sıkıntıda

listen to the pronunciation of sıkıntıda
Türkisch - Englisch
stranded
in a tight spot
hard up
in a bad fix
sıkıntı
distress

The news distressed her. - Haber onu sıkıntıya soktu.

Famine caused great distress among the people. - Açlık insanlar arasında büyük sıkıntıya neden oldu.

sıkıntı
nuisance

Sinus infection is a nuisance to most people. - Sinüs enfeksiyonu çoğu insan için bir sıkıntıdır.

Tom is a real nuisance. - Tom gerçek bir sıkıntı.

sıkıntı
{i} boredom

Boredom is the beginning of all vices. - Sıkıntı tüm kötülüklerin başlangıcıdır.

Boredom is his worst enemy. - Can sıkıntısı onun en kötü düşmanı.

sıkıntı
bother

I'm sorry to have bothered you. - Seni sıkıntıya soktuğum için üzgünüm.

Stop bothering my wife. - Karıma sıkıntı vermeyi kesin.

sıkıntıda olan
stringent
sıkıntıda olmak
to be in straits
sıkıntıda olmak
be in a jam
sıkıntıda olmak
famish
sıkıntıda olmak
1. to be worried or distressed. 2. to be financially straitened
sıkıntı
trouble

I could tell at a glance that she was in trouble. - Bakar bakmaz bir sıkıntısı olduğunu anlamıştım.

We'll have troubles for sure. - Kesinlikle sıkıntılarımız olacak.

sıkıntı
embarrassment
sıkıntı
discomfort, hardship, difficulty, adversity; trouble, inconvenience; boredom; annoyance, worry; depression; straits, shortage, distress
sıkıntı
{i} fret
sıkıntı
{i} tribulation
sıkıntı
{i} discomfort
Sıkıntı
(Tıp) hebetude
sıkıntı
{i} gloominess
sıkıntı
{i} weight
sıkıntı
{i} fear
sıkıntı
burden
sıkıntı
troubled

Tom was genuinely troubled. - Tom gerçekten sıkıntılıydı.

Mary has a troubled past. - Mary'nin sıkıntılı bir geçmişi var.

sıkıntı
labor
sıkıntı
pressure

The pressures of supporting a big family are beginning to catch up with him. - Büyük bir aileyi geçindirmenin sıkıntıları onunla arayı kapatmak için başlıyor.

sıkıntı
discommodity
sıkıntı
stress
sıkıntı
shortage

The bad harvest caused massive food shortages. - Kötü hasat büyük gıda sıkıntısına neden oldu.

Because of the water shortage, I couldn't take a bath. - Su sıkıntısı nedeniyle, banyo yapamadım.

sıkıntı
dolefulness
sıkıntı
agitate
sıkıntı
uneasiness
sıkıntı
heebie-jeebies
sıkıntı
depression
sıkıntı
dullness
sıkıntı
oppression
sıkıntı
hardship

He is really dull to hardship. - O, sıkıntıya karşı gerçekten duyarsız.

He put up with the greatest hardship that no one could imagine. - O, kimsenin hayal edemeyeceği en büyük sıkıntıya katlandı.

sıkıntı
onerousness
sıkıntı
adversity

We've had a lot of adversity. - Çok sıkıntımız vardı.

Adversity is the best school. - Sıkıntı en iyi okuldur.

sıkıntı
inconvenience

The convenience store robbery was a great inconvenience to me. - Mağaza soygunculuğu benim için büyük bir sıkıntı oldu.

Not having a telephone is an inconvenience. - Telefonsuzluk sıkıntılı bir durum.

sıkıntı
penury
sıkıntı
knock
sıkıntı
worry

There is no need to worry about shortages for the moment. - Sıkıntılar hakkında şu an endişelenmenize gerek yoktur.

sıkıntı
gloom

Why are you so gloomy? - Neden bu kadar sıkıntılısın?

sıkıntı
grievance
sıkıntı
affliction
sıkıntı
straits

She was in dire straits, but made a virtue out of necessity. - O çok sıkıntıdaydı ama mecbur olduğu işi isteyerek yaptı.

If she continues to live with a man she doesn't love for his money, the day will come when she will despair and be in dire straits. - O parası için sevmediği bir adamla yaşamaya devam ederse, onun umudunu keseceği ve müthiş sıkıntıda olacağı gün gelecektir.

sıkıntı
malaise
sıkıntı
harassment
sıkıntı
want

I don't want to cause you any trouble. - Sana herhangi bir sıkıntı vermek istemiyorum.

Sami didn't want to get Layla in trouble. - Sami, Leyla'yı sıkıntıya sokmak istemedi.

sıkıntı
incubus
sıkıntı
{i} load
sıkıntı
jut
müthiş sıkıntıda
in dire straits
müthiş sıkıntıda
in straits
sıkıntı
annoyance

Tom tried to hide his annoyance. - Tom sıkıntısını gizlemeye çalıştı.

I can understand Tom's annoyance. - Tom'un sıkıntısını anlayabiliyorum.

sıkıntı
toils
sıkıntı
financial difficulties, financial straits
sıkıntı
agitation
sıkıntı
the megrims
sıkıntı
willies
sıkıntı
doldrums
sıkıntı
difficulty

Are you in any difficulty? - Herhangi bir sıkıntı içinde misin?

If you have any difficulty, ask me for help. - Eğer herhangi bir sıkıntın olursa, benden yardım iste.

sıkıntı
distress, trouble, difficulty; annoyance, worry; depression; boredom
sıkıntı
bore

Autistic children don't know what boredom is. - Otistik çocuklar can sıkıntısının ne olduğunu bilmezler.

To be honest, his talks are always a bore. - Dürüst olmak gerekirse, onun konuşmaları her zaman bir sıkıntı.

sıkıntı
draft
sıkıntı
anxiety
sıkıntı
megrims
sıkıntı
botheration
sıkıntı
dire straits

If she continues to live with a man she doesn't love for his money, the day will come when she will despair and be in dire straits. - O parası için sevmediği bir adamla yaşamaya devam ederse, onun umudunu keseceği ve müthiş sıkıntıda olacağı gün gelecektir.

She was in dire straits, but made a virtue out of necessity. - O çok sıkıntıdaydı ama mecbur olduğu işi isteyerek yaptı.

sıkıntı
heebie jeebies

That gives me the heebie jeebies. - O bana aşırı sıkıntı veriyor.

sıkıntı
{i} rigor
sıkıntı
{i} vexation
sıkıntı
{i} tedium
sıkıntı
{i} stringency
sıkıntı
{i} infliction
sıkıntı
{i} rigour
sıkıntı
plummet
sıkıntı
{i} toil
sıkıntı
{i} pill
sıkıntı
care
sıkıntı
{i} grayness
sıkıntı
{i} greyness
sıkıntı
mope
sıkıntı
{i} groan
sıkıntı
constraint
sıkıntı
{i} famine

Famine caused great distress among the people. - Açlık insanlar arasında büyük sıkıntıya neden oldu.

War has produced famine throughout history. - Savaş, tarih boyunca sıkıntı üretti.

sıkıntı
{i} strait

She was in dire straits, but made a virtue out of necessity. - O çok sıkıntıdaydı ama mecbur olduğu işi isteyerek yaptı.

If she continues to live with a man she doesn't love for his money, the day will come when she will despair and be in dire straits. - O parası için sevmediği bir adamla yaşamaya devam ederse, onun umudunu keseceği ve müthiş sıkıntıda olacağı gün gelecektir.

sıkıntı
{i} mopes
sıkıntı
{i} pip
sıkıntı
{i} rock

There's no shortage of rocks. - Hiçbir kaya sıkıntısı yok.

sıkıntı
{i} scrape
Türkisch - Türkisch
(Osmanlı Dönemi) PADERGİL
Sıkıntı
bun
Sıkıntı
boğuntu
Sıkıntı
sıklet
Sıkıntı
(Osmanlı Dönemi) HUSBAN
Sıkıntı
(Osmanlı Dönemi) SAHTİ
sıkıntı
Yokluk ve parasızlığın yol açtığı geçim darlığı: "İhtiyarın bir para sıkıntısı içinde olduğunu o söylemeden ben keşfetmiştim."- S. F. Abasıyanık
sıkıntı
Darlık, yokluk: "Bu kış yine, kok kömürü sıkıntısı baş gösterecekmiş."- H. Taner
sıkıntı
Sorun, problem, mesele
sıkıntı
İşsizlik, tekdüzelik, bezginlik gibi sebeplerden doğan ruhsal yorgunluk: "İçinin sıkıntısını mümkün mertebe gizlemeye çalışarak, dereden tepeden konuşarak oyalandı."- P. Safa
sıkıntı
Yokluk ve parasızlığın yol açtığı geçim darlığı
sıkıntı
Bir bozukluğun, karışıklığın sebep olduğu etkili ve sürekli yorgunluk, meşakkat, mihnet
sıkıntı
İşsizlik, tekdüzelik, bezginlik gibi sebeplerden doğan ruhî yorgunluk
sıkıntı
Bir bozukluğun, karışıklığın sebep olduğu etkili ve sürekli yorgunluk, meşakkat, mihnet: "Sıkıntı ve ıstırapla sağa sola döndüm."- A. Gündüz
sıkıntı
Darlık, yokluk
sıkıntı
Sorun, problem, mesele: "Atatürk öldüğü zaman Türkiye'nin ufak tefek sıkıntılar dışında hiçbir büyük problemi yoktu."- B. Felek
sıkıntıda
Favoriten