The news distressed her.
- Haber onu sıkıntıya soktu.
Tom looks distressed.
- Tom sıkıntılı görünüyor.
I hate to be a nuisance.
- Ben bir sıkıntı olmaktan nefret ederim.
Sinus infection is a nuisance to most people.
- Sinüs enfeksiyonu çoğu insan için bir sıkıntıdır.
Boredom is the beginning of all vices.
- Sıkıntı tüm kötülüklerin başlangıcıdır.
Boredom is a huge problem.
- Can sıkıntısı çok büyük bir sorundur.
Stop bothering my friend.
- Arkadaşıma sıkıntı vermeyi kesin.
I'm sorry to be such a bother.
- Böyle bir sıkıntı olduğum için üzgünüm.
What is most troublesome is the corruption of the best.
- En sıkıntılı olan en iyinin yozlaşmasıdır.
Don't give me any more trouble.
- Bana daha fazla sıkıntı verme.
Tom doesn't look troubled at all.
- Tom hiç sıkıntılı görünmüyor.
Mary has a troubled past.
- Mary'nin sıkıntılı bir geçmişi var.
The pressures of supporting a big family are beginning to catch up with him.
- Büyük bir aileyi geçindirmenin sıkıntıları onunla arayı kapatmak için başlıyor.
This city will suffer from an acute water shortage unless it rains soon.
- Bu şehir, yağmur yağmazsa yakında şiddetli bir su sıkıntısı yaşayacaktır.
The bad harvest caused massive food shortages.
- Kötü hasat büyük gıda sıkıntısına neden oldu.
I can understand Tom's annoyance.
- Tom'un sıkıntısını anlayabiliyorum.
Tom tried to hide his annoyance.
- Tom sıkıntısını gizlemeye çalıştı.
When I was in England, I had great difficulty trouble in speaking English.
- Ben İngiltere'deyken İngilizce konuşmakta büyük sıkıntı yaşadım.
Are you in any difficulty?
- Herhangi bir sıkıntı içinde misin?
She was in dire straits, but made a virtue out of necessity.
- O çok sıkıntıdaydı ama mecbur olduğu işi isteyerek yaptı.
If she continues to live with a man she doesn't love for his money, the day will come when she will despair and be in dire straits.
- O parası için sevmediği bir adamla yaşamaya devam ederse, onun umudunu keseceği ve müthiş sıkıntıda olacağı gün gelecektir.
To be honest, his talks are always a bore.
- Dürüst olmak gerekirse, onun konuşmaları her zaman bir sıkıntı.
Autistic children don't know what boredom is.
- Otistik çocuklar can sıkıntısının ne olduğunu bilmezler.
Why are you so gloomy?
- Neden bu kadar sıkıntılısın?
We've had a lot of adversity.
- Çok sıkıntımız vardı.
Despite adversity, the architect achieved worldwide fame.
- Sıkıntıya rağmen, mimar dünya çapında üne ulaştı.
If she continues to live with a man she doesn't love for his money, the day will come when she will despair and be in dire straits.
- O parası için sevmediği bir adamla yaşamaya devam ederse, onun umudunu keseceği ve müthiş sıkıntıda olacağı gün gelecektir.
She was in dire straits, but made a virtue out of necessity.
- O çok sıkıntıdaydı ama mecbur olduğu işi isteyerek yaptı.
That gives me the heebie jeebies.
- O bana aşırı sıkıntı veriyor.
He put up with the greatest hardship that no one could imagine.
- O, kimsenin hayal edemeyeceği en büyük sıkıntıya katlandı.
He is really dull to hardship.
- O, sıkıntıya karşı gerçekten duyarsız.
Not having a telephone is an inconvenience.
- Telefonsuzluk sıkıntılı bir durum.
The convenience store robbery was a great inconvenience to me.
- Mağaza soygunculuğu benim için büyük bir sıkıntı oldu.
There is no need to worry about shortages for the moment.
- Sıkıntılar hakkında şu an endişelenmenize gerek yoktur.
I don't want to cause you any trouble.
- Sana herhangi bir sıkıntı vermek istemiyorum.
I don't want to put you to any trouble.
- Seni sıkıntıya sokmak istemiyorum.
The patient suffers from hallucinations.
- Hasta halüsinasyonlardan sıkıntı çekiyor.
I suffered from my mortgage loan.
- Mortgage borcumdan dolayı sıkıntı çektim.
If she continues to live with a man she doesn't love for his money, the day will come when she will despair and be in dire straits.
- O parası için sevmediği bir adamla yaşamaya devam ederse, onun umudunu keseceği ve müthiş sıkıntıda olacağı gün gelecektir.