Earthquakes frequently hit Japan.
- Depremler sıklıkla Japonya'yı vurur.
How frequently do you fart?
- Ne sıklıkla osurursun?
My boss called me down for frequent absence from work.
- Patronum sık sık işe gelmediğim için beni azarladı.
Because she was out of the country, she used Skype frequently.
- O, ülke dışında olduğu için sık sık Skype kullandı.
The man was hiding in a dense forest.
- Adam sık bir ormanda saklanıyordu.
He often eats breakfast there.
- O, kahvaltısını sıklıkla orada yer.
I often play tennis after school.
- Okuldan sonra sıklıkla tenis oynarım.
This is one of Tatoeba's most closely guarded secrets.
- Bu, Tatoeba'nın en sıkı korunan sırlarından biridir.
This is one of Boston's most closely guarded secrets.
- Bu, Boston’un en sıkı korunan sırlarından biridir.
She tried to squeeze the juice from the orange.
- O, portakalın suyunu sıkmaya çalıştı.
Tom squeezed Mary's hand.
- Tom Mary'nin elini sıktı.
It's an embarrassing question.
- O, can sıkıcı bir soru.
I never do anything embarrassing.
- Asla can sıkıcı bir şey yapmam.
Tom clenched his fists.
- Tom yumruklarını sıktı.
Tom clenched his fists angrily.
- Tom yumruklarını öfkeyle sıktı.
Tom has a trash compactor.
- Tom'un bir çöp sıkıştırıcısı var.
The silence is oppressive.
- Sessizlik can sıkıcıdır.
The forest was thick and impenetrable.
- Orman sık ve aşılmazdı.
The snow began to fall so thickly that the little boy could not see his own hand.
- Kar o kadar sık düşmeye başladı ki küçük çocuk kendi elini göremedi.
The snow began to fall so thickly that the little boy could not see his own hand.
- Kar o kadar sık düşmeye başladı ki küçük çocuk kendi elini göremedi.
Because she was out of the country, she used Skype frequently.
- O, ülke dışında olduğu için sık sık Skype kullandı.
She was frequently late for school.
- O sık sık okula geç kalırdı.
Tom closed his eyes tightly and endured the pain.
- Tom gözlerini sık biçimde kapattı ve acıya dayandı.
The closet door is stuck.
- Dolap kapısı sıkıştı.