very sad.

keder verici
donuk
donuk (renk)
mutsuz olmak
sab
üzüldü
mahzum
hazık
üzgündü
matemli
sadness
üzüntü

Onun yüzünde kalan üzüntü işaretini gördüm. - I saw the mark of sadness that had remained on her face.

Tebessümün arkasında üzüntüsünü sakladı. - He hid his sadness behind a smile.

sadness
{i} hüzün

Onun yüzü öfkeden daha ziyade tiksinme ve hüzün yansıtıyor. - Her face reflects disgust and sadness, rather than anger.

Gözlerin hüzün doluydu. - Your eyes were full of sadness.

sadness
keder

Gözleri keder doluydu. - Their eyes were full of sadness.

Mutluluk ve keder sadece bir süre boyunca devam eder. - Happiness and sadness only last for a time.

sadness
üzgünlük
sad sack
miskin
sad and dispirited
üzgün ve moralsiz
sad but true
Acı ama gerçek
sad bread
içi hamur olmuş ekmek
sad pickle
zor durum
sadly
hüzünle

Tom hüzünle pencereden dışarıya baktı. - Tom stared sadly out the window.

O, hüzünle gülümseyerek konuşmaya başladı. - Smiling sadly, she began to talk.

be sad
mutsuz olmak
be sad
üzgün olmak
sadder
daha üzgün
sadness
teessüf
to be sad
mutsuz olmak
make sad
hüzün ver
saddest
en kederli
sadly
üzüntüyle
sadly
ne yazık ki

Ne yazık ki yanılmıştır. - He is sadly mistaken.

Ne yazık ki birçok Japon öldü. - Sadly, many Japanese people died.

sadness
neşesizlik
sadness
gam
cheerful; joyous; not sad; happy
neşeli, sevinçli, hüzünlü değil, mutlu
depressed, melancholic, sad
Melankolik, hüzünlü bunalımlı
expressive of sorrow or melancholy; mournful; sad
üzüntünün ya da melankoli ifade, kederli, hüzünlü
saddest
üzücü

Hikayenin en üzücü kısmı söylenilmek için kalır. - The saddest part of the story remains to be told.

sorrowful tone, soft and sad tone
hüzünlü sesi, yumuşak ve hüzünlü sesi
be in a sad pickle
perişan halde olmak
be in a sad pickle
zor durumda olmak
be sad
hüzünlü olmak
in a sad case
kötü halde
in a sad case
müşkül vaziyette
it is not worth for being sad
üzülmeye değmez
sadly
maalesef/üzüntüyle
sadly
acı bir şekilde

Yaşlı adam acı bir şekilde gülmeye başladı. - The old man started to laugh sadly.

sadly
çok

Ne yazık ki, ben çok iyi bir dansçı değilim. - Sadly, I'm not a very good dancer.

sadly
son derece
sadly
üzüntülü bir şekilde

Yaşlı adam üzüntülü bir şekilde güldü. - The old man laughed sadly.

Türkisch - Türkisch
(Osmanlı Dönemi) Bakır
(Osmanlı Dönemi) Devenin başında olan bir hastalık
(Osmanlı Dönemi) Toprağa ağnayan horoz
Uğur getiren, uğurlu sayılan şey
Aksu'da denieln göz perdesi
SAD SURESİ
(Osmanlı Dönemi) Kur'an-ı Kerim'de 38. Suredir. Dâvud Suresi de denir. Mekkîdir
SAD'
(Osmanlı Dönemi) Beyân ve meyl etmek, açıklamak
SAD'
(Osmanlı Dönemi) Yarılmak, yarmak
SAD'
(Osmanlı Dönemi) Kesmek, kat'etmek
SAD'
(Osmanlı Dönemi) Göstermek. İzhar etmek
Sad 10
(Kuran) Yahut, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların hükümranlığı onların elinde midir? Öyle ise sebeplere tevessül edip göğe yükselsinler!
Sad 11
(Kuran) Onlar burada takım takım bozguna uğramış perişan bir ordudur
Sad 14
(Kuran) Hepsi peygamberleri yalanladı da azabımı hakettiler. *
Sad 15
(Kuran) Bunlar da ancak, bir an gecikmesi olmayan tek bir çığlık beklemektedirler
Sad 16
(Kuran) Onlar ise "Rabbimiz! Bizim payımızı hesap gününden önce ver" derler
Sad 17
(Kuran) Onların söylediklerine sabret; güçlü kulumuz Davud'u an; o, daima Allah'a yönelirdi
Sad 20
(Kuran) Onun hükümranlığını kuvvetlendirmiştik. Ona hikmet ve kesin hüküm selahiyeti vermiştik
Sad 23
(Kuran) Bu kardeşimin doksan dokuz dişi koyunu, benim de bir tek dişi koyunum vardır; O'nu da bana ver dedi ve tartışmada beni yendi
Sad 24
(Kuran) [S] Davud: "And olsun ki, senin dişi koyununu kendi dişi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlıkta bulunmuştur. Doğrusu ortakçıların çoğu birbirlerinin haklarına tecavüz ederler. İnanıp yararlı iş işleyenler bunun dışındadır kı sayıları da ne kadar azdır!" demişti. Davud, kendisini denediğimizi sanmıştı da, Rabbinden mağfiret dileyerek eğilip secdeye kapanmış, tevbe etmiş Allah'a yönelmişti
Sad 25
(Kuran) Böylece onu bağışlamıştık. Katımızda onun yakınlığı ve güzel bir geleceği vardır
Sad 26
(Kuran) Ey Davud! Seni şüphesiz yeryüzünde hükümran kıldık, o halde insanlar arasında adaletle hükmet, hevese uyma yoksa seni Allah'ın yolundan saptırır. Doğrusu, Allah'ın yolundan sapanlara, onlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin azap vardır. *
Sad 27
(Kuran) Göğü, yeri ve ikisinin arasında bulunanları boşuna yaratmadık. Bunun boşuna olduğu, inkar edenlerin sanısıdır. Vay ateşe uğrayacak inkarcıların haline!
Sad 28
(Kuran) Yoksa, inanıp yararlı iş işleyenleri, yeryüzünde, bozguncular gibi mi tutarız? Yoksa, Allah'a karşı gelmekten sakınanları yoldan çıkanlar gibi mi tutarız?
Sad 29
(Kuran) Sana indirdiğimiz bu Kitap mübarektir; ayetlerini düşünsünler, aklı olanlar da öğüt alsınlar
Sad 3
(Kuran) Onlardan önce nice nesilleri yok ettik. Feryat ediyorlardı; oysa artık kurtulma zamanı değildi
Sad 30
(Kuran) Davud'a Süleyman'ı bahşettik; o ne güzel bir kuldu! Doğrusu o daima Allah'a yönelirdi
Sad 31
(Kuran) Ona bir akşam üstü, çalımlı, cins koşu atları sunulmuştu
Sad 34
(Kuran) And olsun ki Süleyman'ı denedik, hükümranlığını zayıf düşürdük; sonra eski haline döndü
Sad 35
(Kuran) Süleyman: "Rabbim! Beni bağışla, bana benden sonra kimsenin ulaşamıyacağı bir hükümranlık ver; Sen şüphesiz, daima bağışta bulanansın" dedi
Sad 39
(Kuran) İşte Bizim bağışımız budur; ister ver, ister tut, hesapsızdır. dedik
Sad 40
(Kuran) Doğrusu onun katımızda yakınlığı ve güzel bir istikbali vardır.*
Sad 41
(Kuran) Kulumuz Eyyub'u da an; Rabbine: "Doğrusu şeytan bana yorgunluk ve azap verdi" diye seslenmişti
Sad 42
(Kuran) Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su dedik
Sad 43
(Kuran) Katımızdan bir rahmet ve akıl sahiplerine bir öğüt olmak üzere, ona tekrar aile ve geçmiş olanlarla bir mislini daha vermiştik
Sad 44
(Kuran) Ey Eyyub! Eline bir demet sap alıp onunla vur, yeminini bozma demiştik. Doğrusu Biz onu sabırlı bulmuştuk. Ne iyi kuldu, daima Allah'a yönelirdi
Sad 45
(Kuran) Güçlü ve anlayışlı olan kullarımız İbrahim, İshak ve Yakub'u da an
Sad 46
(Kuran) Biz onları ahiret yurdunu düşünen, içten bağlı kimseler kıldık
Sad 47
(Kuran) Doğrusu onlar katımızda seçkin, iyi kimselerdendirler
Sad 48
(Kuran) İsmail'i, Elyesa'ı, Zülkifl'i de an. Hepsi iyilerdendir
Sad 49
(Kuran) İşte bu güzel bir anmadır. Doğrusu Allah'a karşı gelmekten sakınanlara güzel bir gelecek vardır
Sad 50
(Kuran) Kapıları onlara açılmış Adn cennetleri vardır
Sad 51
(Kuran) Orada tahtlara yaslanmış olarak türlü meyveler ve içecekler isterler
Sad 52
(Kuran) Yanlarında, gözlerini eşlerine dikmiş yaşıt güzeller vardır
Sad 53
(Kuran) İşte bu hesap günü için, size söz verilenlerdir
Sad 54
(Kuran) Doğrusu, verdiğimiz bu rızıklar tükenecek değildir
Sad 55
(Kuran) Bu böyle; ama azgınlara kötü bir gelecek vardır
Sad 56
(Kuran) Cehenneme girerler; ne kötü bir konaktır!
Sad 57
(Kuran) İşte bu kaynar su ve irindir, artık onu tatsınlar
Sad 58
(Kuran) Bunlara benzer daha başkaları da vardır
Sad 59
(Kuran) İnkarcıların ileri gelenlerine: "İşte bu topluluk sizinle beraber gerçeğe karşı direnenlerdir. Onlar rahat yüzü görmesin. Behemehal ateşe gireceklerdir" denir
Sad 60
(Kuran) Toplulukta bulunanlar ise: "Hayır, asıl siz rahat yüzü görmeyin; bunu başımıza getiren sizsiniz; ne kötü bir duraktır!" derler
Sad 61
(Kuran) Rabbimiz! bunu kim başımıza getirdiyse, ateşte onun azabını kat kat artır derler
Sad 62
(Kuran) Şöyle derler: "Kendilerini dünyada iken kötü saydığımız kimseleri burada niçin görmüyoruz?
Sad 63
(Kuran) Onları alaya alırdık; yoksa şimdi gözlere görünmezler mi?
Sad 64
(Kuran) İşte cehennemliklerin bu şekilde tartışması gerçektir.*
Sad 65
(Kuran) De ki: "Ben sadece bir uyarıcıym. Gücü her şeye yeten tek Allah'tan başka tanrı yoktur
Sad 66
(Kuran) Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi, güçlüdür, çok bağışlayandır
Sad 69
(Kuran) Onlar tartışırlarken Melei Ala'daki bu olanlar hakkında bir bilgim yoktu
Sad 70
(Kuran) Bana sadece vahyolunuyor; doğrusu ben ancak apaçık bir uyarıcıyım
Sad 75
(Kuran) Allah: " Ey İblis Kudretimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Böbürlendin mi? Yoksa gururlananlardan mısın?" dedi
Sad 76
(Kuran) İblis: "Ben ondan daha üstünüm. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın" dedi
Sad 79
(Kuran) Rabbim! Dirilecekleri güne kadar beni ertele dedi
Sad 86
(Kuran) De ki: "Buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Kendiliğimden bir şey iddia eden kimselerden de değilim
Sad 87
(Kuran) Bu Kuran, ancak dünyalar için bir öğüttür
Sad 88
(Kuran) Onun verdiği haberin doğruluğunu bir zaman sonra öğreneceksiniz.*
Sad 9
(Kuran) Yoksa, güçlü ve çok ihsan sahibi olan Rabbinin rahmet hazineleri onların yanında mıdır?
sad planı
Sakarya Muharebesinden sonra düşmanı izmir ulaşım hattından ayırıp kuzeye atma amacını güden, ismet inönü tarafından hazırlanmış fakat yeterli kaynak olmadığı için ertelenmiş taarruz tasarısı
MÜ'SAD
(Osmanlı Dönemi) Bağlanmış ve berkitilmiş nesne
Englisch - Englisch
standard American diet
seasonal affective disorder
Dignified, serious, grave

Vprose Sir Guyon, in bright armour clad, / And to his purposd iourney him prepar'd: / With him the Palmer eke in habit sad, / Him selfe addrest to that aduenture hard .

soggy (to refer to pastries)
Feeling sorrow; sorrowful, mournful

She gets sad when he's away.

Steadfast, valiant

And thus they strekyn forth into the stremys, many sadde hunderthes.

Poor in quality, bad; shameful, deplorable; later, regrettable, poor

That's the saddest-looking pickup truck I've ever seen.

Sated, having had one's fill; satisfied, weary
Causing sorrow; lamentable

It's a sad fact that most rapes go unreported.

Appearing sorrowful

The puppy had a sad little face.

Unfashionable; socially inadequate or undesirable

I can't believe you use drugs; you're so sad!.

Affected with grief or unhappiness; cast down with affliction; downcast; gloomy; mournful
{a} sorrowful, dull, heavy, wretched, vile
Seasonal Affective Disorder: Depression associated with late autumn and winter and thought to be caused by a lack of light
Sad stories and sad news make you feel sad. I received the sad news that he had been killed in a motor-cycle accident
If you are sad, you feel unhappy, usually because something has happened that you do not like. The relationship had been important to me and its loss left me feeling sad and empty I'm sad that Julie's marriage is on the verge of splitting up I'd grown fond of our little house and felt sad to leave it I'm sad about my toys getting burned in the fire. happy + sadly sad·ly Judy said sadly, `He has abandoned me.' + sadness sad·ness It is with a mixture of sadness and joy that I say farewell. happiness
SAD is an abbreviation for seasonal affective disorder
A sad event or situation is unfortunate or undesirable. It's a sad truth that children are the biggest victims of passive smoking. + sadly sad·ly Sadly, bamboo plants die after flowering
disapproval If you describe someone as sad, you do not have any respect for them and think their behaviour or ideas are ridiculous. sad old bikers and youngsters who think that Jim Morrison is God. = pathetic. seasonal affective disorder. the abbreviation of seasonal affective disorder
bad; unfortunate; "my finances were in a deplorable state"; "a lamentable decision"; "her clothes were in sad shape"; "a sorry state of affairs"
Hence, bad; naughty; troublesome; wicked
of things that make you feel sad; "sad news"; "she doesn't like sad movies"; "it was a very sad story"; "When I am dead, my dearest, / Sing no sad songs for me"- Christina Rossetti
Trustworthy, serious, grave
Heavy; weighty; ponderous; close; hard
WHY Y ROSE @>-----
Poor in quality, bad
Site Allocation Documentation
Dum'veloenglish | adronato
tris
To make sorrowful; to sadden
C Southern African Development Community see SAR
{s} unhappy, morose, full of grief; distressing, depressing; sorrowful, gloomy; regrettable, rueful
Sated, having had ones fill; satisfied, weary
Static Airbag Deployment Test Stand
Dull; grave; dark; somber; said of colors
Safety Assessment Document
Solar Array Drive
serious
Serious; grave; sober; steadfast; not light or frivolous
experiencing or showing sorrow or unhappiness; "feeling sad because his dog had died"; "Better by far that you should forget and smile / Than that you should remember and be sad"- Christina Rossetti
single anomalous dispersion The "native" crystal contains some atoms which scatter anomalously, and these differences are used in a similar way to the SIR treatment
Afflictive; calamitous; causing sorrow; as, a sad accident; a sad misfortune
tr>
Sated; satisfied; weary; tired
heavyhearted
downhearted
triste
sad ass
One who has unfashionable interests or obsessions

What a sad ass.

sad asses
plural form of sad ass
sad sack
A perennial victim of misfortune
sad sack
An incompetent or inept person
sad sacks
plural form of sad sack
sad to say
Sadly, unfortunately

Sad to say, I can’t remember anything else about him. Only that voice, whispering in my ear.

sad-eyed
Having a sad facial expression

With your mercury mouth in the missionary times, / And your eyes like smoke and your prayers like rhymes, / And your silver cross, and your voice like chimes, / Oh, who among them do they think could bury you? / With your pockets well protected at last, / And your streetcar visions which you place on the grass, / And your flesh like silk, and your face like glass, / Who among them do they think could carry you? / Sad-eyed lady of the lowlands, / Where the sad-eyed prophet says that no man comes, / My warehouse eyes, my Arabian drums, / Should I leave them by your gate, / Or, sad-eyed lady, should I wait?.

sad-iron
To use a sadiron
sad-iron
To press with a sadiron
Sad Zaghlul
born July 1857, Ibynah, Egypt died Aug. 23, 1927, Cairo Egyptian statesman. He initially cooperated with the British occupation of Egypt, but his attitude changed on his election to the Legislative Assembly in 1912. Britain declared martial law, established a protectorate, and dissolved the assembly during World War I (1914-18), after which he led a delegation (Arabic: wafd) that demanded recognition as the people's representatives and called for abolition of the British protectorate. When these requests were turned down, widespread disorder broke out that was not quelled even when Zaghll, who had been deported to Malta, was brought back and was elected prime minister at the head of the Wafd party in 1924. He resigned after a year of violent unrest but later served as president of the Chamber of Deputies, where he was able to exercise some control over his more extreme followers
sad clown
person who appears happy on the outside but is really sad inside
sad face
facial expression indicating unhappiness, unhappy face
sad iron
flatiron with two pointed ends and a detachable handle
sad melody
unhappy tune
sad news
unhappy message, sorrowful knowledge
sad sack
An extremely inept or clumsy person
sad sack
(Informal) incompetent person (usually a soldier); person who makes mistakes due to incompetence
sad thoughts
unhappy thoughts that cause melancholy
sad tidings
unhappy news, sad news
sad voice
gloomy voice, mournful voice
sad-looking
appearing unhappy, having a sad expression
Novi Sad
The administrative and largest city of the Serbian province of Vojvodina
sadly
Unfortunately, sad to say

Sadly, the two were never to meet again.

sadly
Deeply, completely

and there he founde a bed, and layde hym therein, and felle on slepe sadly.

sadly
In a sad manner; sorrowfully
sadness
The state or emotion of being sad
sadness
An event in one's life that causes sadness

She has experienced many sadnesses in her forty years.

too bad, so sad
An expression of mock sympathy

Parents will have to be told what they need and then informed that, too bad, so sad, the needed service will not be developed until their child is too old for it anyway.

sadly
{a} sorrowfully, miserably, badly, ill
sadness
{n} sorrow, heaviness, dejection
Novi Sad
Hungarian Úvidék City (pop., 2000 est.: 179,626), Serbia, Serbia and Montenegro. The administrative capital of the autonomous region of the Vojvodina, it is a transit port on the Danube River, northwest of Belgrade. Founded in the 17th century, it was part of Hungary until the formation of Yugoslavia in 1918. The city is an ethnically diverse agricultural centre; its economy suffered badly during the 1990s Balkan upheavals
being sad
being filled with sadness, being ill-tempered, being gloomy, being full of sorrow, feeling sorry for something; getting a shape, crystallization
feel sad
be depressed, feel unhappy
looked sad
seemed morose, had a gloomy expression on his face
make one sad
cause sadness
sadder
Same as Sadda
sadder
comparative of sad
saddest
superlative of sad
sadly
Wearily; heavily; firmly
sadly
in an unfortunate way; "sadly he died before he could see his grandchild"
sadly
with sadness; in a sad manner; "`She died last night,' he said sadly"
sadly
In a sad manner
sadly
in an unfortunate way; "sadly he died before he could see his grandchild" with sadness; in a sad manner; "`She died last night,' he said sadly
sadly
in an unfortunate or deplorable manner; "he was sadly neglected"; "it was woefully inadequate"
sadly
Grievously; deeply; sorrowfully; miserably
sadly
unhappily, despondently, morosely; regretfully, unfortunately
sadly
seriously
sadly
Seriously; soberly; gravely
sadly
with sadness; in a sad manner; "`She died last night,' he said sadly
sadness
the state of feeling sad = unhappiness great/deep sadness
sadness
Seriousness; gravity; discretion
sadness
emotions experienced when not in a state of well-being
sadness
emotions experienced when not in a state of well-being the state of being sad; "she tired of his perpetual sadness
sadness
the state of being sad; "she tired of his perpetual sadness"
sadness
An event in ones life that causes sadness
sadness
Heaviness; firmness
sadness
Quality of being sad, or unhappy; gloominess; sorrowfulness; dejection
sadness
seriousness
sadness
{i} unhappiness, despondency; regretfulness, state of being filled with grief
weep on sad fate
cry over one's destiny
Türkisch - Englisch

Definition von sad im Türkisch Englisch wörterbuch

sad suresi
sad period of
sad
Favoriten