Definition von söz im Türkisch Englisch wörterbuch
- statement
I could not believe his statement.
- Ben onun sözüne inanamadım.
I'm going to ascertain the truth of his statement.
- Onun sözünün aslını araştıracağım.
- word
The dictionary contains about half a million words.
- Sözlük, yaklaşık yarım milyon kelime içeriyor.
He didn't believe Ben's words.
- O, Ben'in sözlerine inanmadı.
- promise
He promised to meet him at the coffee shop.
- Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
Your stomach won't be full from promises.
- Miden sözlerden dolu olmayacaktır.
- upon my word
- expression
I'll look up the expression in the dictionary.
- Ben ifadeye sözlükte bakacağım.
- gossip
- asseverate
- rumour
- commitment
Unfortunately, I had another commitment.
- Ne yazık ki başka sözüm vardı.
I'm sorry, I already have another commitment.
- Üzgünüm, benim zaten başka bir sözüm var.
- dixit
- (Dilbilim) parole
- fluent
- wording
- say
I have nothing more to say about him.
- Onun hakkında söyleyecek daha fazla sözüm yok.
I have to check and see what the contract says.
- Sözleşmenin ne dediğini kontrol etmek ve görmek zorundayım.
- engagement
I'm sorry, but I have a prior engagement.
- Üzgünüm, fakat önceden verilmiş sözüm var.
The media got wind of a rumor about his engagement and came quickly.
- Medyanın onun sözleşmesi ile ilgili bir söylenti rüzgarı vardı ve hızlı geldi.
- assurance
- term
Few people take the trouble to read all the terms and conditions of a contract before signing it.
- Çok az insan, imzalamadan önce bir sözleşmenin bütün şartlarını ve koşullarını okuma zahmetine katlanır.
The term hutong, originally meaning water well, came from the Mongolian language about 700 years ago.
- Orijinalde su kuyusu anlamına gelen hutong sözcüğü, Moğol dilinden yaklaşık 700 yıl önce gelmiştir.
- talk
Many things are easy to talk about, but difficult to actually carry out.
- Pek çok şey sözde kolaydır, fakat gerçekleştirmesi aslında zordur.
Don't interrupt me while I am talking.
- Konuşurken sözümü kesme.
- voice
- sentence
Tom really likes this sentence.
- Tom bu sözü gerçekten seviyor.
But that's not the whole picture. Tatoeba is not just an open, collaborative, multilingual dictionary of sentences. It's part of an ecosystem that we want to build.
- Ama bütün resim bu değil. Tatoeba sadece açık, işbirlikçi, çok dilli cümleler sözlüğü değildir. O, yapmak istediğimiz bir ekosistemin parçasıdır.
- word, remark; speech, talk; saying; rumour, gossip; promise, assurance, commitment; engagement
- committal
- (Hukuk) pledge
The pledge to stop smoking cigarettes ranks among the top ten New Year's resolutions year after year.
- Sigarayı bırakma sözü her yıl ilk on Yeni Yıl kararı arasında yer alıyor.
I give my pledge that I will quit smoking.
- Sigara içmeyi bırakacağıma söz veriyorum.
- faith
You must be faithful to your word.
- Sözüne sadık olmalısın.
- plight
- verbalism
- spiel
- vocable
- saying
As the saying goes: Speech is silver, silence is gold.
- Atasözünde dendiği gibi; söz gümüşse, sükut altındır.
Tom left without saying a word.
- Tom bir söz söylemeden ayrıldı.
- remark, utterance; expression; statement; word
- wordy
- rumor
The media got wind of a rumor about his engagement and came quickly.
- Medyanın onun sözleşmesi ile ilgili bir söylenti rüzgarı vardı ve hızlı geldi.
- iron
- foregoing
- remark
His remark was really out of line.
- Onun sözü gerçekten uygunsuzdu.
That kind of remark does not befit you.
- O tür sözler size yakışmıyor.
- asseveration
- undertaking
- spoken of
- mentions
Nobody mentions my country.
- Hiç kimse ülkemden söz etmiyor.
Mary becomes angry when Tom mentions her weight.
- Mary, Tom onun ağırlığından söz ettiği zaman sinirlenir.
- {f} contracting
- discourse
- söz vermek
- promise
They had to promise to obey the laws of Mexico.
- Meksika yasalarına uymak için söz vermek zorunda kaldılar.
It is one thing to promise, and another to perform.
- Söz vermek bir şeydir, ve diğeri yerine getirmektir.
- son söz
- final say
Unfortunately, Tom isn't the one who has the final say on this.
- Ne yazık ki, Tom bununla ilgili son sözü söyleyen kişi değil.
Tom said you have the final say.
- Tom senin son söze sahip olduğunu söyledi.
- söz dinler
- {s} tractable
- son söz
- last word
Charlie decided to cross out the last word.
- Charlie, son sözü iptal etmeye karar verdi.
Tom is irritating because he always has to have the last word in any argument.
- Tom bir tartışmada her zaman son söze sahip olduğu için sinir bozucudur.
- söz konusu
- in question
The person in question is now staying in the Unites States.
- Söz konusu kişi şu anda ABD'de kalıyor.
Tom told the police that Mary had eaten at the restaurant in question before she died.
- Tom polise Mary'nin ölmeden önce söz konusu restoranda yemek yediğini söyledi.
- söz konusu
- said
The management said that a wage increase was out of the question.
- Yönetim, ücret artışının söz konusu olmadığını söyledi.
Tom said it was out of the question.
- Tom bunun söz konusu olmadığını söyledi.
- söz vermek
- make a commitment
- söz etmek
- to talk about, to mention
- söz vermek
- pledge
- söz vermek
- make a promise
- söz almak
- (deyim) take the floor
- söz edimi
- speech-act
- söz edimi
- (Dilbilim) speech act
- söz etme
- reference
- söz etmek
- note
- söz etmek
- talk
Do you want to talk about what Tom did?
- Tom'un yaptığı şeyden söz etmek istiyor musun?
- söz etmek
- treat of
- söz etmek
- notice
- söz etmek
- discuss
I don't want to discuss my problems.
- Sorunlarımdan söz etmek istemiyorum.
- söz etmek
- (Politika, Siyaset) refer to
- söz eylem
- speech-act
- söz hakkı
- right to speak
- söz hakkı
- voice
- söz kesmek
- betroth
- söz kesmek
- plight
- söz kesmek
- affiance
- söz konusu
- the point in question
- söz konusu
- on the nail
- söz konusu
- being talked about
- söz konusu değil
- there is no question
- söz konusu olamaz
- out of question
- söz konusu olmak
- be discussed
- söz konusu olmak
- (Kanun) be in question
- söz konusu olmamak
- be out
- söz sanatı
- rhetoric
- söz söylemek
- comment
- söz verme
- promising
- söz vermek
- vow
- söz vermek
- give a promise
- söz vermek
- give somebody one's word
- söz vermek
- make a commitment to
- söz vermek
- affirm
- söz vermek
- commit oneself to
- söz vermek
- take an oath
- söz vermek
- estipulate
- söz vermek
- commit
- Söz gümüşse sükut altındır
- (Atasözü) Speech is silver, but silence is gold
- söz alma
- take that
- söz almak
- to mention
- söz dalaşı
- battle of words
- söz dağarcığı
- Vocabulary
- söz dinlememe
- not listen
- söz hakkı
- Hearing
- söz kesme
- that cutting
- söz konusu
- Subject, question, topic
- söz sahibi olmak
- Have a right to say
- söz varlığı
- lexicology
- söz veriyorum
- I promise
- söz vermek
- give the floor to someone
I now give the floor to our Dean - Şimdi sözü Dekanımıza veriyorum.
- söz yazarı
- songwriter
- söz almak
- a) to begin to speak b) to obtain a promise
- söz almak
- 1. to start to talk (after obtaining permission). 2. to get a promise out of (someone)
- söz altında kalmamak
- to be quick to retort
- söz altında kalmamak
- to give as good as one gets (in an argument)
- söz anlamak
- to be reasonable
- söz anlamak
- to understand what one is told and act on it
- söz anlamaz
- (someone) who refuses to understand what's told him, who won't listen to reason
- söz anlayan beri gelsin
- (Konuşma Dili) None of you understand me
- söz aramızda
- between you and me
- söz aramızda
- Between you and me./Don't tell anyone else
- söz arasında
- in the course of the conversation
- söz atmak
- 1. to make a rude remark about (someone) within his hearing. 2. to make an improper innuendo or suggestion to (a woman), proposition
- söz ayağa düşmek
- for a matter to be talked about by people who have no right to do so
- söz açmak
- to bring (something) up in conversation
- söz açmak
- open up
- söz ağzından dirhemle çıkmak
- to be very taciturn, be very sparing in one's speech
- söz bir etmek
- to unite with others (against someone or something)
- söz bir, Allah bir
- You can rely on me completely; I am a man of my word
- söz birliği etmek
- (for people) to agree beforehand as to what they will say or do; to agree to tell the same story or act in the same way
- söz dinleme
- obedience
- söz dinlemek
- to listen to advice, to obey
- söz dinlemek
- obey
- söz dinlemek
- to heed what one is told, follow advice
- söz dinlememek
- disobey
- söz dinlememek
- to disobey
- söz dinlememek
- recalcitrate
- söz dinlemez
- recalcitrant
- söz dinlemez
- hard nosed
- söz dinlemez
- willful
- söz dinlemez
- unteachable
- söz dinlemez
- disobedient
- söz dinlemezlik
- recalcitrance
- söz dinlemezlik
- disobedience
- söz dinler
- obedient
- söz dinlerlik
- tameness
- söz düellosu
- swordplay
- söz düellosu
- wordy warfare
- söz düellosu
- battle of words
- söz düşmemek
- to have no right to voice an opinion
- söz ebesi
- 1. garrulous, talkative. 2. quick at repartee
- söz ehli eloquent
- (person)
- söz eri
- 1. eloquent (person). 2. (someone) who knows how to talk people into doing what he wants
- söz etmek
- speak of
- söz etmek
- mention
Nobody wanted to mention my country.
- Kimse ülkemden söz etmek istemedi.
I'll have to mention this to Tom.
- Bundan Tom'a söz etmek zorunda kalacağım.
- söz etmek
- talk about
Do you want to talk about what Tom did?
- Tom'un yaptığı şeyden söz etmek istiyor musun?
- söz etmek
- to talk about (someone, something)
- söz gelmek
- to be the object of criticism, be criticized
- söz getirmek
- to cause unfavorable comments to be made about
- söz geçirmek
- to make oneself listened to
- söz geçirmek
- make oneself listened to
- söz geçirmek
- to make (someone) do what one says
- söz geçirmek
- influence
- söz götürmez
- beyond doubt, indisputable
- söz gümüşse sükût altındır
- (Atasözü) Speech is silver, but silence is golden
- söz hakkı
- (mahkemede) right of audience
- söz hakkı almak
- gain a hearing
- söz hakkı tanımak
- recognize
- söz hakkı vermek
- give smb. a hearing
- söz istemek
- to ask for permission to speak, to ask to speak
- söz işitmek
- to get a dressing down
- söz işitmek
- to be told off
- söz kaldırmamak
- to be quick to retort to a slighting or insulting remark
- söz kavafı garrulous
- (someone) who's a chatterbox
- söz kesen
- heckler
- söz kesme
- betrothal
- söz kesmek
- to agree to give in marriage
- söz kesmek
- (for the bride's family) to agree to give (their daughter) in marriage
- söz konusu
- topic
- söz konusu
- 1. person or thing being talked of. 2. (person, thing) being talked of, under consideration
- söz konusu
- subject
- söz konusu
- question
A trip to America is out of the question.
- Amerika'ya bir yolculuk söz konusu değil.
His proposal is out of the question.
- Onun önerisi, söz konusu değil.
- söz konusu değil
- out of question
- söz konusu değil
- not applicable
- söz konusu değişiklik
- respective alteration
- söz konusu edilemez
- (Konuşma Dili) beside the mark
- söz konusu edilemez
- (Konuşma Dili) beside the point
- söz konusu etmek
- drag
- söz konusu etmek
- to discuss
- söz konusu mesele
- point at issue
- söz konusu olamaz
- out of the question
- söz konusu olan
- at issue
- söz konusu olan sorun
- the case in point
- söz konusu olmak
- be on the carpet
- söz konusu yapmak
- drag in
- söz konusu şey
- matter for discussion
- söz olmak
- the subject of gossip
- söz olmak
- to be the subject of gossip
- söz olmak
- be the subject of gossip
- söz sahibi
- arbiter
- söz söyleme
- speech
- söz söylemek
- speak
- söz tutma
- keeping one's word
- söz uzunluğu
- prolixity
- söz verdiği şeyi yaptırmak
- keep smb. to one's promise
- söz veren kimse
- promisor
- söz verilen kimse
- promisee
- söz verilen şey
- jam tomorrow
- söz verilmemiş
- uncovenanted
- söz vermek
- covenant
- söz vermek
- impawn
- söz vermek
- give an undertaking
- söz vermek
- engage
- söz vermek
- undertake
- söz vermek
- assure
- söz vermek
- give one's word
- söz vermek
- pledge one's word
- söz vermek
- take the pledge
- söz vermek
- plight
- söz vermek
- guarantee
- söz vermek
- to promise, to give a promise, to make a promise, to give sb one's word
- söz vermemiş
- uncovenanted
- söz vermesi üzerine
- on parole
- söz yapım
- (Dilbilim) coinage
- söz yazım
- (Dilbilim) ideography
- söz yazım
- (Dilbilim) kymograph
- söz yöneltmek
- to address
- söz çözümleme
- speech analysis
- söz çıkmak
- for a piece of news to be going around/be bruited about
- söz verme
- shall