Definition von ruling im Englisch Türkisch wörterbuch
- iktidardaki: ruling party iktidar partisi
- {s} geçerli
- en başta gelen
- (Sigorta,Ticaret) özelge
- (Kanun) iktidardaki
- yargı kararı
- yöneterek
- yönetme
- resmi karar
- yargı
Karısının ikinci kuzeni Yahudi yargı meclisinin üyesiydi.
- His wife's second cousin was a member of the Jewish ruling council.
- en güçlü
- en büyük
- en önemli
- {i} yöneten
Yöneten seçkinlerin zulmüne karşı direnin.
- Fight back against the oppression of the ruling elite.
- {f} yönet
Yöneten seçkinlerin zulmüne karşı direnin.
- Fight back against the oppression of the ruling elite.
- hüküm
- başlıca
- {s} egemen
Egemen sınıf yetkilerinden vazgeçmez.
- The ruling class will not surrender its power.
- {i} idare
- {s} belli başlı
- {i} mahkeme kararı
- rule çiz/hüküm ver/yönet
- cetvelle çizilmiş çizgi
- {i} cetvelle çizme
- {s} cari
- i., huk. (hâkimin verdiği) karar. s
- {i} yönetim
- {i} çizgi (cetvelle)
- {s} hakim olan
- rule
- kural
Trafik kurallarına uymalıyız.
- We should obey the traffic rules.
Trafik kurallarına uymalıyız.
- We should observe our traffic rules.
- rule
- hükmetmek
- ruling class
- (Politika, Siyaset) üst sınıf
- ruling party
- iktidar partisi
- ruling pen
- tirlin
- ruling pen
- çizgi kalemi
- ruling price
- cari fiyat
- ruling party
- iktidar partisi, yönetimdeki parti
2007 de AK parti ikinci kez iktidar partisi olarak yönetime geçti.
- ruling, decision
- iktidar, karar
- ruling clique
- yöneten sınıf
- ruling elements
- (Askeri) yönetici unsurlar
- ruling grade
- azami meyil
- ruling pen
- ayarlı kalem
- ruling section
- eşdeğer kesit
- ruling weakness
- yönetim zafiyeti
- rule
- yönetmek
Bir ülkeyi yönetmek kolay bir iş değildir.
- To rule a country is no easy task.
Bir ülkeyi yönetmek kolay bir iş değildir.
- To rule a country is not an easy task.
- rule
- egemenlik
- rule
- emretmek
- rule
- {i} kanun
Almanya orman kanunu ile yönetilmez ama hukukun üstünlüğü ile yönetilir.
- Germany is not ruled by the law of the jungle, but by the rule of law.
- rule
- {i} talimat
- rule
- düzeyinde olmak
- rule
- {i} prensip
Her gün matematik çalışmayı prensip edinirim.
- I make it a rule to study math every day.
Asla borç para almamayı prensip edinirim.
- I make it a rule never to borrow money.
- rule
- adet
- ruling class
- (Politika, Siyaset) yönetici sınıfı
- rule
- hükümdarlık etmek
- rule
- hükme bağlamak
- rule
- hükümet etmek
- rule
- oranlama
- rule
- düzeç
- rule
- hükümet
- rule
- erkan
- rule
- (Politika, Siyaset) mahkeme emri
- rule
- ilke
Çoğunluk kuralı demokrasinin temel ilkesidir.
- Majority rule is a basic principle of democracy.
- rule
- egemen olmak
- rule
- yasa
Bu yasalara aykırıdır.
- That's against the rules.
Yatakta sigara içmeyi yasaklayan çok sıkı bir kural var.
- There is a very strict rule forbidding smoking in bed.
- rule
- (Tıp) regl
- rule
- (Kanun) karar
- rule
- yöntem
- rule
- hakim olmak
- rule
- (Kanun) karar vermek
- rule
- dizginlemek
- ruling class
- yönetici sınıf
- rulings
- (Askeri) resmi hükümler
- rulings
- (Askeri) resmi karar
- rule
- usul
- rule
- saltanat etmek
- rule
- düzçizer
- rule
- yol
Aynı kural bir yolculuğa çıkmak için de geçerlidir.
- The same rule applies to going for a journey.
Tüm sürücülerin yol kurallarına uymaları gerekir.
- All drivers should obey the rules of the road.
- rule
- cetvelle çizmek
- rule
- yönetim
Onun yönetimi despotçaydı.
- His rule was despotic.
Hamilton İngiliz yönetimine karşı protesto etti.
- Hamilton protested against British rule.
- rule
- {f} yönet
İspanya o zaman Kübayı yönetti.
- Spain ruled Cuba at that time.
Beşik sallayan el dünyayı yönetir.
- The hand that rocks the cradle rules the world.
- rule
- {f} hükümdarı/yöneticisi olmak; yönetmek, idare etmek
- rule
- buyurmak
- rule
- cetvel
Tom cetvelimi ödünç aldı.
- Tom borrowed my ruler.
Bir cetvel ödünç alabilir miyim?
- May I borrow a ruler?
- rule
- -e egemen olmak
- court ruling
- mahkeme kararı
- governing, ruling
- İktidardaki hükümet
- governing; ruling; imperious
- yönetim, iktidar, otoriter
- over-ruling
- aşırı iktidar
- rule
- kuralı
- rulings
- kararlar
- the ruling
- İktidardaki
- appeal against ruling
- (Kanun) karara karşı temyiz
- detailed ruling
- (Politika, Siyaset) gerekçeli karar
- interlocutory ruling
- (Kanun) ilk itiraz
- interlocutory ruling
- (Kanun) itirazatı iptidaiye
- rule
- {i} mahkeme kararı
- rule
- {f} idare etmek
- rule
- by rule kurala göre
- rule
- {i} metre
- rule
- {f} saltanat sürmek
- rule
- ince çizgi
- rule
- çizgilik
- rule
- genellikle
Genellikle içki içmem.
- As a rule, I don't drink.
Genellikle Japonya'da haziran ayında fazla yağmur vardır.
- As a rule we have much rain in June in Japan.
- rule
- cetvel tahtası
- rule
- {i} norm
Bu bütün normlara ve kurallara aykırıdır.
- This contradicts all norms and rules.
- rule
- {f} -e hükmetmek
- rule
- {i} tüzük
- rule
- {f} egemen olmak, hâkim olmak
- rule
- {f} sözü geçmek
- rule
- {f} çizmek
- rule
- {f} geçerli olmak
- rule
- {i} idare
Okul idaremiz o okul kuralını ortadan kaldırmaya karar verdi.
- Our school administration decided to do away with that school rule.
- rule
- {i} gönye
- rule
- {f} hüküm vermek
- rule
- kanunen
- rule
- alışılmış durum
- rule
- {i} yönetmelik
- rule
- üçlü kuralı
- rule
- {f} karara varmak
- rule
- {f} (on) huk. (hâkim) (-e) karar
- rule
- kural,v.yönet: n.kural
- rule
- {i} hüküm
Çar, Rusya'nın hükümdarıydı.
- The czar was the ruler of Russia.
İnka İmparatorluğunun hükümdarı idi.
- He was the ruler of the Inca Empire.
- rule
- as a rule çoğunlukla
- rule
- {i} standart
- rule
- {f} çizgi çekmek
- rule
- kaide
- rule
- düstur
- ruling class
- yönetici sınıf sociol
- to give a ruling
- (Avrupa Birliği) karar vermek(mahkemelerde)