sağlar

listen to the pronunciation of sağlar
Türkisch - Englisch
allows for
provides for
enables

The property left him by his father enables him to live in comfort. - Babası tarafından ona bırakılan servet onun rahat bir şekilde yaşamasını sağlar.

His salary enables him to live in comfort. - Maaşı onun konfor içinde yaşamasını sağlar.

allows

This programme allows you to stay informed. - Bu program sizin bilgili kalmanızı sağlar.

A true democracy allows free speech. - Gerçek demokrasi ücretsiz konuşma sağlar.

sağ
right

Did the error occur right from the start or later on? - When? - Hata baştan sağda mı yoksa sonradan mı meydana geldi? - Ne zaman?

I order you to turn right. - Sana sağa dönmeni emrediyorum

sağ
alive

Is the snake alive or dead? - Yılan sağ mı yoksa ölü mü?

The doctors thought he was dead, but today he is still alive and healthy, and has a job and a family. - Doktorlar onun öldüğünü düşünmüştü ama o bugün hâlâ hayatta ve sağlıklı ve bir işi ve bir ailesi var.

sağla
provide

I am able to provide food and clothes for my family. - Ben ailem için yiyecek ve giyecekler sağlayabilirim.

Young as he is, he has a large family to provide for. - O,genç olduğu için,geçimini sağlayacak büyük bir aileye sahip.

sağ
abate
sağ
(Otomotiv) direction indicator
sağ
(Politika, Siyaset) the right

The rightmost lane is now under construction. - En sağdaki şerit yapım aşamasındadır.

In America cars drive on the right side of the road. - Amerika'da arabalar yolun sağ tarafını kullanırlar.

sağ
pure

The air by the sea is pure and healthy. - Deniz havası saf ve sağlıklıdır.

sağ
living

What does Tom do for a living? - Tom geçimini neyle sağlar?

He makes a living as a salesman. - Bir satıcı olarak geçimini sağlıyor.

sağ
able-bodied
sağ
dexter
sağla
made available to
sağla
enable to be
sağla
{f} enabling
sağla
{f} stand by
sağla
{f} supply

Can you supply me with everything I need? - İhtiyacım olan her şeyi bana sağlayabilir misin?

Can you supply me with all I need? - Bütün ihtiyaç duyduklarımı bana sağlayabilir misin?

sağla
provide for

I have a large family to provide for. - Geçimini sağlayacak büyük bir ailem var.

He is unable to provide for his family. - O, ailesinin geçimini sağlayamaz.

sağla
make available to
sağla
{f} provided

She provided for her old age. - Onun yaşlılığında geçimini sağladı.

She provided the traveler with food and clothing. - O, yolcuya yiyecek ve giyecek sağladı.

sağla
employ

The company provides health care and life insurance benefits for all of its employees. - Şirket tüm çalışanları için sağlık bakımı ve hayat sigortası avantajları sağlar.

Japanese companies generally provide their employees with uniforms. - Japon şirketleri genellikle çalışanlarına üniforma sağlar.

sağla
provide with
sağla
enable to
sağla
lay on
sağla
supply with
sağla
{f} supplying

They were accused of supplying arms to terrorists. - Onlar teröristlere silah sağlamakla suçlandılar.

sağ
right, (someone, something) who/which is on the right-hand side, dexter
sağ
right, the right-hand side
sağ
right hand

Tom is left-handed, but he writes with his right hand. - Tom solaktır, ancak sağ eliyle yazar.

Tom has something in his right hand. - Tom'un sağ elinde bir şeyi var.

sağ
alive; sound, healthy; unadulterated, unmixed, pure katkısız
sağ
right wing

I have a right wing neighbor. - Sağ görüşlü bir komşum var.

sağ
offside
sağ
right in

He turned to the right instead of turning to the left. - O, sola dönme yerine sağa döndü.

Sami fired right into Layla's head. - Sami, Leyla'nın kafasının sağına doğru ateş etti.

sağlarlar
provide that
sağ
pol. rightist, right-wing
sağ
pol. right wing
sağ
hoof
sağ
whole

All people shall have the right to maintain the minimum standards of wholesome and cultured living. - Tüm insanlar sağlıklı ve kültürlü yaşam minimum standartlarını koruma hakkına sahip olacaktır.

I don't think it's very healthy to cut out whole groups of foods like fats. - Yağlar gibi komple bir yiyecek grubunu kesmeyi çok sağlıklı bulmuyorum.

sağla
supplies

The river supplies cities and villages with water. - Nehir şehirlere ve köylere su sağlar.

The cow supplies us with milk. - İnek bize süt sağlamaktadır.

sağla
procure
sağla
providewith
sağla
enable

The coffee enabled me to stay awake during the dull concert. - Sıkıcı bir konser sırasında, kahve benim uyanık kalmamı sağladı.

The property left him by his father enables him to live in comfort. - Babası tarafından ona bırakılan servet onun rahat bir şekilde yaşamasını sağlar.

sağla
providefor
sağla
enableto
sağla
layon
sağlar
Favoriten