Tom bir şey söylemeye gönülsüz gibi görünüyor.
- Tom seems reluctant to say anything.
O onu kabul etmeye gönülsüzdü.
- He was reluctant to admit it.
George o zor işi almaya isteksizdir.
- George is reluctant to take on that difficult job.
Yönetim kurulu üyeleri çok riskli bir girişimi üstlenmeye isteksiz.
- The directors were reluctant to undertake so risky a venture.
Tom Mary'ye karşı tanıklık etmek için isteksiz gibi görünüyor.
- Tom seems to be unwilling to testify against Mary.
Tom'un yardım etmek için isteksizliği Mary'yi şaşırttı.
- Tom's unwillingness to help surprised Mary.
Onu yapmaya gönülsüzüm.
- I'm unwilling to do that.
Sorun, Tom'un görüşmeye tamamen gönülsüz olması.
- The problem is Tom's complete unwillingness to negotiate.
Onu görmeye isteksiz olarak gitti.
- He reluctantly went to see her.
Tom, Mary'nin trajik romanını isteksiz olarak yayınladı.
- Tom reluctantly published Mary's tragic novel.
Tom gönülsüzce kendi başına gitti.
- Tom reluctantly went by himself.
Bunu gönülsüzce yapma.
- Do not do it reluctantly.
Hırsız istemeyerek suçunu itiraf etti.
- The thief reluctantly admitted his guilt.
İşi istemeyerek aldı.
- He took the job reluctantly.
O, isteksizce onu görmeye gitti.
- She went to see him reluctantly.
Tom Mary'i isteksizce evine kabul etti.
- Tom reluctantly let Mary into his house.
O istemeden tek başına gitti.
- She reluctantly went by herself.
They are reluctant to the inclusion of a necessity test, especially of a horizontal nature, and emphasize, instead, the importance of procedural disciplines .
She was reluctant to lend him the money.
... banks are reluctant to make loans, mortgages. Try and get a mortgage these days. It's hurt ...
... reluctant to do further more about how to improve the data, ...