Hüzünlü şarkılar söylemeyi sevmez.
- She doesn't like to sing sad songs.
Onun hüzünlü hikayesi kalbime dokundu.
- His sad story touched my heart.
Haberi duyduğumda çok üzgün hissettim.
- I felt very sad when I heard the news.
Hiç kimse benim küçük kazama gülmedi ve herkes biraz üzgün görünüyordu.
- No one laughed at my little accident and everyone seemed a little sad.
Vedalar her zaman üzücüdür.
- Goodbyes are always sad.
Sevilmemek üzücüdür fakat sevememek çok daha üzücüdür.
- It is sad not to be loved, but it is much sadder not to be able to love.
O, bana üzüntülü şekilde baktı.
- She looked sadly at me.
Yaşlı adam üzüntülü bir şekilde güldü.
- The old man laughed sadly.
Acılı şarkıları dinlemek beni mutlu eder.
- Listening to sad music makes me happy.
Yaşlı adam acı bir şekilde gülmeye başladı.
- The old man started to laugh sadly.
Film öyle acıklı idi ki herkes ağladı.
- The movie was so sad that everybody cried.
Film öyle acıklı idi ki herkes ağladı.
- The movie was so sad that everybody cried.
Çok acıklı bir durumla karşı karşıyayız.
- We are faced with a very sad situation.
Senin aşkın olmadan hayatım çok kederli olurdu.
- Without your love, my life would be very sad.
O, hüzünle gülümseyerek konuşmaya başladı.
- Smiling sadly, she began to talk.
Onun hüzünlü hikayesi kalbime dokundu.
- His sad story touched my heart.
Chris, Beth'in değerli kol saatini bulamadığını duyduğunda üzüntüsünü gizleyemedi.
- Chris could not conceal his sadness when he heard that Beth had been unable to find his valuable watch.
Tebessümün arkasında üzüntüsünü sakladı.
- He hid his sadness behind a smile.
Sanırım hiç arkadaş olmaması iç karartıcı.
- I think it's sad to have no friends.
Sanırım hiç arkadaşının olmaması iç karartıcıdır.
- I think it's sad to not have any friends.
Hüzünlenmeyi seviyorum. Çoğu insanın üzücü duygudan kaçmaya çalıştığını biliyorum. Fakat sanırım bu yanlış.
- I like to feel sad. I know that most people try to avoid any kind of sad feeling. But I think that is wrong.
Birdenbire çok hüzünlendim.
- I suddenly became very sad.
Onun yüzünde kalan üzüntü işaretini gördüm.
- I saw the mark of sadness that had remained on her face.
Tebessümün arkasında üzüntüsünü sakladı.
- He hid his sadness behind a smile.
Onun yüzü öfkeden daha ziyade tiksinme ve hüzün yansıtıyor.
- Her face reflects disgust and sadness, rather than anger.
Gözlerin hüzün doluydu.
- Your eyes were full of sadness.
Gözleri keder doluydu.
- Their eyes were full of sadness.
Mutluluk ve keder sadece bir süre boyunca devam eder.
- Happiness and sadness only last for a time.
Tom hüzünle pencereden dışarıya baktı.
- Tom stared sadly out the window.
O, hüzünle gülümseyerek konuşmaya başladı.
- Smiling sadly, she began to talk.
Ne yazık ki yanılmıştır.
- He is sadly mistaken.
Ne yazık ki birçok Japon öldü.
- Sadly, many Japanese people died.
Hikayenin en üzücü kısmı söylenilmek için kalır.
- The saddest part of the story remains to be told.
Yaşlı adam acı bir şekilde gülmeye başladı.
- The old man started to laugh sadly.
Ne yazık ki, ben çok iyi bir dansçı değilim.
- Sadly, I'm not a very good dancer.
Yaşlı adam üzüntülü bir şekilde güldü.
- The old man laughed sadly.
Vprose Sir Guyon, in bright armour clad, / And to his purposd iourney him prepar'd: / With him the Palmer eke in habit sad, / Him selfe addrest to that aduenture hard .
She gets sad when he's away.
And thus they strekyn forth into the stremys, many sadde hunderthes.
That's the saddest-looking pickup truck I've ever seen.
It's a sad fact that most rapes go unreported.
The puppy had a sad little face.
I can't believe you use drugs; you're so sad!.
What a sad ass.
Sad to say, I can’t remember anything else about him. Only that voice, whispering in my ear.
With your mercury mouth in the missionary times, / And your eyes like smoke and your prayers like rhymes, / And your silver cross, and your voice like chimes, / Oh, who among them do they think could bury you? / With your pockets well protected at last, / And your streetcar visions which you place on the grass, / And your flesh like silk, and your face like glass, / Who among them do they think could carry you? / Sad-eyed lady of the lowlands, / Where the sad-eyed prophet says that no man comes, / My warehouse eyes, my Arabian drums, / Should I leave them by your gate, / Or, sad-eyed lady, should I wait?.
Sadly, the two were never to meet again.
and there he founde a bed, and layde hym therein, and felle on slepe sadly.
She has experienced many sadnesses in her forty years.
Parents will have to be told what they need and then informed that, too bad, so sad, the needed service will not be developed until their child is too old for it anyway.
... kind of sad we have all these computers out there and ...
... Dark matter, invisible matter, holding the galaxies apart? And that's a very sad story ...