The teacher was worried by Tom's frequent absences from class.
- Öğretmen Tom'un sık sık derse gelmemesinden endişe duyuyordu.
Fiona's letters were becoming less and less frequent.
- Fiona'nın mektupları gittikçe daha az sıklıkta oluyordu.
The man was hiding in a dense forest.
- Adam sık bir ormanda saklanıyordu.
She often eats breakfast there.
- O, kahvaltısını sık sık orada yer.
He often eats breakfast there.
- O, kahvaltısını sıklıkla orada yer.
This is one of Tatoeba's most closely guarded secrets.
- Bu, Tatoeba'nın en sıkı korunan sırlarından biridir.
This is one of Boston's most closely guarded secrets.
- Bu, Boston’un en sıkı korunan sırlarından biridir.
She tried to squeeze the juice from the orange.
- O, portakalın suyunu sıkmaya çalıştı.
She squeezed a lemon for tea.
- O, çay için bir limon sıktı.
It's an embarrassing question.
- O, can sıkıcı bir soru.
It's something really embarrassing.
- Bu gerçekten sıkıcı bir şey.
You can't shake someone's hand with a clenched fist.
- Sıkılmış bir yumrukla kimsenin elini sıkamazsın.
Tom's hands were tightly clenched into fists.
- Tom'un elleri sıkıca yumruk haline getirildi.
Tom has a trash compactor.
- Tom'un bir çöp sıkıştırıcısı var.
The silence is oppressive.
- Sessizlik can sıkıcıdır.
The forest was thick and impenetrable.
- Orman sık ve aşılmazdı.
The snow began to fall so thickly that the little boy could not see his own hand.
- Kar o kadar sık düşmeye başladı ki küçük çocuk kendi elini göremedi.
The snow began to fall so thickly that the little boy could not see his own hand.
- Kar o kadar sık düşmeye başladı ki küçük çocuk kendi elini göremedi.
Tom is frequently late for school.
- Tom sık sık okula geç kalır.
Tom frequently goes to Boston.
- Tom sık sık Boston'a gider.
She closed the door tightly behind her.
- O, onun arkasından kapıyı sıkıca kapattı.
Tom closed his eyes tightly and endured the pain.
- Tom gözlerini sık biçimde kapattı ve acıya dayandı.