rahatsız

listen to the pronunciation of rahatsız
Türkisch - Englisch
disturbed

Mike asked that he not be disturbed. - Mike rahatsız edilmemesini istedi.

Mike asked that he not be disturbed. - Mike rahatsız edilmemesini rica etti.

uncomfortable

His face was red and he felt hot and uncomfortable. - Yüzü kırmızıydı ve o sıcak ve rahatsız hissediyordu.

As a result, people have got so used to being paid this way that they're uncomfortable with any other. - Sonuçta, insanlar kendilerine bu şekilde ödeme yapılmasına öyle alışmışlar ki başka türlüsünden rahatsız oluyorlar.

uneasy

Tom felt uneasy talking to Mary about that matter. - Tom Mary ile o konu hakkında konuşurken rahatsızlık hissetti.

The news makes us uneasy. - Haber bizi rahatsız ediyor.

uncomfortable; anxious, uneasy; (hafif hasta) unwell, indisposed, poorly, funny, rough
ill

He is concerned about his father's illness. - O, babasının rahatsızlığı ile ilgili endişe duymaktadır.

What illness do I have? - Ne tür bir rahatsızlığım var?

incommodious
seedy
queer
ill at ease, uncomfortable
unrestful
uncomfortable; (something) which causes physical discomfort
unwell
in bad health
ailing
worrisome
troubled

I am sorry to have troubled you. - Sizi rahatsız ettiğim için üzgünüm.

She looked troubled by the news. - O, haberden rahatsız olmuş görünüyordu.

poorly
constrained
sick

I'm absolutely sickened by this. - Ben kesinlikle bundan rahatsız oldum.

The bad smell sickened me. - Kötü koku beni rahatsız etti.

diseased
indisposed, a bit unwell, under the weather
comfortless
out of sorts
indisposed

Tom's office said he was indisposed. - Tom'un ofisi onun rahatsız olduğunu söyledi.

Tom is indisposed at the moment. - Tom şu anda rahatsız.

bad

Tom wouldn't stop badgering me. - Tom beni rahatsız etmeyi bırakmadı.

It must bother you to have taken a bad master. I'm stupid too. So, it's all right. - Kötü bir öğretmene sahip olmak sizi rahatsız ediyor olmalı. Ben de aptalım. Öyleyse, tamam.

weather

I don't mind hot weather. - Sıcak havadan rahatsız olmam.

anxious
inconvenient
fitful
austere
upset

I woke up with an upset stomach. - Bir mide rahatsızlığı ile uyandım.

Tom had an upset stomach. - Tom'un bir mide rahatsızlığı vardı.

unquiet
discomfort

Tom hasn't complained of any discomfort. - Tom herhangi bir rahatsızlıktan şikayetçi değil.

To avoid injury or discomfort, be sure that the vagina is lubricated before intercourse. - Yaralanma veya rahatsızlığı önlemek için, vajinanın ilişkiden önce yağlanmış olduğundan emin olun.

queasy
restless
poky
bothered with
feel uncomfortable
sickish
punk
liverish
smitten
sort
grumbling
rahatsız etmek
annoy

I didn't want to annoy you. - Seni rahatsız etmek istemedim.

Tom is doing that just to annoy Mary. - Tom bunu sadece Mary'yi rahatsız etmek için yapıyor.

rahatsız etmek
harass
rahatsız etmek
discomfort
rahatsız etmek
disturb

I didn't want to disturb you. - Seni rahatsız etmek istemedim.

I didn't want to disturb her. - Onu rahatsız etmek istemedim.

rahat
easy

Two women are taking it easy on a bench in the park. - İki kadın parktaki bir bankta rahat ediyorlar.

Tom was sitting in an easy chair, watching TV. - Tom televizyon izlerken rahat bir koltukta oturuyordu.

rahat
{s} comfortable

Everybody feels comfortable with him. - Herkes onunla birlikte rahat hisseder.

Are people comfortable? No. - İnsanlar rahat mı? Hayır.

rahat
ease

I'm beginning to feel at ease when I speak in Chinese. - Çince konuştuğumda içim rahat hissetmeye başlıyorum.

She had an unassuming air that put everyone at ease. - Onun herkesi rahatlatan alçakgönüllü bir havası vardı.

rahat
{s} comfy
rahat
comfort

Everybody feels comfortable with him. - Herkes onunla birlikte rahat hisseder.

Tom found the chair quite comfortable. - Tom sandalyeyi gayet rahat buldu.

rahatsız etmek
bother

I don't want to bother Tom while he's working. - Tom'u çalışırken rahatsız etmek istemiyorum.

I didn't mean to bother you. - Seni rahatsız etmek istemedim.

rahatsız edici
annoying

The music coming from next door was loud and annoying. - Bitişik komşudan gelen müzik yüksek ve rahatsız ediciydi.

The sound was annoying but harmless to the human body. - Ses rahatsız edici ama insan vücudu için zararsızdı.

rahatsız etmek
bug
rahatsız etmek
distract
rahatsız edici
disturbing

This is is deeply disturbing. - Bu çok rahatsız edici.

I've just heard a disturbing rumor. - Az önce rahatsız edici bir söylenti duydum.

rahatsız etmek
harrass
rahatsız olmuş
annoyed

Tom seems to be annoyed. - Tom rahatsız olmuş görünüyor.

Tom said he thought Mary looked annoyed. - Tom, Mary'nin rahatsız olmuş göründüğünü düşündüğünü söyledi.

rahatsız etmek
bite
rahatsız etmek
smite
rahatsız etmek
indispose
rahatsız etmek
exulcerate
rahatsız etmek
embarrass

I don't want to embarrass you. - Seni rahatsız etmek istemiyorum.

rahatsız etmek
chivy up
rahatsız etmek
get in somebody's hair
rahatsız etmek
harried
rahatsız etmek
nag
rahatsız etmek
enchafe
rahatsız etmek
mobbing
rahatsız etmek
put upon
rahatsız etmek
(Dilbilim) put off
rahatsız etmek
get in one's hair
rahatsız etmek
get to someone
rahatsız etmek
rasp
rahatsız etmek
worry
rahatsız etmek
molest
rahatsız etmek
harry
rahatsız etmek
disquiet
rahatsız etmek
distemper
rahatsız etmek
spite
rahatsız etmek
impose upon
rahatsız etmek
impose on
rahatsız etmek
ruffle
rahatsız etmek
fret
rahatsız etmek
(Dilbilim) put out
rahatsız etmek
put somebody to inconvenience
rahatsız etmek
trouble
rahatsız etmek
irritate
rahatsız etmek
1. to bother, trouble, inconvenience; to disturb; to annoy. 2. to make (someone) feel ill at ease. 3. to cause (someone) to feel unwell. 4. to visit, pay (someone) a visit
rahatsız etmeyin
Do not disturb
rahatsız olmak
Be disturbed, feel disturbed
rahatsız olmak
Be disturbed, be annoyed, be troubled with, worry, be uncomfortable, ail, chafe, be liverish, take alarm
Rahatsız olmayın
Don't trouble yourself
rahatsız bir şekilde
ill
rahatsız eden duygu
shadow
rahatsız eden kimse
inconvenience
rahatsız eden kimse
disturber
rahatsız eden kimse
baiter
rahatsız eden şey
goad
rahatsız eden şey
disturber
rahatsız edici
irritant
rahatsız edici
plaguesome
rahatsız edici
strident
rahatsız edici
worrying
rahatsız edici
hot
rahatsız edici
rough
rahatsız edici
irritating

Tom isn't aware of how irritating he is. - Tom onun ne kadar rahatsız edici olduğunun farkında değil.

My sister is so irritating! - Kız kardeşim çok rahatsız edici.

rahatsız edici
pesky
rahatsız edici
inconvenient
rahatsız edici
unrestful
rahatsız edici
besetting
rahatsız edici
fraught
rahatsız edici
noisy
rahatsız edici
uncomfortable

There was an uncomfortable silence. - Rahatsız edici bir sessizlik vardı.

It was rather uncomfortable. - O oldukça rahatsız ediciydi.

rahatsız edici
haunting
rahatsız edici
uneasy
rahatsız edici şey
pest
rahatsız edilmeden yaşamak
live unmolested
rahatsız edilmemiş
undisturbed
rahatsız etme
baiting
rahatsız etme
botheration
rahatsız etme
irritating
rahatsız etme
annoyance
rahatsız etme
disturbing

I hope I'm not disturbing you. - Sizi rahatsız etmediğimi umuyorum.

I have no intention whatever of disturbing you. - Ne olursa olsun seni rahatsız etmeye niyetim yok.

rahatsız etmek
hassle
rahatsız etmek
discommode
rahatsız etmek
chivvy
rahatsız etmek
incommode
rahatsız etmek
to disturb, to bother, to annoy, to pester, to fuss, to worry, to trouble, to put sb out, to agitate, to perturb b to intrude
rahatsız etmek
ail
rahatsız etmek
chafe
rahatsız etmek
derange
rahatsız etmek
goad
rahatsız etmek
goad on
rahatsız etmek
hatchel
rahatsız etmek
make a draft on
rahatsız etmek
put smb. to inconvenience
rahatsız etmek
inconvenience
rahatsız etmek
chivy
rahatsız etmek
pester
rahatsız etmek
bait
rahatsız etmek
devil
rahatsız etmek
badger
rahatsız etmek
hump
rahatsız etmek (birini)
bother with
rahatsız görünmek
look seedy
rahatsız görünmek
(deyim) green about the gills
rahatsız hissediyorum
I feel sick
rahatsız olmak
be uncomfortable
rahatsız olmak
worry
rahatsız olmak
a) to be disturbed b) to feel under the weather keyifsiz olmak
rahatsız olmak
ail
rahatsız olmak
chafe
rahatsız olmak
take alarm
rahatsız olmak
be annoyed
rahatsız olmak
1. to feel indisposed, feel slightly ill, be under the weather. 2. to feel ill at ease, feel uncomfortable
rahatsız olmak
be liverish
rahatsız olmak
be disturbed
rahatsız olmak
be troubled with
rahat
complacent
rahat
relaxed, easygoing; (someone) who has an easy manner
rahat
peace, calm; comfort, ease; comfortable, comfy; peaceful; relieved; free and easy; (iş) cushy, easy; easily; at ease!
rahat
cosy
rahat
cozy

We live in a cozy little house in a side street. - Yan sokaktaki küçük ve rahat bir evde yaşıyoruz.

Your house has a very cozy atmosphere. - Evinin çok rahat bir atmosferi var.

rahat
cushy
rahat
complacency

If indifference is the kiss of death for a relationship, then complacency is the kiss of death for a business. - İlgisizlik bir ilişki için ölüm öpücüğü ise öyleyse rahatlık bir iş için ölüm öpücüğüdür.

rahatsız olmak
(Dilbilim) put off
kimseyi rahatsız etmeyen
calm
lütfen rahatsız etmeyin
please do not disturb
rahat
fluent
rahat
relieved

I am very much relieved to know that. - Onu bildiğim için çok rahatladım.

John's parents seemed relieved to hear that his plane was on time. - John'un ebeveynleri uçağın zamanında geldiğini duydukları için rahatlamış gibi görünüyorlardı.

rahat
easygo
rahat
cosey
rahat
easy going
rahat
easily

I can easily wait till tomorrow. - Yarına kadar rahatça bekleyebilirim.

This sofa can seat three people easily. - Bu kanepeye rahatlıkla üç kişi oturtulabilir.

rahat
easeful
rahat
content
rahat
calm

Calm down and be cool. - Sakin ol ve rahat ol.

Fadil took a shower to calm his nerves down. - Fadıl sinirlerini rahatlatmak için duş aldı.

rahat
convenience

Luxury and convenience do not equate to happiness. - Lüks ve rahatlık mutluluğa eşit değildir.

rahat
welfare
rahat
equable
rahat
canny
rahat
fine

Relax, you're doing fine. - Rahatla, iyi gidiyorsun.

rahat
unmoved
rahat
free and easy
rahat
unhurried
rahat
unembarassed
rahat
(Konuşma Dili) all right

It must bother you to have taken a bad master. I'm stupid too. So, it's all right. - Kötü bir öğretmene sahip olmak sizi rahatsız ediyor olmalı. Ben de aptalım. Öyleyse, tamam.

Don't worry. Everything's going to be all right. - İçin rahat olsun, her şey yoluna girecek.

rahat
affable
rahat
homely
rahat
contented
rahat
homelike
rahat
in comfort

Everybody wants to live in comfort. - Herkes rahat bir şekilde yaşamak istiyor.

My aunt now lives in comfort. - Teyzem şu anda rahat içinde yaşıyor.

rahatsız edici
obtrusive

He tried to be less obtrusive. - O daha az rahatsız edici olmaya çalıştı.

rahatsız edici
interruptive
rahatsız edici
nettlesome
rahatsız olmak
disturbed
rahat
at ease

I'm beginning to feel at ease when I speak in Chinese. - Çince konuştuğumda içim rahat hissetmeye başlıyorum.

She had an unassuming air that put everyone at ease. - Onun herkesi rahatlatan alçakgönüllü bir havası vardı.

rahat
peace

The dead are gone and they cannot defend themselves. The best thing to do is to leave them in peace! - Ölüler gitti, onlar kendilerini savunamazlar. Yapılacak en iyi şey onları rahat bırakmaktır!

rahat
homey
rahat
repose
rahat
peaceful
rahat
at peace
rahat
rakish
rahat
rest

I won't rest until I find out the truth. - Gerçeği öğrenene kadar bana rahat yok.

I felt out of place in the expensive restaurant. - Pahalı bir restoranda rahatsız hissettim.

rahat
commodious
rahat
above water
rahat
easygoing
rahatsız edici
pestilent
rahatsız edici
molester
rahatsız edici
infernal
rahatsız edici
bothersome

Pigeons are very bothersome birds in cities. - Güvercinler şehirlerde çok rahatsız edici kuşlardır.

rahatsız edici
disagreeable

Tom is a very disagreeable person. - Tom çok rahatsız edici bir kişi.

This is one of the most disagreeable things I've ever seen. - Bu şimdiye kadar gördüğüm en rahatsız edici şeylerden biridir.

rahatsız edici
disquieting
rahatsız etmek
offend

Tom didn't want to offend Mary. - Tom, Mary'yi rahatsız etmek istemedi.

I didn't mean to offend anyone. - Kimseyi rahatsız etmek istemedim.

rahatsız etmek
tease
rahatsız etmek
fuss
rahatsız etmek
intrude

I don't want to intrude on them if they're busy. - Onlar meşgulse onları rahatsız etmek istemiyorum.

Türkisch - Türkisch
Hasta, keyifsiz
Rahat olmayan, tedirgin, huzursuz: "Bu üç zavallı bizden rahatsız oldular ve derslerini keserek çekildiler."- M. Ş. Esendal
Rahat olmayan, tedirgin, huzursuz
Hasta, keyifsiz: "Onlar buradayken kendisini âdeta rahatsız hissediyordu."- F. F. Tülbentçi
Rahat kullanılmayan, sıkıntı, tedirginlik veren
na-mizaç
tıksırıklı
rahatsız etmek
Rahatını bozmak, rahatını, keyfini kaçırmak
rahatsız olmak
Rahatı bozulmak, keyfi kaçmak, sağlığı bozulmak
RAHAT
(Osmanlı Dönemi) El ayası
RAHAT
(Osmanlı Dönemi) Dinlenmek
RAHAT
(Osmanlı Dönemi) Üzüntüsüz, tasasız, kedersiz bir halde olmak. İstediği her şeyi bulup telâşsız olmak. Müsterih
Rahat
(Osmanlı Dönemi) MUTÎ'
Rahat
(Osmanlı Dönemi) FEVAK
Rahat
(Osmanlı Dönemi) DIA
Rahat
rahatça
rahat
Sıkıntı veya yorgunluk, tedirginlik vermeyen
rahat
İnsanda üzüntü, sıkıntı, tedirginlik olmama durumu, huzur
rahat
Kolay bir biçimde, kolaylıkla: "İstersen beraber gidelim
rahat
Üzüntü, sıkıntı ve tedirginliği olmayan
rahat
Haydi al torbanı
rahat
Kolay bir biçimde, kolaylıkla
rahat
üzüntüsü, sıkıntısı olmama durumu
rahat
Aldırmaz, gamsız
rahat
Bir saatte rahat varırız."- M. Ş. Esendal. "Hazır ol" durumunda bulunanlara, oldukları yerde serbest bir durum almaları için verilen komut
rahat
"Hazır ol" durumunda bulunanlara, oldukları yerde serbest bir durum almaları için verilen komut
rahat
İnsanda üzüntü, sıkıntı, tedirginlik olmama durumu, huzur: "Eniştem de üşengen bir adamdır, rahatı kaçar diye üstüne düşmedi."- M. Ş. Esendal. Üzüntü, sıkıntı ve tedirginliği olmayan: "Ben o kadar rahatım, öyle okşayıcı, huzur ve mutluluk verici tatlı rüzgâr karşısındayım ki..."- R. H. Karay
rahat
Sıkıntı veya yorgunluk, tedirginlik vermeyen: "Ben sana güzel ve rahat bir oda hazırlattım."- P. Safa
Englisch - Türkisch

Definition von rahatsız im Englisch Türkisch wörterbuch

rahatsız eden
annoying
rahatsız
Favoriten