sıkarak

listen to the pronunciation of sıkarak
Türkisch - Englisch
constricting
hindering freedom of movement; "tight garments are uncomfortably binding"
present participle of constrict
(of circumstances) tending to constrict freedom
sık
{s} frequent

Fiona's letters were becoming less and less frequent. - Fiona'nın mektupları gittikçe daha az sıklıkta oluyordu.

My boss called me down for frequent absence from work. - Patronum sık sık işe gelmediğim için beni azarladı.

sıkarak acıtmak
give smth. a wring
sıkarak çıkarmak
squeeze out
sık
{s} dense

The man was hiding in a dense forest. - Adam sık bir ormanda saklanıyordu.

sık
often

I often play tennis after school. - Okuldan sonra sıklıkla tenis oynarım.

I often play tennis after school. - Okuldan sonra sık sık tenis oynarım.

sık
closely

This is one of Boston's most closely guarded secrets. - Bu, Boston’un en sıkı korunan sırlarından biridir.

This is one of Tatoeba's most closely guarded secrets. - Bu, Tatoeba'nın en sıkı korunan sırlarından biridir.

sık
close-timbered
sık
squeeze

She squeezed a lemon for tea. - O, çay için bir limon sıktı.

I squeezed the juice out of the oranges. - Portakalların suyunu sıktım.

sık
continual
sık
clasp
sık
embarrass

I never do anything embarrassing. - Asla can sıkıcı bir şey yapmam.

It's an embarrassing question. - O, can sıkıcı bir soru.

sık
clench

You can't shake someone's hand with a clenched fist. - Sıkılmış bir yumrukla kimsenin elini sıkamazsın.

Tom clenched his fists. - Tom yumruklarını sıktı.

sık
compact

Tom has a trash compactor. - Tom'un bir çöp sıkıştırıcısı var.

sık
oppress

The silence is oppressive. - Sessizlik can sıkıcıdır.

sık
serried
sık
{f} oppressed
sık
{f} constricting
sık
constrict
sık
{s} thick

The snow began to fall so thickly that the little boy could not see his own hand. - Kar o kadar sık düşmeye başladı ki küçük çocuk kendi elini göremedi.

The forest was thick and impenetrable. - Orman sık ve aşılmazdı.

sık
frequently as
boğazını sıkarak boğma
garotte
boğazını sıkarak öldürme
garrote
boğazını sıkarak öldürme
garrotte
boğazını sıkarak öldürmek
garrote
boğazını sıkarak öldürmek
garrotte
kemer sıkarak
parsimoniously
sık
thickly

The snow began to fall so thickly that the little boy could not see his own hand. - Kar o kadar sık düşmeye başladı ki küçük çocuk kendi elini göremedi.

sık
(placing things) close together
sık
close (weave, knit)
sık
dense, thick; frequent; closely; frequently
sık
frequently

Tom frequently waits until the last minute to pay his bills. - Tom faturasını ödemek için sıkı sık son dakikaya kadar bekler.

Tom is frequently late for school. - Tom sık sık okula geç kalır.

sık
placed or spaced close together; dense, thick
sık
(weaving, knitting) closely
sık
close

Tom closed his eyes tightly. - Tom gözlerini sıkıca kapattı.

Tom's family is close-knit and loving. - Tom'un ailesi sıkı fıkı ve sevgi doludur.

sık
constricted
Türkisch - Türkisch

Definition von sıkarak im Türkisch Türkisch wörterbuch

Sık
(Osmanlı Dönemi) TİZ
sık
Mısırlar yetişirken aralarından sökülen fazla mısırlar
sık
Kısa zaman aralıklarıyla, az aralıklarla
sık
Çok bulunan, çok rastlanan
sık
Benzerleri veya parçaları arasında çok az aralık bulunan, seyrek karşıtı. Çok bulunan, çok rastlanan
sık
Aralıksız olarak, aralarında az aralık bırakarak
sık
Benzerleri veya parçaları arasında çok az aralık bulunan, seyrek karşıtı